18 Ağustos 2013 Pazar

OSMANLI ORTAÇAĞINDA MIYIZ?



       Bu haftaki Pazar yazısında Prof.Dr.Şerafettin Turan’ın   “Türk Kültür i” Tarihi”adlı kitabından edindiğim, kimilerini tazelediğim bazı bilgileri, kendi yorumlarımı ekleyerek   paylaşmak istedim…
        XVII. Yüzyıla, genel bir değerlendirmeyle, öyle sanıyorum ki Osmanlı ortaçağı dememiz gerekiyor…
        Bu ortaçağ süreci, bilim alanında  hoşgörü ve çoğulculuk anlayışının egemen olduğu Fatih Mehmet dönemi sonrasında, XV. Yüzyılın ikinci yarısında başlıyor ve  iki yüzyıl süresince devam ediyor.
         Şerafettin Turan’ın sözleriyle: “XVI. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde, cılız bir kaç uygulamanın dışında , bilimsel etkinlikler yalnızca dinsel bilimler anlamında algılanır olmuş ve bunun sonucunda da felsefe, astronomi, tıp, matematik gibi bilimler medrese öğretimi programlarından çıkartılmıştır.”

                                            ***                                  
     Fatih döneminde saray kitaplığı yöneticiliği yapmış olan Tokatlı Lütfi(Molla Lütfi) adlı bilim adamı ve yergi ustasının, peygamberliği yadsımak ve dinsizlikle suçlanarak 24 Aralık 1494’te boynu kılıçla vurularak idam edilmesi Osmanlı ortaçağına girişte belki bir dönüm noktası  sayılabilir. Adnan Adıvar Osmanlı bilim tarihi konulu kitabında  bu idamı Sokrates trajedisi olarak nitelemiş. Tarihimize sahip çıkacaksak, işbirlikçi İskilipli hocaları değil,  aydınlanma tarihimizin kurbanlarındanTokat’lı Lütfi’leri tanıyıp tanıtmamız gerekiyor…

                                                     ***                          
Şerafettin Turan’ın “durağanlığa yöneliş” başlığı altında tanımlayıp örneklediği          XVI. Yy gerçekten de .olumlu ve olumsuzun iç içe olduğu bir dönem.
       Bağımsız matematik ve tıp öğretimi yapan medreselerin de içinde bulunduğu Süleymaniye Medreseleri’nin açılması, bilimsel eğitim yönünde önemli bir adım.
      Piri Reis’in denizcilik ve haritacılık alanında öncü çalışmaları da aynı dönemin ürünü.
        Şerafettin Turan, bu yüzyılda coğrafya ve astronomi alanında telif ya da çeviri yoluyla Türkçeye pek çok yapıt kazandırıldığını, fakat aynı şeye  başkaca pozitif bilimlerde rastlanılmadığını belirtiyor.
       Aynı yüzyılın son çeyreğine doğru , 1575’te Takiyüddin Mehmet’in ilk gözlemevini kurması ve bilimsel alanda bu büyük adımın dönemin Şeyhülislamı Ahmet Şemseddin Efendi’nin “gökleri gözetlemenin uğursuzluk getirdiği” şikâyeti sonucunda  top atışlarıyla yerle bir edilmesi ise, olumlu ve olumsuzun bir aradalığının çarpıcı bir örneği…

                                                      ***                             
  Osmanlı tarihinin özellikle XVI ve XVII.. yüzyılları,, günümüz gericilerinin ataları olan şeyhülislamlar ve sözde din bilginleriyle dolup taşıyor.
      Bu konuda bilgi sahibi olunması, günümüz gericiliğinin amaçlarını, hedeflerini, kökenlerini iyi anlamak bakımından önem taşıyor.
     Bunlar arasında Birgili Mehmet Efendi’nin(1522-1573) “Peygamber’in yaşamına göre Muhammet Tarikatı” adlı(aslı Arapça) kitabındaki görüşlerinin, özellikle XVII. yy. Osmanlı toplumsal yaşamı üzerine bir karabasan gibi çökmekle kalmayıp büyük ölçüde  günümüz AKP Türkiye’sinde de hortlatılmış olduğunu söyleyebiliriz….

                                      ***                       
       Bilimleri Müslüman’a “farz” (öğrenilmesi zorunlu)olanlar, yasak olanlar ve  yasak olmayanlar diye sınıflandırarak “yıldızlar ilmi”ni  yasaklar arasında sayıp tıp bilimini öğrenilmesi zorunlu değil isteğe bağlı gören(zira, ona göre “tedavi olmak vacip(gerekli) değil”dir!)Birgili Mehmet, Müslüman’ın yapmaması gereken hareketleri de “afet” diye adlandırarak bu afetleri “kalp, dil,kulak, göz,el, ayak,  beden ve üretim organları” (yani,bedene,ruha kimliğe ait her şey!) kapsamında bölümlere ayırıyor…
       Bu ayrımlar size, müzikte kadın sesi yasağını, erkekler  korosunun perdelenmesini, içinde rakı geçen türküyü dinlemek istememeyi  çağrıştırmıyor mu?..

                                               ***
     Yazıyı  “Türk Kültür Tarihi”nden bir alıntıyla sonlandıralım.
    “XVII. Yüzyıl başlarında Osmanlı bilginleri, Birgili’nin görüşlerini paylaşanlar ve paylaşmayanlar diye 2 büyük gruba bölünmüşlerdi(…)İnsanlar yollarda çevrilerek dini konularda sınava çekiliyor, beklenen yanıtı veremeyenler hırpalanıyorlardı. Öte yandan dine aykırıdır diye sanat eserlerine saldırılıyor, yazmalardaki minyatürler bile tahrip ediliyordu…”vb.
     Osmanlı ortaçağından çok uzakta mıyız, ne dersiniz?




Ataol Behramoğlu/18.08.13

 Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.