29 Nisan 2020 Çarşamba
KÖTÜLÜK
Kötülük insanın doğasında mı, toplumsal sistemlerde mi, ikisinde birden midir?
Toplumsal(siyasal) sistemlerin dayattığı kötülüğe insan iki nedenle katkıda bulunabilir:
Birincisi, bu insan zaten kötülük kaynağı olan sistemin yaratıcısı ya da uygulayıcılarından biridir.
Söz konusu sistemin hem nedeni, hem sonucudur. Onun bir parçasıdır. Bu durumda sistemdeki kötülükle insandaki kötülük bir bütün oluşturur.
Kötülüğe ikinci tür katkı, kötülük karşısında suskun kalarak yapılandır. Kötülüğün farkındasınız, fakat çeşitli nedenlerle buna göz yummaktasınız..
Bu nedenlerin başlıca iki tanesi ise korku ve çıkar hesabıdır. Kötülüğü görüyor, fakat korku nedeniyle suskun kalıyorsunuz.. Ya da kötülüğü görmekle birlikte çıkarınız gereği ses çıkarmıyorsunuz.
Bu gibi durumlarda da söz konusu insan, kötülüğün yaratıcılarından biri olmasa da , sistemden gelen kötülükle insan doğasındaki kötülük yine birbirine karışmakta, bir bütün oluşturmaktadır…
Çünkü kötülük karşısında korku nedeniyle suskun kalan insan giderek bu kötülüğün ya kurbanı ya bir parçası durumuna gelecektir.
İçindeki vicdan ve akıl dürtülerini susturmaya çalışacak,
ortaya ya hasta bir kişilik çıkacak ya da kötülüğün yanında yer alarak onun suç ortağı, uygulayıcılarından biri olacaktır. Bunun orta yolu yoktur…
Kötülüğü görüp de çıkarı gereği suskun kalan insan ise zaten en baştan bu kötülüğün suç ortağı demektir. Böyleleri, kötülüğü yaratan sistemin ve yaratıcılarının uşakları, insan soyunun en düşük düzeydeki ürünleridir.
***
Şimdi daha açık ve somut konuşalım.
Aralarında tahliye olur olmaz yeni cinayet işleyenlerin ve kaçınılmaz olarak işleyeceklerin de bulunduğu canileri serbest bırakırken; gazetecileri, aydınları, düşüncelerinden ötürü sistemin suçlu bulduğu kişileri cezaevinde tutmak; dahası, uydurma olduğu apaçık yeni gerekçelerle bu suçlamaları daha da ağırlaştırmaya çalışmak kötülük değilse nedir?
Sisteme ve temsilcilerine soruyorum: Bu kötülüğü nasıl açıklayacak, nasıl savunacaksınız?
Canileri salıp aydınları içerde tutmanın kötülük dışında nasıl bir gerekçesi olabilir?
Korku mu? İntikam duygusu mu? Topluma göz dağı vermek mi?
Bütün bu ve benzer açıklamalar, kötülüğü ortadan kaldırmaz, haklı kılmaz, temsil ettiğiniz sistemin ve sizlerin kötülüğünüzü daha çok göz önüne serer. Kötü ve korkak, kötü ve intikamcı, kötü ve despot olduğunuzu gösterir.
***
Kötülüğe alet olan hukukçuya , savcıya, yargıca,yine açıkça ve somut olarak soruyorum: Caniler serbest bırakılırken aydınları içerde tutan kararları imzaladığınız elleriniz titremiyor mu, vicdanınız sızlamıyor mu, aklınız sizi rahatsız etmiyor mu?
Kötülüğün de bir ölçüsü, bir derecesi vardır, bu kadarı fazla diye düşündüğünüz olmuyor mu?
Kendinizi nasıl aldatıyor, vicdanınızı nasıl susturuyorsunuz?
Yoksa sadece insanda değil hayvan dünyasında bile belli ölçülerde bulunan akıl, vicdan,adalet ölçülerinden tümüyle yoksun musunuz?
***
Bir başka somut örnek:
Ölüm oruçları ölümle sonuçlanan Grup Yorum üyeleri.
Ve şu anda ölümün kıl payı uzağında olanlar.
Grup Yorum, kimsenin kuşkusu olmasın ki gün gelecek, türkülerini özgürce söyleyecek.
Yetkili bir insanca, uygarca bunu dile getirse ölümler olmayacaktı ve olmayacaktır.
Kötülük inatla suskunluğunu sürdürüyor...
***
Ve bütün bunlar karşısında suskun kalan büyük çoğunluk.
Her şey yolundaymış, olağan dışı bir şey yokmuş gibi,günlük yaşamlarını olağan akışında sürdürme çabası dışımda bir kaygıları yokmuşçasına yaşayıp gitmekte olanlar…
Bilin ki canilerin serbest bırakılıp aydınların cezaevlerinde tutulduğu, insanların adalete ulaşma uğruna canlarını feda etmeyi tek çare olarak gördükleri bir ülke lanetlenmiş bir ülkedir.
Suçludur.
Kötülükle lanetlidir.
Bu suç, bu lanet, bu kötülük,,bu günümüzle ve geleceğimizle, hepimizi, bütün ülkeyi çürütecektir.
Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/290420
24 Nisan 2020 Cuma
16 Nisan 2020 Perşembe
Yanıtsız sorular ve sağduyu
Bu yazıyı sokağa çıkma yasağının ikinci gününde yazıyorum.
Hukukçular, anayasada sokağa çıkma yasağı diye bir kavram olmadığını söylüyor.
İçişleri Bakanlığı genelgesinde bu karara dayanak olarak gösterilen yasa, tüzük vb. maddelerinin konuyla ilgili geçersizliği, özetle de yasağın anayasaya aykırılığı dile getiriliyor.
Yasağın iki saat kala açıklanmasının yaratacağı paniğin neden öngörülmediği, amacın ne olduğu, sosyal (fiziksel) mesafe önleminin bir anda altüst olmasının virüsün yayılması bakımından ne gibi sonuçlara yol açabileceği, Bilim Kurulu’nun bu karardan haberi olup olmadığı haklı olarak soruluyor.
Siyasal yönetim, insanları sıkıyönetime, olağanüstü hal koşullarına mı hazırlıyor sorusu ortalıkta dolaşıyor..
Bütün bu sorular yanıtsız.
Yine hukukçular ve bilim insanlarınca, salgın hastalıklara ilişkin bu türden sınırlamaların karantina, tecrit, izolasyon diye adlandırılması gerektiği, bu nedenle de savaş ve olağanüstü hal koşulları dışındaki uygulamalarda “sokağa çıkma yasağı” kavramının kullanılamayacağı açık seçik anlatılıyor.
Muhataplar suskun.
***
Şehir hastaneleri için üstenci-yandaş vb. firmalara 25 yıl boyunca ödenecek parayla, devlet eliyle çok daha ucuza çok daha fazla sayıda hastane yapılabilecek olduğu rakam rakam açıklanıyor.
Örneğin Çin’deki gibi kısa sürede yapılabilecek sahra hastaneleri yerine yine üstenci-yandaş firmalara bir yıldan önce tamamlanamayacak hastaneler yaptırılmaya girişilmesinin ne anlama geldiği soruluyor.
Kanal İstanbul denilen felaket senaryosunun böyle bir dönemde tekrar sahneye konulmasının anlamı sorgulanıyor.
Marmaris Otluk Koyu’nda kırk bir ağaç kesilerek elde edilen alana yapılmakta olan kışlık saray inşaatının bu koşullarda da devam ettiği doğruysa, bunun sağduyuyla, akılla, devlet yönetme sorumluluğuyla bağdaşılırlığı tartışılıyor.
Perişan durumdaki küçük esnafa, işsizlere, işini kaybedenlere maddi destekte bulunmak şurada dursun, belli yaş üstündeki yurttaşlara büyük bir lütufmuş gibi vaat edilen maske ve kolonyanın neden verilmediği, kendi insanın maske bulamazken başka ülkelere maske vb. gönderilmesinin ne anlama geldiği gibi irili ufaklı sayısız soru, boşlukta yanıtsız kalıyor.
İnfaz yasası denilen örtülü af yasasıyla, cinayet, yaralama, hırsızlık, kaçakçılık vb. suçlar af kapsamına alınmaktayken, bu siyasal yönetime karşı oldukları için ve haklarında henüz verilmiş bir hüküm de yokken tutuklanmış olan aydınların, ellerine silah almadıkları halde “terörist” suçlamasıyla yıllardır cezaevlerinde tutulan, kimileri ağır, ölümcül hasta insanların neden bu kapsamın dışında tutuldukları vicdanları kanatan bir soru olarak orta yerde duruyor.
***
Toplum siyasal yönetiminden bütün bu ve benzer sorulara açık, net, inandırıcı yanıtlar beklerken akıl, vicdan, sağduyunun yanıtı aslında tek bir cümlede özetleniyor:
Tek adam yönetimi bitmiştir.
Çoğulcu, demokratik sisteme bir an önce dönülmelidir.
Bu olamadığı sürece de ne zaman sona ereceği belirsiz koronavirüs felaketi ekonomik ve siyasal yıkımlarla katlanarak devam edecektir.
Bugün ise pazartesi. Dün gece bakanın istifası, ardından bakana övgüler yağdırılarak istifanın kabul edilmeyişi danışıklı dövüş ya da “show” değilse nedir? Ret yazısında istifa nedeniyle ilgili tek sözcük yok. Sanki bakan, övülmek için istifa etmiş gibi.
Bu ülkenin insanları kendileriyle oynanmasına, sürü yerine konulmaya daha ne kadar süre izin verecek? Sanırım asıl soru da bu.
9 Nisan 2020 Perşembe
Kardeşlik, öyle mi?
Cumhurbaşkanı, millete sesleniş konuşmasında kardeşliğin özel önem taşıdığı günlerden geçmekte olduğumuzu söyledi.
Kuşkusuz ki doğru.
Bir ulusu oluşturan unsurların, toplumsal sınıfların ve tabakaların ayrım gözetmeksizin bir arada olmalarını gerektiren zamanlar vardır.
Sıklıkla yaşamakta olduğumuz deprem gibi felaketler, ortak vatanın saldırıya uğraması gibi belki bundan yarar uman az sayıda insan dışında herkesi etkileyecek acı olaylar bunlardandır.
Bunun gibi, bütün bir gezegeni, insan kardeşliğinde, insanlığın ortak yazgısında birleştirmesi gereken zamanlar, durumlar, anlar da vardır.
Bir göktaşının dünyaya doğru hızla yaklaştığını öğrendiğimizde (belki bir gün bu da olacak) herkes kendi dilinde ve inancına göre dua etse de, ortak felaket gerçeği herkesi etkileyecektir.
Herkesi diyorum, ama aynı anda da, öyle bir dönemde bile hırsızların, soysuzların, fırsatçıların, ahlaksızların, her türden sapığın ortaya döküleceğini düşünmemek elimden gelmiyor.
İnsanın mayasında iyiliğin yanı sıra kötülük de var.
Gerçi bu özelliklerin ne ölçüde mayada, bir başka deyişle fıtratta, ne ölçüde toplumsal ilişkilerin, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin sonucu olduğu, beni ayrıca ve yakından ilgilendiren bir konudur.
Bununla birlikte, şu anda dünyanın ve dünyayla birlikte de ülkemizin geçmekte olduğu felaketli dönemde, hem dünyada hem ülkemizde kardeşçe bir dayanışmaya gerek olduğu çok açık...
***
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Başkanı da “aziz milletim” diyerek ayrım gözetmeksizin bütün ulusa hitap ederek başladığı konuşmasında bu kardeşlik vurgusunu yapmıştı.
Söz konusu kişiyle dünyaya, insana, hayata, sanırım her şeye bakışlarımız taban tabana zıt olmasına karşın, itiraf ederim ki bu konuşmayı önyargısız dinliyor ve her şeye karşın ülkemiz için yararlı bilgiler, öneriler bekliyordum.
Derken bir anda konuşmanın yönü, ekseni, doğrultusu, anlamı değişiverdi ve “aziz millet”in bir bölümü, üstelik isim vererek, açıkça “fitne odağı” olarak nitelendi.
Yani, ona karşı olan, onun gibi düşünmeyen herkes, bu demektir ki bu ülkenin yarıdan fazlası, fitne odağı ya da ocağı, yani hain, kötülük kaynağı olup çıkıverdi..
Kardeşlik sözü bir anda buharlaşıp kaybolmuş, millet tekrar iki düşman kampa bölünmüştü.
Evet, iki düşman kampa. Çünkü böyle bir zamanda ülkenin en sorumlu, en yetkili makamında bulunan kişinin ağzından çıkan bu söz, kimilerince, “fitne odakları”na karşı bir saldırı işareti olarak da kolayca algılanabilir.
Kaç kişi farkındadır ya da farkında olup da dile getirmeye çekinmektedir, bilemem. Fakat ülkenin herhangi bir olağan döneminde, herhangi bir siyasal tartışma sırasında değil de, böyle olağandışı, olağanüstü, gerçekten de ulusça ve dünyaca kardeşliğe gereksinim olan bir dönemde ve üstelik kardeşlikten söz ederken, kendisi gibi düşünmeyenlere yöneltilen böylesine ağır bir hakaretin, bugün ve yarın, belki yasalarda olmasa da vicdanlarda bir karşılığı olacaktır, olmalıdır.
***
Türkiye Cumhuriyeti Başkanı’nın konuşmasında dikkatlerden kaçmaması gereken bir başka ayrımcı yaklaşım da, virüsün Batı ülkelerden gelenlerce getirildiğini söyleyip umre dönüşü felaketini ağzına almayışıydı.
Bu ayrımcılığın adı, bugün henüz dile tam dökülemeyip bilinçte ve alt bilinçte varlığını sürdürmekte olan, Batı, aydınlanma düşmanlığıdır.
Yani biz Müslümanlar iyiyiz, doğruyuz, geri kalan herkes en azından ötekidir.
Böyle bir akıldan kardeşlik çıkmaz.
------------------------------
Ali Sirmen kardeşime geçmiş olsun. Maltepe Cezaevi avlusunda, havalandırma saatinde, tek potalık teke tek basketbol maçımızda beni her seferinde yenen adamdır. Bu güçlüğün de üstesinden geleceğini biliyordum.
2 Nisan 2020 Perşembe
CİNSEL SUÇ NE DEMEK?
Cezaların
uygulanmasında(infazında) indirime gidilmesi haberlerinde geçen
“cinsel suç” kavramından rahatsızlık duyuyorum.
Cinsel
suç ne demek, cinsellik suç mudur?
Cinsel
suç kavramı akla önce bu gibi sorular getiriyor.
Ne
demek istendiği belli kuşkusuz.
Tecavüz,
cinsel saldırı vb. suçlarından söz ediliyor.
Peki,
bunlar cinsel suç mudur?
Hırsızlık,
cinayet vb. suçları denildiğinde, suçun niteliği suç sözcüğü
kullanılmaksızın da zaten anlaşılmakta.
Hırsızlık
suçu, cinayet suçu , yankesicilik, dolandırıcılık vb suçları…
Bunun
gibi, cinsel suç, ya da cinsellik suçu denildiğinde; dilbilgisi,
söz dizimi bakımından “cinsel-cinsellik” sözcükleri öteki
suç adlarıyla aynı kategoride yer almış olmuyor mu?
Cinsellik
suçu, cinsel suç gibi bir kavramı, çok zorlarsak, seksi kötüye
kullanmak, anlamını, amacını-değerini bozmak, saptırmak vb.
sonuçlara ulaşılabilir belki…
Bu
da suç(cürüm) değil, bir hata, yanlışlık, hastalık, sapkınlık
gibi bir şey olabilir…
Böylece,
öyle sanıyorum ki, cinsel saldırı, tecavüz gibi suçları cinsel
suç diye nitelemekle, bu dil yanlışlığıyla, hem “cinsellik”
kavramını(olgusunu), farkında olmaksızın, hırsızlık, cinayet
gibi suç kategorisine sokmuş oluyor, cinselliği zaten suç olarak
algılamaya yatkın bir toplumun zihnindeki ya da alt bilincindeki ön
yargıları harekete geçiriyor, böylece de işlenen suçun
niteliğini cinayet vb suçlara göre sanki hafifletmiş gibi
oluyoruz…
****
Söz
konusu suçlar acaba ceza yasasında da “cinsel suç” diye mi
ifade edilmiş kaygısıyla ceza yasaının ilgili maddelerine göz
attım…
Çok
şükür öyle değil…
Bu
alandaki suçlar yasanın 102 maddesinde “cinsel saldırı veya
tecavüz suçu” başlığı altında toplanmış. Yani cinsel suç
değil, cinsel saldırı veya tecavüz suçu.
Doğrusu,
bu ifadede bile cinsellik kavramı tartışılabilir.
Çünkü
söz konusu olan saldırı “cinsellik” kavramını aşan bir
anlamda mahremiyete,bir temel varoluş hakkına, insan olma
kimliğine yapılmış bir saldırıdır, yapılabilecek en ağır
bir aşağılamadır.
Bu
saldırıya uğrayan kişinin bütün yaşamınca ağır sonuçları
olabilecek bir suçtur…
(Hayvan
diye adlandırdığımız sevgili varlıklar, bilincinde olmasalar da
–gerçi bunu da bilemeyiz- onlara yönelik bu türden
tecavüzlerin de-tıpkı çocuğa, ya da akıl sağlığı yerinde
olmayan kişilere yönelik ahlâk dışı hareketler gibi cinsellik
kavramıyla nitelenemeyeceği, başka bir ad bulunması gerektiği
kanısındayım.).
Ceza
yasasında “Basit Cinsel Saldırı” ve “Nitelikli Cinsel
Saldırı(tecavüz)” ayrımı yapılarak bütün bu suçlarla
ilgili ayrıntılara girilmiş.
Bunların
irdelenmesi ayrı bir konu.
Özet
olarak söylemek istediğim gazetelerde ve bütün medyada “cinsel
suç” ifadesinin,en azından ilgili yasanın diline uygunlukla,
“cinsel saldırı suçu” olarak değiştirilmesi gerekliliğidir.
.
25.03.2020
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)