26 Haziran 2020 Cuma

SİYASET VE HUKUK



Siyaset bir toplumun, ülkenin,devletin, dirlik düzenlik içinde yönetimine ilişkin görüşler toplamına ve bu görüşlerin uygulanmasına verilen isimdir.
Demokrasilerde bu görüşler özgür seçimlere yoluyla yarışır, sonuçta biri ya da genellikle yakın görüşler arasındaki birlikteliklerin iktidarı gerçekleşir.
Hukuk, siyasetin de üstünde, onun da işleyişinin sınırlarını belirleyen yasalar toplamının adıdır.
Siyaset hukukun dışına çıkamaz.
Hukuku oluşturan yasalar da hukukun evrensellik kazanmış ilkelerine aykırı olamaz…
Bütün bunlar, kuşkusuz, demokrasinin tam olarak işlerlik kazanmış olduğu; evrensel insan haklarının, en temel bir hak olarak da ifade ve örgütlenme özgürlüğünün güvence altında bulunduğu toplumlar için geçerlidir.
***
Ülkemizde bugün yaşanmakta olan, yürürlükteki yasaların, yanı sıra da en temel insan haklarının, bu demektir ki hukukun, iktidarı ellinde tutmakta olan güç tarafından gözünü budaktan sakınmazcasına çiğnemesi, tahrip edilmesi, hiçe indirgenmesidir.
Bu iktidarın güç yitimine uğradıkça daha da pervasızlaştığı, kural tanımaz oluşu açıkça görülüyor.
Avukatların meslek örgütleri olan barolara karşı uygulanan polis şiddeti bu kural tanımazlığın günümüzde yaşanmakta olan somut örneğidir.
***
Baro yönetimleri, yine demokrasilerde, özgür seçimlerle oluşur.
Amaçları, öncelikle mesleğe ilişkin özlük haklarını koruyup geliştirmek; yanı sıra da (mesleğin gereği olarak) hukukun en temel ilkeleri konusunda duyarlı olmaktır.
Ülkemizde barolar her iki alanda da başarılı sınavlar vermişlerdir ve vermektedirler.
Zaten yaşanmakta olan sorunun nedeni de tam olarak budur.
İktidarı elinde tutmakta ve giderek de güç yitimine uğramakta olan güç bundan rahatsızdır.
Barolar da ,tıpkı yargının öteki unsurları olan savcılık ve yargıçlık kurumları gibi memurlaştırılmak, daha da açık bir deyişle emir komuta altına alınmak istenmektedir.
İlk aşama ise baroların bölünmesidir. Söz konusu yasa tasarının hedefi budur.
Bu nedenle de bu yasa tasarısı, hukuku bütünüyle siyasetin emir kulu durumuna getirmeye yönelik , Anayasaya ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir girişimin ürünüdür.
***
Baro başkanlarının yürüyüşü bir demokrasi ve adalet yürüyüşüdür.
Savunma hakkını savunma yürüyüşüdür.
Yargı bağımsızlığını savunma yürüyüşüdür.
Hukuku siyasetin buyruğuna sokma girişimlerine izin vermeme yürüyüşüdür.
Bütünüyle hukuku savunma yürüyüşüdür..
Karşılarına kolluk güçlerinin çıkarılması ayıptır ve suçtur.
Türkiye’de demokrasiden yana bütün güçler, aslında bütün bir ülke onların yanındadır.
-Hangi siyasi görüşte olursak olalım,tıpkı hekimler gibi, en sıkışık olduğumuz zamanlarda yardımlarına gereksinin duyduğumuz avukatları yalnız bırakmayalım.
Avukatlar da, hangi siyasal görüşte olurlarsa olsunlar, avukatlık mesleğinin, baroların, bütünüyle hukukun bağımsızlığı için güç birliği yapmalı, şu anda iktidardaki gücün bu mesleği ve örgütünü boyunduruk altına alma girişimlerine geçit vermemelidirler..

Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/24.06.2020

19 Haziran 2020 Cuma

“İYİ BİR YURTTAŞ ARANIYOR”



Şiir çalışmalarım arasında “İyi Bir Yurttaş Aranıyor”un özel bir yeri vardır. Ismarlamayla yazılmış bir şiirler toplamıdır… 1980 darbesinin sonrasındaki ilk aylardan birinde bir gün bir karşılaşmamızda Deniz Türkali “Benim için bir siyasi kabare metni yazsana..” dedi. İstediğinin ne olduğunu tam olarak anlamamış da olsam bir esinle oturup “İyi Bir Yurttaş Aranıyor” adı alında topladığım şiirleri yazdım… Şiirler ortak arkadaşımız Maksut Göksu tarafından bestelendi. Sahneye koyucumuz Rutkay Aziz usta bir iskambil oyuncusunun kartları karıştırması gibi benim sıralamamı el çabukluğuyla değiştirdi. Sahne düzenlemesini Vecdi Sayar gerçekleştirdi.Cem İdiz ve dört kişilik orkestrası eşliğinde Deniz Türkali 23 Mart 1981’de Ankara Sanat Tiyatrosu sahnesinde unutulmaz bir tek kişilik performans sergiledi… Örneğin , hepsi şarkı olmuş şiirlerden “Avrupa’ya Aşk Türküsü”nün “Avrupa anla bizi, sev bizi Avrupa” dizelerini, ironik yakarışlarla, yerlerde sürünürek yorumlaması şu andaymışçasına göz ve kulak belleğimdedir… Oyun defalarca sahnelendi. Sonra İstanbul’a turneye de geldi. Sonraki zamanlarda genellikle amatör topluluklarca da yorumlandı. Metni oluşturan 18 şiir ise, önce oyun öncesinde minik bir kitapçık olarak yayınlandı. Sonra yeni basımlar yaptı . En sonunda da Toplu Şiirler’imin üçüncü kitabı olan “”Kızıma Mektuplar”da yerini buldu… Dinletilerimde bu şiirler toplamından bazılarını arada bir, kimilerini sıklıkla okurum... “İyi Bir Yurttaş Aranıyor” bir baskı döneminin ürünüdür… Eh, pek de farklı bir dönemde olmadığımız için, şiirlerden bazılarını, yerim ancak yeteceği için şimdilik birkaç tanesini ,bu yazıda sizlerle paylaşmak istedim… Ben yaştakilerin biraz o günleri anımsayarak “nostalji” yapması, daha gençlerin belki bir karşılaştırma yapabilmesi için…
***
BİR ÜLKE NEDİR?
Bir ülke nedir diye sordum/Düş kuranın birine/Ülke düşlerdir dedi/Gerisinden bana ne!”(…)Bir ülke nedir diye sordum/Kırda açan çiçeğe/Ülke kokumdur dedi/Gerisinden bana ne!”(…)Bir ülke nedir diye sordum/Gökte uçan şahine/Ülke avımdır dedi/ Gerisinden bana ne(…) Bir ülke nedir diye sordum/Yerde sürünen yılana/Ülke yuvamdır dedi/Gerisinden bana ne!(…) Bir ülke nedir diye sordum/Cebi dolu birine/Ülke paramdır dedi/Gerisinden bana ne!(…)Bir ülke nedir diye sordum/Cebi delik birine/ Şöyle bir süzdü beni/ Dedi ki git işine!”
** *
SAYIN MUHBİR YURTTAŞIN TÜRKÜSÜ
Yurt sevgisi kök salmış yüreğime bir kere/Tipi bozuk şu herifin dur hele(…)Bir yolunu bulup defterini dürmeli/En yakın karakola bildirmeli(…) Ülkeyi kurtaracak bunlar akıllarınca/ Sen önce kendini kurtarsana(…)İşi verenle işçisi bir olur mu/ Hiç beş parmağın beşi bir olur mu(…) Çanlarına ot tıkamalı beklemeden/ Ezilmeli yılanın başı küçükken(…)Yurt sevgisi kök salmış yüreğime bir kere/Tipi bozuk şu herifin dur hele.”
***
AĞIR BAŞLI AYDININ TÜRKÜSÜ
Bu ülke bir gün/Mutlu olacak elbet/Fakat şimdilik/ Biraz sabret(…) Görüşlerimi/Kimseden gizlemem/Fakat şimdilik/Sesimi çıkarmak istemem(…) Özgürlük için/Özveri gerek/ Fakat şimdilik/En iyisi beklemek(…) Görevimdir/Gerçeği söylemek/Fakat şimdilik/Neme gerek…
Yaklaşık kırk yıl öncenin toplumsal gerçekliğinden iz düşümler… Çok şey değişmemiş gibi, ne dersiniz?

Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/17.06.2020



12 Haziran 2020 Cuma

ONURDAŞ

     
               Beni onurlandıran bir yazısı için değerli dostum Yılmaz Özdil’e bir teşekkür mesajı yazarken, “ne mutlu, onurdaşız” cümlesi çıktı kendiliğinden…
           Onurdaş… Bir başka yerde rastlamamıştım bu sözcüğe. Nitekim şimdi bilgisayarda yazarken altındaki kırmızı çizgi bilgisayarın da böyle bir sözcük tanımadığını gösteriyor. Aksi kanıtlanmadıkça buluş bana ait demektir!
                                                   ***
             Son zamanlarda, son yıllarda, ülkemizde pek çok kavram değerini yitirdi.
          Onur bunlardan biri, belki de başta geleni.
          Onur öncelikle özsaygı demektir. İnsanın kendine saygı duyması, eğilip bükülmemesi , inandığı doğrultuda kararlılıkla yürümesi, söylediğiyle  yaptığının birbirini  tutması, tükürdüğünü yalamaması vb…
          Fakat onu kibirle karıştırmamak gerek.
         Kibirli insan, kendinden başkasına değer vermeyen, özeleştiri yapmasını bilmeyen, bencil , bireyci biridir.
        İnandığı dava, tuttuğu yol ne olursa olsun, eninde sonunda yalnız kalacak;  sonu düş kırıklığı,, hüsran, yenilgi, çöküntü olacaktır.
        Onur  kavramın değerini bilen ve yaşayan kişi ise, öncelikle  özeleştiri yapmasını bilir. Onurunu korumanın olmazsa olmaz koşuludur bu… Yanı sıra da  kendisi için olduğu kadar   başkalarının onuru karşısında da duyarlıdır. Kimsenin, düşmanının bile onurunun kırılmasını istemez.
          Çünkü bir insanın onurunun kırılması, bütün bir insanlığın onurunun kırılması demektir.
            Günümüzde kaybolan başlıca değer derken  göz önünde tuttuğum da tam olarak budur.
             Kendisi (ve belki bir kaç yakını) dışında kimse için ciddi kaygı duymama  özelliği..
        Kendini dünyanın, yaşamın odağına koymak. Herkese tepeden bakmak.
           Bugün ülkemizde, hangi toplumsal sınıf ve tabakadan, hangi konumda, hangi yaşta olursa olsun,  pek çok insanımızın böyle bireyci bir savrulma içinde olduğunu düşünüyor, gözlemliyorum.
         Toplumsal yaşamın hiç bir alanında, ciddi, sağlıklı, sakin, yapıcı bir iletişim olasılığı kalmamış gibi…
          Böyle bir duruma gelmiş olmanın  arkasında da, hangi toplumsal konumda olunursa olunsun,  ezilmişlik, aşağılık duygusu vb türünden psikolojik sorunlar bulunduğundan kuşku duymamak gerekir…
                                                    xxx
                                         
          Günümüzde özellikle de siyasetteki kirlenme,  tepeden tırnağa bütün toplumu zehirliyor.
          Köşe dönme, arkadan dolaşma, güçlünün önünde yaltaklanıp güçsüzü ezme, yalan, riya, tehdit, göz korkutma, şantaj, iftira  türünden  sayısız kötülük günlük yaşamlarımızın ayrılmaz  parçası olmuş.
         Yazılı, görsel ve sosyal medya ise  büyük çoğunluğuyla bu kötülüklerin mayalanıp üretildiği ortamlara dönüşmüş.
           Bu nedenle de, böyle bir toplumsal ortamda, bir başka insana, içtenlikle, “onurdaşım” diye seslenebilmek önemlidir….
                                           ***
             Ait olmakla onur duyduğum 1960-1970 yılları  arasında yükselen  devrimci gençlik kuşağından olup da bu onuru taşıyamayanların düştükleri hazin durum gözler önündedir.
          Bu gibilerin,zihinlerinden geçiremeyecekleri, ağızlarına hiç alamayacakları  sözcük herhalde onur sözcüğü olacaktır.
          Birbirlerine “onurdaşım”  diye hitap etmek de herhalde akıllarına en son gelebilecek şeydir.
            Çünkü  onurunu lekeletmiş, ayaklar altına aldırmış, konumuzla ilgili olarak söyleyecek olursak, kalemini, yeteneğini , özgür istencini buyruk altına aldırmış insan, itiraf edemese de, kendisine ve benzerlerine ilişkin olarak bu onur yitiminin  duygusunu taşır…
         Bu gibiler birbirlerine olsa olsa “çıkardaşım” diye seslenebilirler…
     Buna  karşılık, her türlü sıkıntıyı göz alarak, kimi kez yaşamları pahasına haksızlığa,adaletsizliğe karşı ellerinden geldiğince savaşım vermiş ve vermekte olanların  “onurdaş”lığı , insanca bir dayanışmanın ulaşabileceği en yüksek bir aşamadır. 

10.06.2020

3 Haziran 2020 Çarşamba

MENDERES




      Menderes’in başbakanlığındaki Demokrat Partisi yönetimi benim  orta okul ve lise yıllarıma rastladı.
       Aile büyüklerimiz seçim sırasında oylarını sanırım Cumhuriyet Halk Partisine vermişlerdir. Fakat sözünü ettiğim yıllarda aile içinde siyaset konuşulduğunu anımsamıyorum.
       Buna karşılık, Atatürkçü ve yurtsever olmak tartışmasız değerlerimizdi.
        Altmışlı yıllara doğru(lise döneminde) yaşamına edebiyat üzerinden hümanizm girecek, o da beni 60 sonrasındaki sosyalizme hazırlayacaktı.
       Okulda da siyaset konuşulduğunu anımsamıyorum. Ne öğretmenlerden bu yönden telkinler geldiğine, ya da biz öğrencilerin kendi aramızda siyaset konuştuğumuza ilişkin bir anı ya da izlenimim yok.
         Sadece(sanırım daha önce de sözünü ettiğim) tek bir anımı paylaşayım…
            Bir  dersimizde  bir öğretmenimizin, o sırada o şehri ziyaret etmekte olan muhalefet lideri  İsmet İnönü hakkında  küçültücü sözler söylemesini  yüksek sesle protesto ederek sınıfı  terk ettiğimi şu andaymışçasına anımsıyorum. ( Günümüzde bir  gencin yedi yıl önceki bir tweeti nedeniyle yargılandığını düşündüğümde,   anlattığım olay nedeniyle başıma bir dert gelmemiş oluşunu; o günlerde -hiç değilse sıradan, günlük  yaşamda- daha özgür ve korkusuz  olunduğu  sonucuna varıyorum…. 

                                                       ***
  
               
       Demokrat Parti  döneminde işlenen suçlar 27 Mayıs 1960 sonrasında bir bir ortaya dökülecekti.
              Bunların en başında Kore savaşında Amerikan emperyalizminin yanında taraf olmamız gelir.
               Yasaklı Nâzım Hikmet’in orada akıtılan kanların hesabını sorduğu şiirlerini sonradan okuyacaktık.
                Bugün Menderes’i demokrasi şehidi olarak göklere çıkaranlar, örneğin,
“Korede Ölen Bir Yedek Subayımızın Menderes’e Söyledikleri” başlıklı şiiri okumalılar.
                Bir başka büyük suç İstanbul’da yaşayan Rum kökenli Türk yurttaşlarına karşı 6-7 Eylül 1955 tarihinde girişilen, ölümlere ve yaralanmalara da yol açan ve bu insanların her şeylerini  geride bırakarak anayurtları Türkiye’den kovulmalarıyla  sonuçlanan zorbalık, yağma ve çapul hareketinin örgütlenmesidir.  
             Nâzım Hikmet’in vatan haini ilan edildiği, sola karşı 1940’larda başlayan baskı ve zulmün  daha da şiddetlenerek sürdüğü 1950’lerin özellikle ikinci   yarısında, ülkenin tek parti ve tek adam diktasına sürüklenmekte olduğu hiçbir yalanın ve demagojinin örtemeyeceği gerçeklerdir.
             Sözünü ettiğim lise öğrenciliğim döneminde radyolarda  okunmaya başlanan “Vatan Cephesi” listeleri ise,  bıktırıcı can sıkıcılığıyla, şu andaki gibi kulaklarımda ve belleğimdedir.
                 O yılların Menderes’i de, fotoğraflarındaki şık giyim kuşamı, özenle taranmış saçları,  kibar ve uygar görünümüyle bağdaşmayan söylevlerindeki  suçlayıcı sözleri ve ses tonuyla yine şu andaymışçasına belleğimdedir…
          Siyaset insanlarına (ve genellikle insana) bakarken , sözler kadar onları söyleyen kişinin bireysel  özelliklerini de gözlemleyip hissetme  gibi bir özelliğim  o yıllarda da olmalı ki  , 1960’lara  yaklaşan bir süreçteki Menderes’te bir sıkışmışlığın çırpınışlarını  hissettiğimi ve içimde ona karşı bir acıma duygusu uyandığını itiraf ederim…
  
                                                   ***
          Yassıada duruşmalarında , kibar, fakat fazlaca  aşağıdan alışları da sanırım pek çok kişi gibi bana da üzüntü verici görünmüştür.  Tutukluluk günlerinde aşağılandığı, hakarete uğradığına ilişkin söylentiler ne ölçüde doğru, ne ölçüde abartılıdır bilemem. Fakat hiçbir biçimde ve ölçüde kabul edilemez. Yürürlükteki ceza yasasına göre verilen idam hükümlerinin uygulanmasının ise, darbe hukuku bakımından açıklanması olsa bile , insani ve vicdani bir  açıklaması olamaz.

                                                 ***
            Benim için   27 Mayıs darbesi bir  devrimdir..Kimliğimi  o devriminin sonucu olan   1961 Anayasasının sağladığı özgürlük ortamına borçluyum. 
Bunu da yüksek sesle dile getirmekten  onur duyarım. Günahları ve sevaplarıyla tarihe mal olmuş bahtsız bir siyasetçinin adını kullanarak kendi suçlarını örtmek isteyenlerim  çabaları ise boşunadır. Tarih kimi kez geriye doğru gidiyor görünse de asıl ve temel gidiş hep ileriye doğru olmuştur.