26 Ağustos 2012 Pazar

BİR TATİL BELDESİNDEN




      Gerçi bu yazı yayınlandığında tatil sona ermiş olacak, fakat yazıyı yazmakta olduğum şu anda bir tatil beldesindeyim.
     Haydi adını da yazayım: Bodrum
     Sanki sihirli bir çınıltıya sahip bu sözcük.
      Bodrum’un  başka tatil beldelerimizden  daha farklı bir anlamı  ve yeri var gibi..
     Nereden geliyor olabilir bu farklı anlam?
     En başlara, Halikarnas Balıkçısı’na kadar gitmeye gerek yok.
     Zaten şu anda Bodrum ilçesinin ve ona bağlı yerleşim yerlerinin sokaklarını, otellerini, motellerini  dolduran yerli yabancı yazlıkçılardan , ya da Bodrum’u mesken tutmuşlardan  kaç kişi bilir Balıkçı’nın adını ve bu adın anlamını.
      Nedeni ne olursa olsun Bodrum’un bir büyüsü, farklı bir çekiciliği olduğu kuşkusuz.
      Bu, kimlileri için rutubeti az havasıyla,  kimileri için tekne turlarıyla, kimileri için gece kulüpleriyle, kimileri için magazin dünyasının ünlülerinin bu
tatil beldemizi mesken tutmuş olmasıyla ilgili olabilir.
      Bizim  bu yaz bir haftadan azıcık  fazla  tatilimiz için,  çeşitli seçenekler arasından Bodrum’u seçmemiz , birleşik olarak yazılan iki sözcüğün oluşturduğu  tek bir sözcükle ilgiliydi daha çok: Günışığı.
     Şimdi adı “Göltürkbükü” gibi benimseyemediğim bir biçime dönüştürülmüş Gölköy sahilindeki bu otelde on yıl kadar önce birkaç gün kalmıştık.
      Yabancı otel motel adları arasında bu Türkçe sözcük gerçekten de bir inci tanesi gibi ışıldıyordu.
      Tıpkı sahipleri Mehmet ve Ercan kardeşler gibi bu adın da değişmemiş olduğu görmekle ayrıca sevindik.
                                 ***                 ***         ***
     Amacım Bodrum’u değil, bir tatil beldesinde olmayı yazmaktı. Yine de kocaman bir giriş paragrafı Bodrum’a ayrılmış oldu…
     Her ne ise… Ağustos ortalarının serin bile sayılabilecek bir akşamüstüne doğru, kafa kafaya vermiş bir ılgın ve bir palmiye ağacının altındaki bir masada, (Günışığı’nın sahiplerinden Mehmet’in sözleriyle) “karayel gibi esen bir meltem”in  hızlandırdığı dalgaların kesintisiz sesine kulak vererek bu satırları yazmak kuşkusuz ki bir mutluluk…
      Fakat nereye kadar?
      Aklınız ülkenizde ve dünyada  olup bitenlerde…,
   Daha doğrusu bir türlü bitmek bilmeyen, olmaya devam edenlerde…
   Bir tatil beldesinde olmak bunların zihninizden silinmesini sağlamıyor.
   Zaten isteseniz de silemezsiniz…
   Bu bir insan karakteri, kişilik sorunu…

           ***                 ***               ***
    Sürekli olarak bir tatil duygusu içinde yaşayan, ömürlerini tatile çıkmış gibi sürdüren insanlar var mıdır dersiniz?
    Herhalde olmalıdır…
   Bu gibilerin böyle duygular yaşamaları için tatil beldelerinde olmaları da zorunlu olmasa gerek.
      Kafalarını boşaltmaları, kapılarını ve pencerelerini kendi kişisel yaşamları dışında her şeye kapalı tutmaları yeterlidir.
      Bunun gerekçelerini bulmakta da başarılıdırlar.
     Onlara kalırsa,  sen ne yaparsan yap dünya zaten bildiği yolda ilerleyecektir.
      Zaten her şeyi kapkara görmenin de anlamı yoktur…. gibi avuntular, kendini kandırmacalar…
         Bireyciliğin bin bir çeşit kılıfı, gerekçesi…
        
              ***                      ***                     ***

    Bir tatil beldesinde olmak kuşkusuz ki gerekli ve güzel bir şey…
    Fakat  ne kadar mutlu olursanız olun, tatil duygusu da bir süre sonra tekdüzeleşerek can sıkıntısına dönüşmeye başlıyor…
     Bu sürenin uzunluğu ya da kısalığı, yukarıda değindiğim gibi, kişiye göre değişen bir şey…
    Kimileri bütün bir yaşamı tatilde gibi yaşamaktayken, bazı başkaları için bu tatil duygusu birkaç günde sona eriyor…
     Ne kadar yorucu olsa da çağdaş kent yaşamının ritminden  kopamayan,  böyle bir kopmayı kaçaklık ve sonucundaki  kaçınılmaz yozlaşma  sayan  bu ikinci tip insanlar için sanırım en doğrusu, bu bir kaç günlük kesintisiz tatiller dışında kalan yaşamı parçalara ayırmaksızın,  bütünlük içinde yaşamayı başarabilmek…

Ataol Behramoğlu/Pazar Söyleşileri/260812

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

11 Ağustos 2012 Cumartesi

CAMİ ARKASINA GİZLENMEK



      Arapça “cami” sözcüğü, derleyen, toplayan, içine alan, içinde bulunduran anlamına geliyor.
        Müslümanlar bu sözü ne zaman ibadet yeri anlamında kullanmaya başlamış olabilirler, bilmiyorum.
      Yine Arapça “mescid” sözcüğü “Secde edilen yer,küçük cami” demek. Kuran’ın 9. Suresi olan “Tövbe”(ya da Tevbe) Suresi’nin 107. Ayetinde Tanrı tarafından peygamberi Muhammet’e şöyle hitap ediliyor:
   “Zarar vermek, kâfirlikte bulunmak, inananların arasını açmak ,Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük etmek için bir Mescit yapıp ‘Biz ancak iyilik istemekteyiz’ diye yemin edenlerin yalancı olduklarına , şüphe yok ki Allah şahittir.” (“Kuranı Kerimin Türkçe Anlamı”, Milliyet gazetesinin çeşitli kaynaklardan derleterek hazırlattığı özel ek.)
        Söz konusu sureye düşülen dipnotta, sözü edilen mescidin “Medine’de iki yüzlüler tarafından yaptırılan Mescid-i Dırar” olduğu belirtiliyor.
      Benim buradan çıkardığım anlam, cami yaptıranların ille de iyi niyetli kimseler olmadığı, hatta aralarında göz boyamak için bunu yapanların bulunduğu ve bu kâfirliğin, münafıklığın, iki yüzlülüğün İslam peygamberi tarafından da bilindiği ve suçlandığıdır…
     Nitekim bazı başka kaynaklardan da Muhammed’in bazı camilerde namaz kılınmasını yasakladığını, bunları yıktırdığını öğrendim. Merak edenler internette “Kuranda Cami ve Mescit Var mıdır?” başlıklı oldukça ayrıntılı makaleye bakabilirler.
                        ***                  ***           ***
    Türkçemizde cami üzerine söylenmiş pek çok deyim var.
   Bazılarını anımsayalım:
  “İki cami arasında binamaz”, iki şey arasında kararsız kalan kişiyi anlatan güzel bir deyimdir. Ya da ben böyle anlıyorum…
    Yaşlanmış olmasına karşın güzelliğini koruyabilmiş hanım efendiler için “cami yıkılmış ama mihrap yerinde” diye bir deyim türetilmiş…
    “Cami ne kadar büyük olsa da(yani cemaat ne kadar çok olsa da) imam bildiğini okur” diye bir başka deyim var.
    “Caminin(mescidin) mumunun yiyen kedinin göz kör olur” diye bir deyim daha varmış ama, bana zorlama geldi. Fakat anlamı fena değil. Kamu malını yiyen, cezasını bulur demekmiş…
    “Eceli gelen köpek” le ilgili, içinde cami sözcüğünün geçtiği deyimi hepimiz biliriz…
    Bütün bu deyimlerde ve benzerlerinde dikkatimi çeken, hepsinin günlük yaşama ilişkin çağrışımlar içermesi…
     Yani halk camiden korkmuyor, onu bir afralanma tafralanma yeri olarak görmüyor, cami kavramını gösterişle bir tutmuyor… Camiye tıpkı evine girer gibi giriyor , onu günlük yaşamının bir parçası olarak görüyor…  Namaz kılmayı bir gösteriş vesilesi olarak algılamıyor, ya da öyleydi…
   Çocukluğumuzda, yaz günlerinde, bulunduğumuz kentin en büyük camisinin avlusundaki havuzunda serinlemek en sevdiğimiz şeylerdendi…
      Kimsenin kızıp bizi oradan kovduğunu da anımsamıyorum…,
     Çünkü, o yıllarda, çok da eskilerde değil 1950’lerde, İslam dini  bir korkutma, tehdit, çıkar sağlama,  ayrıcalık v b.aracı değil, günlük yaşama ilişkin doğal bir şeydi…
            ***                                         ***                          ***
   Camiyle ilgili deyimlere Sanatçılar Girişimi’mizin öncülerinden sevgili Mehmet Güleryüz bir yenisini ekledi: Cami arkasına gizlenmek…
    Bu deyimi ben çok sevdim ve tutacağından da kuşku duymuyorum…
     Cami arkasına gizlenmek… Yani yaptığın, yapacağın kötülükleri gözden gizlemek için bir paravan, bir gizleme perdesi oluşturmak…
    İnsanların gözünü bu perde ile kapatarak, onları korkutup ürküterek, işlediğin suçları, günahları görmelerini engellemek…
     Böyle bakıldığında, bu perdenin çok büyük, çok görkemli olmasına özenmek, işlenen ve işlenecek suçların büyüklüğü hakkında da fikir verebilir…
        Bu gibilerin yaptırdıkları ve yaptıracakları mekânlar, adı ne olursa olsun kutsal yapılar değil, harcında alın teri sömürüsü, yalan dolan, kan ve gözyaşından başka bir şey bulunmayan, zevksiz taş, toprak, çimento vb. yapı malzemesi yığıntıları olacaktır.
     Tıpkı Tövbe Suresi’nin 107. ayetinde sözü edilen “Mescid-i Dırar” gibi…

Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/110812

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..