26 Eylül 2015 Cumartesi

KURBAN VE BAYRAM


       Bayramlarda genellikle bu kavramın çağrıştırdığı olumlu, güzel şeyler üstüne yazılır.
      Barıştan, kardeşlikten söz edilir.
     Kurban bayramlarında bunu yapmak içimden hiç gelmemiştir.
     Şu andaki duygum da budur.
    Hele, bayramdan bir gün önce, tanık olduğum bir görünüm gözlerimin önünde bütün canlılığıyla durmaktayken…
    Bir aracın bagajından ya da arkasından indirilmiş irice bir koyun  aracın park edildiği depo gibi bir yerin karanlık geri bölümüne  doğru iki kişinin kucağında götürülüyordu…
       Bir başka deyişle iki canlı bir başka canlıyı teslim almış ölümüne götürmekteydi…
       Ölüme götürülmekte olan canlının çaresizliği, mazlumluğu, onun için hiçbir şey yapılamayacak oluşun acısı içimi yaraladı…
         Ölüme götüren canlılarla götürülen canlının arasında, canlı olmak duygusu, yaşama isteği ve istenci, var oluşa duyulan bağlılık bakımından hiçbir fark yoktu…
          Tek fark, birilerinin ötekileri kesip pişirip yemek hakkını kendilerinde görmeleriydi.
          Burada çok büyük bir adaletsizlik olduğundan en ufak bir kuşku duymuyorum…

                                                               ***
       Bir yerde, kesime götürülen bu hayvancıkların “adrenalin” salgıladıklarını okumuştum…
       Konuşamadıkları için yaşadıkları stresi, kaygıyı, korkuyu  dile getirebilme olanakları yok…
      Güçleri yetebildiğince çırpınarak karşı koyuyorlar…
     Her kurban bayramı”nda kasap elinden kaçan boğaların öyküsünü dizi film izler gibi okuyoruz…
     Bir an kendimizi o kaçaklardan birinin yerine koyalım ve hiçbir kurtuluş umudu olmadığını da bilelim.
     Ne yapardık?
    Karşı koymaya gücü yetmeyen ya da  güçleri tükenenler ise, tanık olduğum görüntüdeki gibi, insanın(insan olanın) içini yaralayan bir teslimiyetle kafaları kesilerek öldürülmeye götürülmekteler…
                                                               ***
      “Kurban” sözcüğünün aslı İbranicede “yakınlaşma” anlamına gelen “Korban” sözcüğü imiş.
    Sadece İslam’da değil genel olarak bütün dinlerde “kurban”, söz konusu inanışın tapındığı Tanrı her ne ise ona olan bağlılığın bir simgesidir.
       Tek tanrı inanışından çok önce, en eski puta taparlık dönemlerinde “kurban” geleneğinin etkinliği ve yaygınlığı biliniyor….
          M.Ö. yüzüncü yılda yaşamış  Latin şairi Vergilius’un “Aeneis” destanının   sayfalarının kurban kanlarının lekeleriyle dolup taştığını bu konudaki yazılarımda daha önce de defalarca yazmıştım…
         Yani kurban hiç bir dinin tekelinde ve bu anlamda da kanımca hiç birinin olmazsa olmazı değildir.
        Kimse kusura bakmasın, ya da isteyen kusura bakabilir, fakat ben masum ve mazlum hayvanları herhangi bir dinsel inanış adına kesip şölen yapmayı bugün artık çoktan geride kalmış olması gereken  ilkel bir töre olarak görüyorum…
                                                                  ***
          Okurlarım bunları yazan kişinin bir etyemez (vegetaryen) olup olmadığını haklı olarak soracaklardır.
             Sebze ve meyveye daha çok tutkun olsam da çoğumuz gibi ben de  ne yazık ki  etobur olarak yetiştirildim ve öyleyim…
            Fakat bir canlının, aklı, beyni, yüreği, kendince duyguları olan bir başka canlıyı öldürüp yemesinin insanlığın büyük çoğunluğunca ilkellik olarak görülüp reddedileceği günlerin de er geç geleceğine inanıyorum…


Ataol Behramoğlu/ Cumartesi Yazıları/26.09.15

12 Eylül 2015 Cumartesi

OYUN AÇIK OYNANIYOR



İlk bakışta karışık gibi görünse de azıcık düşünüp bağlantılar kurulduğunda oyunun gözler önünde, sakınmasızca, apaçık oynandığını görmek güç değil.
7 Haziran seçimleri sonrasında bir süre koalisyon masalıyla oyalanan toplum 21Temmuz’da Suruç’taki katliamla derinden sarsıldı.
Bunu, şimdilik sonuncusu Dağlıca’da askere, Iğdır’da polise yönelik katliamlar izledi.
Burada yanıtlanması gereken ilk soru, Suruç’t a otuzdan çok genç insanın yaşamını yitirmesine yol açan canavarlığın kimler tarafından planlanıp gerçekleştirildiği, kimlerin işine yaradığı, yarayabileceğidir.
Asıl korkunç olan belki de, bu katliamın sorumlularının, benzerlerinde olduğu gibi, ortaya çıkarılmamış, nedenlerinin aydınlatılmamış olması; birbirini izleyen cinayetler ve katliamlar sonrasında da yine tıpkı öncekiler gibi toplumun belliğinden silinip unutulmaya yüz tutmasıdır…
***
7 Haziran seçimlerinin kazananı HDP, kaybedeni AKP’dir.
AKP’nin(AKP derken kastımızın öncelikle saraydaki kişi ve yakın çevresi olduğu biliniyor) bu yenilgiyi içine sindiremediği, kabullenemediği açıktır.
Kirli, kanlı,karanlık oyunların çıkış noktası da bu kabullenemeyiştir.
Soruyu tersinden alalım:
Seçim sonrasında ilgili yasa ve uygulamaların gerekleri her ne ise yerine getirilmiş olsa, bugünkü belirsizlik, kaotik ortam yaşanır mıydı?
Ardından sorulması gereken, bu kaotik ortamın kimin işine yarayacağıdır.
Herhalde seçimden başarıyla çıkan siyasal örgütün değil.
Öyleyse?
Olanlar, 7 Haziran seçiminin sonuçlarından hoşnut kalmayanlar arasında,açık ya da gizli, bilinçli ya da bilinçsiz bir işbirliğini akla getirmiyor mu?
Olası işbirliğinin taraflarından biri AKP ise, seçim sonuçlarından rahatsızlık duyarak demokratik ortamın yeniden kanlı bir çatışma ortamına dönüştürülmesinden,başka bir deyişle de silahlı çatışmadan başka kimin, kimlerin çıkarı olabilir?

***
Bir başka soru,1 Kasım tarihindeki zoraki, zorlama seçimin sonuçlarının 7 Hazirandakinden farklı olup olmayacağıdır.
AKP’nin(saraydakinin) beklentisi, hesabı, toplumda PKK ve HDP’nin aynı şey olduğuna ilişkin imajı alabildiğine abartıp güçlendirerek, öte yandan da şoven milliyetçilik sahteciliğini yeniden pazarlayarak HDP seçmenini kendine yöneltmek ya da seçim sandığına gitmemesini sağlamak, bu da olmazsa seçimi yaptırmamaktır…
Bu kirli, kanlı,karanlık hesap tutar mı?
Tutmaması toplumun sağ duyusuna, yanı sıra da HDP ile PKK arasında (görmezden gelinemeyecek, gelinmemesi gereken)farklılaşmanın daha açıklık ve belirginlik kazanmasına bağlı.

***
AKP’den(saraydakinden) ve PKK’dan kurtulmanın yolu:
  1. CHP’nin önümüzdeki seçime sosyal demokrat-yurtsever , özellikle de barışçı-birleştirici kimliğinin gereklerini yerine getirerek girmesinden;
  2. HDP’nin PKK ile arasındaki ayrıma daha açıklık,inandırıcılık kazandırmasından;
  3. MHP’nin uzlaşmasız HDP karşıtlığını(meclisteki son oylamada görüldüğü gibi) yumuşatmasından geçiyor…

7 Haziran seçimi üzerinden çok zaman geçmeden başlatılıp hızla tırmandırılan kirli, kanlı, karanlık oyun nasıl gözler önünde, apaçık bir gerçeklik olarak oynanmaktaysa; yaklaşan yeni seçim öncesinde yapılması gerektiğini düşündüklerim de bana aynı açıklıkta gerçeklikler olarak görünüyor…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/12.09.15

5 Eylül 2015 Cumartesi

MERHAMET



Arapça “rahm” sözcüğünden türetilmiş “merhamet”, acımak, korumak, esirgemek, şefkat göstermek anlamlarının tümünü içeriyor.
Türkçede onu, yerine göre küçümseme anlamı da taşıyabilecek “acımak” sözcüğü tam olarak karşılayamıyor….
Doğa merhamet duygusundan yoksundur.
Yavrusunu seven, koruyan hayvan, bunu içgüdü dürtüsüyle yapar.
Duyguların pek çoğu gibi merhamet duygusu da insana özgüdür.
Daha açıklayıcı bir deyişle, insan olmada bir aşamadır.
Merhamet duygusundan yoksun insan, bir çok başka erdeme(cesaret, kararlılık, çalışkanlık, yardım severlik vb…) sahip olsa bile, bu duygudan yoksunsa, insanlığı eksiktir.
Böyle bakıldığında, merhamet duygusunun insanı insan yapan en temel duygu olduğu bile söylenebilir …

***
Kendi adıma konuşacak olursam, böyle bir duyguyla çok erken bir yaşta tanıştığımı biliyorum…
Sokakta tesadüfen tanık olduğum bir olayda, resmi giyimli birilerince tartaklanıp sürüklenerek götürülürken onlara kendisini ağır biçimde aşağılayıcı sözlerle yalvaran biri için yüreğimde derin bir acı duyduğumda, çok küçük bir çocuktum…
Bu duygu sonraki yıllarda edebiyatla karşıma çıktı…
Tek tek örnekler uzun bir liste oluşturur…
Merhamet duygusunu öne çıkaran edebiyata hümanist edebiyat diyoruz…
Şimdilerde izine pek de rastlanmayan bir edebiyat türü yani…

***
Merhamet duygusunun edebiyattan kovulması onun toplumsal yaşamdan, tek tek yaşamlarımızdan dışlanmasının sonuçlarından biri olsa gerek….
Merhametsiz bir dünyada yaşamaktayız.
İnsanların birbirine karşı acımasız, sevgisiz olduğu bir dünya bu.
Her zaman böyle miydi bilemem…
Fakat bilimin, teknolojinin akıl almaz bir hızla ilerlediği son bir iki yüzyılda, başta merhamet olmak üzere insanı insan yapan duyguların aynı hızla ilerlemek şurada dursun, gerilediği, yine başta merhamet olmak üzere yok olmaya yüz tuttuğu gözle görülür bir olgu…
Bu insanlık, vahşi ve üstelik bilimle donanmış bir hayvan dünyasından giderek farksızlaşıyor…
Abartmıyorum. Topluca yok oluşa doğru bir gidiştir bu…

***
Bu acı ve acıtıcı sözleri, ülkemizin ve dünyanın eğlence merkezlerinden Bodrum’da sahile vuran, bebeklikten henüz çıkmış ölü çocuğun gözlerimde ve yüreğimdeki görüntüsüyle yazmakta olduğumu tahmin edersiniz…
O çocuğun, çocuklarımızın, çocukluğumuzun, insanlığımızın katilleri, merhamet duygusundan yoksun bir çıkar ve sömürü düzeninin ülkemizdeki ve dünyadaki her türden, her çeşit temsilcileriyle, yine her türden ve her çeşit, suskun ve tepkisiz insan sürüleridir…






Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/05.09.2015