25 Nisan 2015 Cumartesi

AÇIK KONUŞALIM


Üstü kapalı konuşup yazmaktan zaten hoşlanmam.
Fakat belli ki bazı konuları daha açık seçik anlatmak gerekiyor.
Bunu, son iki yazımla ilgili olarak hakaretler yağdıran düşük düzeyli bir kaç kişi için değil; HDP’li olsun olmasın bana gerçekten değer veren, şiirlerimi seven,fakat yazılardaki bazı görüşlerden incinen dürüst ve iyi niyetli okurlarım için yapıyorum.
***
Az önce üşenmeyip söz konusu iki yazıyı bir kez daha okudum.
Görüşlerimi şu anda da aynen tekrar ederim.
Bu yazılardan, iyi niyetinden kuşku duymadığım bir okurumun suçlayıcı sözleriyle “Oyunuzu HDP’ye vermeyin de kime verirseniz verin” diyormuşum gibi bir sonuç çıkarmak acaba nasıl bir aklın ve duygunun sonucudur?
Ben, “kendi payıma” vurgusuyla, HDP’ye oy vermek için bir neden görmediğimi belirtmiş ve nedenlerini de tek tek açıklamıştım.
Bu partinin elbette, küçümsenemeyecek sayıda bir seçmen tabanı var ve bu da kuşkusuz demokrasinin, çok partili siyasal sistemin doğal sonucu ve gereğidir.
Benim sorularımı yönelttiğim çevreler, HDP’li olmadıkları halde önümüzdeki seçimlerde bu partiye oy verilmesi çağrısında bulunanlardı.
O sıradaki gerekçe ağırlıklı olarak, HDP’nin barajı aşamaması durumunda oyların AKP’ye gideceğiydi.
HDP Seçim Bildirisinin açıklanmasından sonra bildirideki demokratik hedefler, Türkiye partisi olma vurgusu, denebilir ki daha ağırlık kazandı ve HDP bir anda neredeyse demokrasi savaşımının öncü örgütü konumuna yükseltildi…
Şimdi bu yeni durumu biraz irdeleyelim…
***
Söz konusu seçim bildirisindeki demokratik hedeflere herhalde aklı başında kimse karşı çıkmaz, çıkamaz.
CHP’nin, AKP’nin, MHP’nin seçim bildirilerinde de benzer ilkelerin bulunmasında şaşırtıcı bir yan olamaz.
Kitle partilerinin açıklamalarında halka hoş gelecek sözlerin, vaatlerin sıralanması doğaldır.
HDP’nin zaten yapması gereken ve yaptığı da budur…
Gelelim Türkiye partisi olma konusuna…
Türkiye “ortak vatan”mış…
Ortak vatan diye bir şey yoktur, vatan vardır…
Demagojiye sapmadan ve sövüp saymadan, berrak akılla düşünüp açık seçik konuşalım:
Ortaklık rıza ile bir araya gelip ve eğer yürümüyorsa yine rıza ile ayrılma demektir.
Şirket gibi bir şeydir.
Vatan şirket olmadığı gibi yurttaşlık da şirket üyeliği değildir.
Durup dururken ortak vatan demek, biz ayrıyız, farklıyız, ama birlikteyiz, ayrılmıyoruz, fakat gerekirse ayrılırız demenin bir başka ifadesi, farklılığın vurgulanışının daha üstü örtülü dile getirilişidir….

***
Açık seçik konuşmayı sürdürelim…
Bütün ulus devletler için olduğu gibi ve belki birçoğundan daha da çok, Türkiye bir çok etnisitenin kaynaşmasından oluşmuş bir sentezdir. Hangisi olursa olsun ulus devletlerin hepsi kendilerine özgü farklılıkların sentezidir. Sentezin, alaşımın olduğu yerde ortaklık boş laftır. Demokrasinin, çoğulculuğun değil,ayrılıkçılığın örtülü dile getirilmesidir.
Ulus devletleri oluşturan unsurlar birbirinden ayrılmaz mı?
Ayrılır.
Bunun koşulu, farklı etnik toplulukların farklı yerleşim yerlerinde, ekonomik bakımdan birbirine muhtaç olmaksızın, dil ve kültür düzeyleri arasında uçurum bulunmaksızın, zaten ayrı birer devlet gibi topluca yaşamakta olmalarıdır..
İspanya, Çekoslavakya, Balkan Ülkeleri, Belçika, İsviçre, bazı bakımlardan İrlanda, İskoçya için durum budur…
Sömürgelerin kurtuluş savaşları da(Mozambik-Portekiz ,Cezayir-Fransa , Kongo-Belçika vb.) yine kendine özgü konulardır…
Türkiye’de etnisiteler olgusu ne yapalım ki bütün bunların hiç birine benzemiyor…
Çözüm mü?
Çözüm, ortak vatanda değil vatanımızda, etnik sorunsalı değil ,emperyalizme, sömürüye, ekonomik eşitsizliğe; zulmün,ayrımcılığın her çeşidine karşı savaşımı yükseltmektir…
Faşist, demokrasi karşıtı bir pranga olan seçim barajı konusuna gelince…
Sadece HDP’nin değil, başta Vatan Partisi olmak üzere toplumda ciddi karşılığı olan her partinin bu engeli aşmasını elbette istiyorum. ..


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/250415



Bu Cumartesi ve Pazar İzmir Kitap Fuarındayım. 28 Nisan Salı saat 19.00’da ise, sanatçı dostlarımla İzmir Fuarı İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde gerçekleştireceğimiz “İzmir Şiire Yakışıyor” gecemize bütün okurlarımı bekliyorum… 

18 Nisan 2015 Cumartesi

NEFRET SÖYLEMLERİ


“HDP’ye Oy Vermek” başlıklı geçen haftaki yazım olumlu karşılıkların yanı sıra olumsuz tepkilere yol açtı.
Destek mesajları genellikle ölçülü bir dille yazılmış teşekkür sözleriydi.
Olumsuz tepkiler arasında da üzerinde düşünülmeye değerler olmakla birlikte bazıları aşağılayıcı sözler, hakaretler,sövgülerdi.
Seviyeyi görmek bakımından rnek olarak birkaç tanesine bakalım:

“ Lanet olsun senin şiirlerini okuduğum günlere. (…) Pis kalemini lütfen önümüzden çek.Kürt düşmanı çakma solcu. Seni göreceğime bildiğim düşmanı görmeyi tercih ederim.Kalemin batsın.”
“Abi yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var part-2 çıkacak mı yoksa o şiirden beri sığır gibi yatıyor musun”
“İnsanlığa yakışmıyorsunuz”.
“ Seninle aynı topraktan olduğumuz için ilk kez utanç duydum..”
“ Sizden alâ faşist yok Ataol Bey'ciğim “ vb…

Doğrusunu söylemek gerekirse, az önce “twitter”ı gözden geçirdiğimde, çoğalan destek mesajlarının ve “retweet”lerin yanında yukarıdakilerin sözü edilmeye değmeyecek kadar az sayıda kaldığını gördüm. Yine de düzeysizliğin, sığlığın ve körü körüne bir düşmanlığın hedefi olmak insanı ne de olsa üzüyor. Bu üzüntü, internette de yazdığım gibi, kendi adıma olmaktan çok daha fazla ülkemiz içindir.


***
Geçen haftaki yazımda söylediğim özetle şuydu:
Sözü edilen siyasal hareket, dinci-faşist yönetimin baskıları karşında laf üretmekten, çoğu kez de suskun kalmaktan ya da (Ergenekon’da, Balyoz’da, Gezi’deki gibi) açık ya da dolaylı destek olmaktan başka demokrasi adına ne yaptı ki, demokrat-liberal-sosyalist vb. olduklarını düşünen kimi kişiler ve çevreler gelecek seçimde bu partiye destek oyu istiyor?
Sözü edilen bu siyasal hareketin gelecek parlamentoda bu iktidarla işbirliği yapmayacağının güvencesi var mı?
Türkiye partisi olmak istediği söylenen bu siyasal hareketin, etnik ayrım gözetmeksizin bütün emekçileri inleten toplumsal adaletsizliğe karşı ne gibi somut etkinlikleri olmuştur?
Son olarak da,kendi gücünle yapamadığın şeyi, ilkelerini benimseyip benimsemediğin belli olmayan bir başkasının yapacağını ummak, bunu ondan beklemek, bu nedenle de ona destek çağrısında bulunmak oportünizm değil midir?
Ha, bu partiye destek isteyenler, kendilerini onun yandaşı, sempatizanı olarak görüp –tanımlıyorlarsa, yolları açık olsun demekten başka ne söylenebilir…
Şimdi bu sözlerimin, faşizmle, insanlığa yakışmamakla, utanç vesilesi olmakla, başkaca hakaretler ve düşmanca sözlerle, bütün bu nefret söylemleriyle ne ilgisi var?
***
Bence bu ilgi, dar görüşlülüğün, sığlığın, kötü niyetliliğin yanı sıra, Kürt sorunu konusunda anlaşmazlığımızın sonucudur.
Kürtlere, ya da herhangi bir başka halka düşman olmadığımın,olamayacağımın şiirlerimden, yazılarımdan, ilk gençlik dönemlerinden bu günlere yaşamım boyunca bütün etkinliklerimden, eylemlerimden sayısız örneğini sıralamaya tek bir yazı içinde olanak olmadığı gibi böyle bir şeyi gereksiz ve ayıp sayarım.
Bu konuda benim biricik kaygım, yine pek çok yazımda dile getirdiğim gibi, bu coğrafyadaki biricik laik ve bütün eksiklerine karşın çağdaş ve uygar dünyanın üyesi bir ülkeyi, Türkiye’yi, dağılıp parçalanmaktan, yok olmaktan korumak duygusudur.
Bizdeki etnisite sorunları, ne İspanya, Çekoslovakya, Balkanlar vb. ülkelerdeki ayrılma süreçleriyle, ne İrlanda vb. ülkelerin ayrılıkçı savaşımlarıyla, ne de Mozambik, Cezayir vb. gibi sömürge halkların bağımsızlık savaşlarıyla aynılık taşıyan, apayrı bir olgudur.
Karşılıklı küfürleşme ve tehditleşme yerine soğukkanlılıkla, bilimsel akılla irdeleyip çözüm aramak gerekir.
Bunu öncelikle yapması gereken de, ideolojik programının temeline etnisite sorununu yerleştirmiş olan ve bu gün kendileri gibi düşünmeyenlerin de desteğini bekleyen siyasal harekettir.
Bu siyasal harekete yakın geçmişteki gibi “yetmez ama evet” mantığıyla destek isteyenlerin acınası durumu ise, sanırım öncelikle “kişiliklerinde azımsanamayacak miktarda bulunan oportünizm mikrobu”nun sonucudur.


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/180415


11 Nisan 2015 Cumartesi

HDP’YE OY VERMEK


Şimdilerde bir moda var: Önümüzdeki genel seçimlerde HDP’yi desteklemek. Nedeni, eğer bu parti barajı aşamazsa ona verilecek oyların AKP’nin hanesine yazılacak olması.
HDP’nin doğal seçmenine bir diyeceğim yok. Anlamaya çalıştığım,HDP’li olmadıkları halde yukarıdaki gerekçeyle bu partiye oy verme çağrısında bulunan kişiler ve çevrelerin dayandığı mantık.
İnce hesaplara, yüksek entelektüel usa vurmalara benim aklım pek ermiyor.
Bu konuda da bunlardan önce bazı basit sorulara yanıt bulmaya çalışıyorum.
Öncelikle, HDP kime ve neye güvenerek seçimlere parti olarak girme kararı aldı? Bir başka deyişle, barajı aşacağı güvencesini nereden alıyor? Barajı aşamayıp parlamento dışı kalırsa ülkede neler olabileceğinin hesabını yaptı mı? Bu ve benzer sorulara yanıt aramaksızın, aman oyumuzu HDP’ye verelim, yoksa AKP başkanlık sistemi getirecek telaşı ve çağrısı bana anlamsız görünüyor.

***
Sadece anlamsız mı? Bu çağrı gizli bir tehdit de içeriyor: Eğer HDP’ye oy vermezsen, demokrat değilsin. Ulusalcısın, şusun busun. Biz bu filmi Cumhurbaşkanlığı seçiminde, onun da öncesinde anayasa referandumu oylamasında görmedik mi? Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP eş başkanının konuşmalarından pek etkilenerek ya da zaten bu konuda baştan kararlı olarak ona oy verenler, bugün saray görünümlü gecekondusunda oturmakta olan kişi cumhurbaşkanı olarak parlamentoya girerken oy verdikleri kişinin onu ayakta alkışladığını gördüklerinde acaba ne hissettiler? Dahası, verdikleri oylarla bugünkü cumhurbaşkanının seçilmesine katkıda bulunduklarını düşünüp bir özeleştiri yaptılar mı? Hiç sanmam. Çünkü bunu yapmış olsalar, şu andaki konumlarında bulunmazlar, biraz daha düşünme gereği duyarlardı.


***

Şimdi sorularımı HDP üzerinde yoğunlaştırıyorum:
Demokrasi savaşımında bu partiye güvenmem için bir neden var mı?
Dinci-faşist partiyle ve onun değişmez lideriyle iş ve ağız birliği içinde çözüm arayışında olan parti bu değil mi?
Ortağına arada bir yönelttiği çakma eleştirilerin gerçekliğine ve samimiyetine neden inanayım?
Bu parti, AKP’nin iktidar oluşundan bu günlere ülkemizin üzerine karabasan gibi çöken faşist baskı ve saldırılara karşı, laf üretmekten başka ne yaptı?
Nasıl alçakça planlar olduğu şu günlerde artık herkesin görebileceği açıklıkta ortaya dökülen Ergenekon ve Balyoz faciaları yaşanmaktayken, ne gibi karşı duruşlar sergiledi?
Gezi başkaldırısı günlerinde tutarlı bir duruşu oldu mu?
HDP’nin hangi demokrasi kahramanlığından söz ediliyor?
Bu partinin Türkiye’de gerçek bir demokrasi için kaygı taşıdığına inanmam için ne gibi nedenler bulunmakta?
Asıl amacı ve hedefi, ulusal bütünlük içindeki bir etnisitenin, ekonomik ve sınıfsal olmaktan kat kat daha çok kimlik sorununda odaklanan bir siyasal hareketten, ülkenin bütününde demokrasi için savaşım vermesini düşünüp beklemek nasıl bir mantığın ürünüdür?


***
Yazıya, “şimdilerde bir moda var”diye başladım… Bu modadan yeni Cumhuriyetimiz de bir ucundan etkilenmiş olmalı ki, 900’den fazla sanatçı ve aydının HDP’ye destek çağrısına bu konulardaki alışılmış tutumundan daha farklı, altını daha çok çizerek yer verdi. Kimsenin aydınlığını tartışamam. Fakat acaba destekçiler içindeki birkaç değerli yazar ve sanatçı sayısı bu abartılı rakamın haber başlığına çıkarılmasını hak edecek düzeyde miydi?

***
Ben, kendi payıma, HDP’ye oy vermek için hiçbir neden ve gerek görmüyorum.
Barajı aşamazsa, oylar AKP’ye gidecek ve ülkede demokrasinin kökü bütünüyle kazınacakmış.
Böylesine zavallı, teslimiyetçi, edilgen bir gerekçe, bana sadece utanç verici görünüyor.
Sonuçta olabilecekleri, başta HDP olmak üzere, önümüzdeki seçimleri bu Rus ruletine çevirenler düşünsün.

Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/110415



Bir duyuru: Okurlarımı, sevenlerimi ve sevmeyenlerimi, yarın(Pazar)15.00’te, Caddebostan Kültür Merkezindeki 50. sanat yılı şölenine bekliyorum.

4 Nisan 2015 Cumartesi

TERÖR


Çağlayan adliyesinde bir savcı( onu rehin alanların mı, polisin mi namlusundan çıktığı henüz bilinemeyen) kurşunlarla katledildi.
Polisle çatışmada, “terörist” olduğu söylenen iki kişi de yaşamını yitirdi.
Emniyet Genel Müdürlüğü önündeki “çatışma”da da yine “terörist” olarak nitelenen bir genç kadın “ölü olarak ele geçirildi”. İki polis memuru hafif yara aldı…
Konuyla ilgili pek çok makalede “terörizm” ağız birliğiyle lanetlendi.
Haklı olarak çeşitli kuşkular dile getirildi.
Görebildiğim bazı yazılarda yine haklı olarak “devlet terörü” kavramı üzerinde de duruldu…
Siyasal iktidarı ele geçirmiş olan kişinin, çevresiyle ve medyasıyla, bu şiddet olaylarını, ölümleri, ülkeyi daha da karanlığa gömmek için kullandığı görüldü ve vurgulandı…
Toplum bütün bunları aydınlık bir akılla, açık bir zihinle görüp değerlendirebiliyor mu, yaşanmakta olan süreçlerde bu pek mümkün görünmüyor…


***
Uzun açıklamalara girişmeden “terör” kavramı üzerinde duralım…
Sözcük, “bilinmeyen ve öngörülemeyen bir tehlike karşısında duyulan aşırı korku,kaygı, dehşet” anlamına gelen Latince “terror” kelimesinden türemiş…
Önce Fransızcaya, sonra başka dillere geçmiş. Daha sonra da önüne “devlet” sıfatı eklenerek “devlet terörü” kavramı türetilmiş…
Yani terör, siyasal erki sarsmaya yönelik bir şiddet hareketi oluşunun yanı sıra, bu erkin toplum üzerinde uyguladığı şiddet olarak da tanımlanmış…
Son günlerde İstanbul’da yaşanan ve “terör” olarak nitelenen olayları bu açılardan, nesnel kalmaya çalışarak gözden geçirelim…


***
Kafama öncelikle takılan soru şu:
Bir hasma, hasım olarak görülen kişi, kurum ya da çevreye yöneltilen şiddet ve kıyım hareketi, “terör” kavramına ne kadar uymakta?
Böyle bir “eylem”i “terör” olarak nitelediğimizde, doğrudan hasım olmayan halk topluluklarına yönelik şiddet ve kıyımları nasıl niteleyeceğiz?
Hepsine terör eylemi deyip geçecek miyiz?
Belli ve somut amaca yönelik, ya da hasım olarak görülen kişi ya da çevreden intikam almak için girişilen şiddet hareketiyle “günahsız” halk topluluklarına karşı uygulanan şiddet, cinayet ve kıyımlar aynı “terör” kavramı içine konulabilir mi?
Bu soruyla amacım haklı ya da haksız terör ayrımı yapmak değil, biraz ezber bozmaya çalışmak, kavramlar üzerinde düşündürmektir…
Terör bence öncelikle, hiçbir suçu ve günahı olmayan, doğrudan hasım olarak görülmeyen halk kitlelerine karşı uygulanan şiddet hareketidir …
Her türlü şiddet hareketini terör olarak niteleyip adlandırmak bana kalırsa kafa ve kavram karışıklığıdır…

***
Şiddetin, cinayetin, kıyımın her türüne karşı olmak anlaşılır bir şeydir.
Doğrudan hasım olmayan topluluklara karşı, korku ve kaygı yaratmak için girişilen cinayet ve kıyımlar, siyasal amaç ne olursa olsun, cinayettir, alçaklıktır.
Buna karşılık, insanlık tarihi boyunca,yüzyıllardır, belki bin yıllardır süren “devlet terörü” ortadan kalkmadıkça, adına “terör” dense de denmese de, şiddet ve intikam
girişimlerinin önüne geçilemez…
Bu türden girişimler de kuşkusuz eleştirilmeli, kınanmalı, sorgulanmalı, iktidarın baskı ve şiddet uygulamalarını daha da arttırmasına, “devlet terörü”ne bahane oluşturduğu görülüp vurgulanmalı, fakat bu yapılırken” terörist devlet”le ağız birliği içinde olmamaya da özen gösterilmelidir.
Çünkü hiçbir terör ve terörist, devlet teröründen ve devletin tepesindeki teröristlerden daha tehlikeli ve tahrip edici olamaz…





Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/040415