30 Mayıs 2015 Cumartesi

SEÇİME ON GÜN KALA


7 Haziran’a on günden daha az zaman kaldı.

Olası sonuçlar konusunda herkes kendi mizacına, isteğine, bilgi birikimine göre bir şey söylüyor.

Az çok görüş birliğinde olunan olası sonuç iktidardaki partinin küçümsenemeyecek ölçüde oy yitireceği(yüzde kırka doğru gerileyip belki onun da altına düşeceği), ana muhalefet partisinin yüzde otuza doğru yükseleceği, MHP’nin bir miktar oy kazanacağı, HDP’nin seçim barajı denilen faşist engeli aşacağı yönünde.

Bu yaklaşık olarak çoğunluk görüşünde bir tek MHP’nin oylarını arttıracağı konusunda kuşkuluyum.

Çünkü yöneticilerinin keskin demeçleri dışında bunu hak edecek bir muhalif etkinlikleri görülmedi.

Normal koşullarda iktidardan tepetaklak düşmesi ve yöneticileri yargı önüne götürülmesi gereken AKP’nin, seçimden birinci parti olarak çıksa da iktidarını aynı oy oranıyla sürdürmesi olağan dışı bir durum olur.

CHP ön seçim gerçekleştirmesi ve seçim bildirgesiyle önemli puan kazandı. Onun da oylarını arttırmamamsı olağan dışı bir sonuç olacaktır. (Ben oylarını önemli ölçüde arttıracağı kanısındayım.)

HDP’nin ajandası bence öncelikle özerklik, ardından bağımsızlıktır..

Buna karşın bu partinin barajı aşması gereklidir, aşmalıdır ve aşacaktır da.

Bu konuda bana sövüp sayanların yanı sıra, alkışlayanlara da bir çift sözüm var.. Ben hiç kimseye bu partiye oy verin ya da vermeyin demedim ve demem. Sadece kaygılarımı dile getirdim. Bu da bağımsız düşüncenin hakkı olsa gerek.

Yukarıdaki genellemelere Vatan Partisini ekleyeceğim. Bu partinin de toplumda ciddi bir karşılığı olduğu kuşkusuzdur ve seçimlerde bunun karşılığını görmesi beklenir. Önceki seçimlerden birinde barajı aşsın diye MHP’ye oy dilenen bir takım liberallerin ve solcu eskilerinin Vatan Partisine küçümseyici ve düşmanca bakışlarını anlamak kolay olmasa gerek…




***

Bu söylediklerimde her hangi bir yenilik olmadığını biliyorum.

Asıl söyleyeceklerime şimdi geliyorum.

Geçen yılın yazılarından birinde 2015’in ülkemiz için bir umut yılı olduğunu yazmıştım.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin bizim çevrelerde yarattığı karamsarlık havasına rağmen, ben bu inancımı daha da güçlenmiş olarak sürdürüyorum..,

Bu inancın nedeni şu ya da bu partinin önümüzdeki seçimdeki olası başarısı ya da başarısızlığı değil, toplumsal yaşamda duyumsadığım gerilimdir.

Ülkemiz Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu ölçüde bir pisliğe, yalana batmamıştı.

Fiziksel-maddi yaşamda olduğu gibi toplumsal yaşamda da nesnelerin bir dayanma, direnme sınırı vardır.

Ardından kırılma, taşma, parçalanma gelir.

Ülkemizin, pek çok insanımızın bu sınırda olduğunu hissediyorum.

Bu benim. kişisel isteğimin üstünde bir duyumsama…

Toplum bilimciler,ekonomistler böyle bir kırılma, taşma, parçalanma ve ardından gelecek dönüşüm sürecini kendi disiplinlerinin bilgisi ve sözcükleriyle açıklayacaklardır.

Ben bu olguyu bu bilgilerden çok daha fazla, yarım yüzyılı aşkın bir süredir ülkemizin bütün toplumsal dönüşüm süreçlerini yaşamış bir sanat adamı, bir şair olarak duyumsuyorum.

Bu kadar ahlak dışılığı hiçbir toplum daha fazla taşıyamaz. Kötülüğün önünde iyilik, zorbalığın karşısında cesaret, yalanın karşısında doğruluk daha fazla gerileyemez…

Önümüzdeki seçimlerin sonucu ne olursa olsun, parlamento asla aynı parlamento, Türkiye asla aynı Türkiye olamaz, olmayacak.

Toplumsal yaşam bütün alanlarda daha kararlı, daha bilinçli, daha gözü pek önderlerini bekliyor…

Bu önderler vardır ve yeni koşullarda yenileri de çıkmakta gecikmeyecektir…

Ülkenin üstüne çökmüş pis kokulu karanlığın yok olması; kötülüğün, yalanın, yurt hainliğinin zaten çürük temeller üzerindeki egemenliğinin yıkılıp gitmesi

inanın ki an meselesidir.

Yeter ki tek tek ve topluca daha kararlı, daha gözü pek olmayı; kötülüğün kaçınılmaz çöküşüne, iyiliğin önlenemez yükselişine inancımızı her zaman,her koşulda canlı tutmayı başarabilelim…




Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/30.05.15

23 Mayıs 2015 Cumartesi

YENİ BİR SAYFA


Yeni bir sayfa açtım kalbimde
Apak, pırıl pırıl bir sayfa.
Bir kır kahvesi bulup sonra
İlişip tahta bir sandalyeye
İğreti,tahta bir masada
Bir sarman resmi çizdim sayfaya.
İri, yeşil gözleriyle sarman
Yüzüme dikkatle bakıp bir zaman
Sıçrayıp çıktı sayfadan
Birlikte yürüdük sonra.


Kulak paralayan çığlıklarla
Cankurtaranlar geçiyordu bir biri ardına
İnsanlar, arabalar, sokak köpekleri
Kediler, kuşlar, dilenciler
Birbirine karışmıştı.
Piramitlere taş taşıyan köleler
Kapkara, kir pas içinde
Yeni yüklerini çekiyorlardı.
Gazetelerden kan sızıyordu.
Sahte gülüşler, kahkahalar
Gözyaşları bir aradaydı.
Sövgüler, övgüler, yalanlar, doğrular
Yitirip anlamlarını
Sanki aynı şey olmuşlardı.
Ve bu sarsak, sersem kalabalıkta
Herkes yapayalnız gibiydi.
Sarman sıçrayıp döndü sayfasına.
Büsbütün yitip gitti sonra.




Aynı şeyleri, aynı sözlerle
Aynı ses tonuyla tekrarlamaktan
Daha anlamsız ne olabilirdi?
Sıkılmıştım bu tekrarların
Doğrusundan da eğrisinden de.
Bir sövgü kalabalığında
Ve aptallık korosunda
Şarkın yitip gidiyorsa
Nasıl devam edilebilirdi?




Sayfadan silinip giden
Sarman gibi olmak istedim bir an.
İçime sinmedi yine de.
Uyandım kötü, karanlık
Kâbuslu bir uykudan.
Kalbimde açılan yeni sayfayı
Köşe yazısı olarak
Göndermek için gazeteye.



22.5.2015

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Kocaeli’den izlenimler

Gebze-İzmit seçim öncesi izlenimlerim öngörülen vuruş sayısını aştığı için CHP Kocaeli İl Başkanlığı’ndaki görüşmelerimin notları Cumartesi köşesine kaldı. Onları da özetlemezsem bu ilimizden seçim öncesi izlenimlerim eksik kalırdı.
***
Gebze CHP ilçedeki gibi aynı heyecan ve özgüven dalgasının yükselmiş olduğu görülen il başkanlığında görüştüğümüz emekli coğrafya öğretmeni Başkan Cihat Altunyuva konuşmasına, umutluyuz, kararlıyız, inançlıyız diyerek başladı... 
Sayın Altınyuva’ya göre süreç farklı gelişmekte... Bir önceki seçimde AKP 7, CHP 3, MHP 1 milletvekili çıkarmıştı. Şimdi hedef en az 5 milletvekili çıkarmak ve birinci parti olmak. Geçen seçimde az oy farkıyla 4’ü kaçıran CHP Kocaeli örgütü genç seçmenleri kazanmak için çalışmalar yapıyor... 6 milletvekili kazanmak hedefi bile söz konusu... 
Sandık görevi için çoğunluğu kadın çok sayıda başvuru olduğunu söyleyen Altunyova, “Korku algısını yıktık” diyor ve ekliyor: “Şimdi AKP’yi yıkacağız...” 
Tayyip Erdoğan geçen hafta Koceli’ndeymiş. Trafik felç olmuş. Sanayide (Pirelli) çalışma durmuş. Erdoğan zaten açılmış yerleri bir daha açmış... Kocaeli yerel basını patron bakımından çoğunlukla AKP’nin elinde olmasına karşın kent gerçeğini yansıtmak zorunda kalarak bu duruma ağır eleştiri yöneltmiş... 
Altunyuva’nın HDP ve baraj konusunda düşünceleri ise yüzde on seçim barajının ilkellik olduğu, aslında seçim barajı diye bir şey olmaması gerektiği yönünde... 
***
Kadın Kolu Başkanı, Yüksek Jeoloji Mühendisi Hülya Yolcubal’ın sözleriyle Kocaeli’nde CHP eliyle ciddi bir kadın ordusu kurulmuş... Sandıklara “cephe”, sandık gözlemciliğine “sandık ordusu” adı verilmiş... 
Yolcubal’ın inançla ve tutkuyla dile getirdiği görüşler, kendi sözleriyle ve özetle şöyleydi: 
“Kadın, Türk tarihinde son 6 yılda olduğu kadar hırpalanmadı. Sapık zihniyetler desteklendi. Halk düşünme yeteneğini kaybetti. Diyanet’in, eğitimin durumu ürkütücü... Medeni Kanun’a sahip çıkmalıyız... Kılıçdaroğlu’nun bu dönem söylemleri çok güçlü. Anadolu kültürü mozaik gibi değil kilim gibidir, iç içedir. Mozaik kırılır... Bu tarih, bu kültür, ebruya da benzer... Bileşenlerini birbirinden ayıramazsınız... AKP’ye oy veren muhafazakâr Kürt seçmen, bu kez HDP’ye yönelebilir... AKP bir korku hükümetidir. HDP barajı aşsa da aşmasa da kargaşa çıkmamasının tek yolu CHP iktidarıdır.”
***
CHP Kocaeli İl Merkezi’nde Gençlik Kolu Başkanı Gökhan Orhan’la da konuştuk. 
Bu genç adamda da CHP’lilerde Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında genellikle görülen karamsarlık havasının silinmiş olduğunu gördüm. 
Parti meclisinde gençlik kontenjanından yedi arkadaşlarının bulunduğunu söyleyen Gökhan Orhan, CHP’nin sırtında çok ağır bir miras taşıdığını, bu mirasın Cumhuriyetimizi koruma sorumluluğu olduğunu belirtiyor. Bölgede CHP’yi nasıl birinci parti yaparız çalışması içinde olduklarını söyleyerek “Taşın altına elimizi değil kafamızı koymamız gerek” diyor... Bir soruma yanıt olarak, TGB ile özellikle de liseli kesimle ortak çalışmalar yaptıklarını, onlara yer sıkıntınız olursa toplantılarınızı bizim örgütte yapabilirsiniz dediklerini, AKP’li gençleri bile yanılgılarından kurtarmak için arkadaşça çaba harcadıklarını söylüyor... 
Kocaeli’nde CHP’nin bugünkü durumunu ise bir örnekle şöyle özetliyor: 
“Gebze Beylik Mahallesi CHP’ye darbe vuran, hakarete uğradığımız bir mahalleydi. Seçim bildirgesinin yayımlanmasından sonra orada bile durum değişmeye başladı…”
***
Kocaeli’den ayrılmadan önce son olarak konuştuğumuz İzmit İlçe Başkanı, iktisatçı Mehmet Ümit Küçükkaya, gerçekten bilgili, donanımlı bir aydın. 
Onun görüşünce de CHP’nin finans ağırlıklı, gelir dağılımına yönelik seçim bildirgesi gerçek bir devrim. Bu bildirge küresel güçleri de karşısına almıyor. Küçükkaya,“HDP’nin vesayet altında bir parti olduğu, bir kimlik bunalımı içinde bulunduğu”düşüncesinde... CHP hakkındaki görüşünü ise kısaca şöyle özetliyor: “CHP altmış yıllık bir çınardırEkonomik kadro tamam. Fakat ilk kurultayda beynini geliştirmek zorunda...”

9 Mayıs 2015 Cumartesi

OLMADI !


Aralarında benim imzamın da bulunduğu çok sayıda aydın, yazar ve sanatçının imzalarının yer aldığı bir bildiri 1 Mayıs 2015 tarihli gazetemizde “Soykırım Olmadı Bildirisi” başlığıyla yayınlandı.
Haber metninin sunumunda benim ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Sayın Prof.Dr. Aysel Çelikel’in fotoğraflarımız da yer almaktaydı.
Aynı günün başka gazetelerine göz attım, bizimki dışında hiçbir gazetede bu bildiriye rastlayamadım.
Böylesine önemli bir konudaki bildiriyi başka gazetelerin atlayıp bizimkinin üstelik sayfa başından ve fotoğraflı olarak vermesi kuşkusuz bir gazetecilik başarısıdır!
Yukarıda sözünü ettiğim fotoğrafların seçilmiş olmasına gelince….
Neden özellikle ve sadece bu iki kişinin fotoğrafı?
Bildirinin hazırlayıcıları ya da sokak dilindeki karşılığıyla “elebaşıları” bu iki kişi olarak mı görüldü?
Birkaç gün önce beni telefonla arayarak söz konusu bildirinin sunuluş biçiminden rahatsızlığını dile getiren sayın Çelikel’in, üstelik bildiride imzasının bulunduğundan haberi bile yokmuş…
Fakat bu bir başka konu…
Bana gelince… İleti adresime gelen “soykırım” konulu bu bildiriye imzamı “kendi irademle” vermiş olmama karşın gazetedeki sunuluş biçiminden şiddetle rahatsız oldum ve rahatsızlığım sürmektedir…
Neden mi?..


***
Öncelikle, az önce bir kez daha okuduğum bu metinde “soykırım olmadı” diye bir söz, bir cümle bulunmamaktadır…
Denebilir ki, doğrudan söylenmiyorsa da dolaylı olarak böyle bir anlam çıkar…
Hayır, çıkmaz!
Gazetemizde “Soykırım Olmadı Bildirisi” diye, dil bilgisi ve duygusundan yoksun olmayan herkesin kolayca anlayabileceği bir hafifseme ve alaycılıkla sunulan bu haber metni ille de bildiri sözcüğünün yer aldığı bir isim tamlaması ile sunulacaksa, örneğin metnin içindeki sözler kullanılarak şöyle denebilirdi:
“Soykırım Dayatmasının Hukuk Tanımazlık Olduğu Bildirisi”
Ya da:
“1915 Olaylarının Soykırım Olarak Nitelendirilemeyeceği Bildirisi”… v.b..
Böyle yapılmayıp metinde bulunmayan bir sözü başlığa çıkarmak ve haberi onca seçkin kişi arasından neden seçildiği bilinemeyen iki kişinin fotoğrafıyla desteklemek, en azından o fotoğraflardaki kişiler için şiddetle rahatsız edicidir ve kuşkusuz “manşet” başta olmak üzere açıklama gereklidir…


***
Soykırım oldu mu olmadı mı?
Bu konuda “rivayet muhtelif”…
Örneğin çok ciddi kuramcı ve aydınlarımızdan Prof. Dr.Murat Belge, soykırımın ötesinde, Taşnaksityun çetelerinin doğu illerimizdeki saldırı ve kıyımlarıyla ilgili olarak da tarihe çok önemli notlar düşüyor:
Kıyım gerçekleştikten sonra Rus ordusu ilerledi. Başta Erzurum, bugün Türkiye topraklarında olan bir çok yer Ruslar’ın eline geçti. O zaman Ruslar’la birlikte hareket eden bazı Ermeni çeteleri intikam almak üzere buldukları Müslüman Türkler’i öldürdüler. Ama bu da iki tarafın “acılar”ını eşitleyecek düzeylere varmadı.”(Bkz. Taraf, 14.04.15)
“Acılar” sözünün neden siyahla dizilmiş olduğu ve bu acıların nasıl eşitlenebileceği pek anlaşılamasa da, çok önemli tarihsel olaylara böylesine basit bir anlatımla bir çırpıda açıklama getiren dehayı alkışlamak gerekir.
Demek ki Rus ordusu “kıyım”dan sonra ilerlemiş…. Onlarla -her nedense- birlikte hareket eden bazı Ermeni çeteleri sırf intikam almak için buldukları Müslüman Türkleri öldürmüşler, falan filan… (İlber Ortaylı kardeşim, lütfen “b” harfiyle başlayan sözcük kullanmaksızın yorumunu bekliyorum!).


***
Benim “soykırım” konusundaki düşünceme gelince: Söz konusu bildiride dile getirildiği gibi, tamamen siyasi, hukuk dışı ve alçakçadır….
Tıpkı, 1915’te seçkin Ermeni aydınlarının sürülmesinin, katledilmesinin; günahsız, suçsuz, silahsız Ermeni kökenli Osmanlı yurttaşlarının ,hangi gerekçeyle olursa olsun, zorunlu göç adıyla, saldırı, tecavüz, salgın hastalık vb. etkenlerle dağılıp yok olmaya gönderilmesi kararının ve uygulamasının siyasi, hukuk dışı ve alçakça olması gibi…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/09.05.15

2 Mayıs 2015 Cumartesi

YAKIŞIKSIZ


Haksızlık edebilirim kaygısıyla yazıyı az önce bir kez daha okudum. Daha ağırını söylememek için şimdilik “yakışıksız” demekle yetiniyorum. Kırk yıllık arkadaşa, onun da ötesinde bunca yılın köşe yazarına, deneyimli gazetecisine yakışmayan bir yazı bu. 26 Nisan tarihli gazetemizin “Politika Günlüğü” köşesinde yayınlanan “Neden Bu Kadar Korkuyorsun?” başlıklı yazıdan söz ettiğimi tahmin etmişsinizdir..

***
Hiç anlayamadığım bir cümleyle, “sıradan sözcükler şiire dönüşür mü?” sorusuyla başlayan yazıda az sonra yanıt makamında bir şeyler söyleniyor ama, onlardan da bir şey anlaşılmıyor:.“….sözcüklerin bir omurgada eklemlenerek şiirleşmesi ilmi simyaya özgüdür” ” İsteyen istediği konuda ahkâm kesebilir kuşkusuz… Fakat şiirin nasıl olması gerektiği konusunda ders niteliğinde sözlere, üstelik şiirlerim üzerine sayısız övgü sözleri yazıp söylemiş bir arkadaş tarafından, neden muhatap seçildiğimi şu anda da anlayabilmiş değilim doğrusu…

***
Söz konusu yazı yine bir soru cümlesiyle devam ediyor: “Marksizmi bilen bir aydın, gençlik günlerini unutup şoven duygularla yurtseverlik taslayabilir mi?”
Taslayamaz kuşkusuz, taslamaması gerekir…
Hele keskin solcu gençlik günlerini unutup iktidarın yalakası olmuş, yurt sevgisizlikleri yurt hainliğine ulaşmış döneklerin ortalığı kapladığı bir dönemde…
Kardeşim Nihat Behram’la yirmili yaşlarımızdaki mektuplaşmalarımız tam da şu günlerde yayınlandı…
“Politika Günlüğü” köşesinin yazarı bir zahmet o mektuplara göz atarsa, o günlerde de Marksizmle yurtseverlik arasında bir çelişki olmadığının açık ya da dolaylı vurgulandığını, yurtseverliğin de şovenlikle ilgisi bulunmadığını görecektir.
Bilimsel sosyalizm, öncelikle emek sömürüsüne karşı oluş demektir. Yurtseverlik, ait olduğun toprağı, ülkeyi,halkı, kültürü tanımak,sevmek; sömürüye, ihanete, düşmanlığa duyarsızlığa karşı onu koruyup esirgemektir.
Aralarında bir çelişki,karşıtlık bulunmadığı gibi,birbirlerini bütünlerler.
Bilimsel sosyalizm kuramını onun düşmanları da okuyup öğrenebilir.
Önemli olan, bizde pek çok örneği bulunduğu gibi papağanlık değil, öncelikle emeğe, emekçi insana sevgi duyan bir yürek taşımaktır.
Tıpkı bunun gibi yurt sevgisi de öğrenmeden çok bir yürek işidir.
Halk insanı yurduna kendiliğinden bağlıdır. Yurt sevgisi onun için doğal bir şeydir.
Bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da kafası karışık, yüreği soğuk olanlar, bir takım aydınlar, aydınsılardır…
***
Devam edelim…
“…zindanlara atılan çocuklarımız için ‘oh iyi oldu’ demek bir ülkenin aydınlarına,şairlerine, yazarlarına yakışmaz”mış…
Bu aydınlar,şairler, yazarlar kim ola ki?
Sakın Ergenekon’da, Balyoz’da düzmece yargıyla ağız birliği ederken, şimdi bu konularda çıt çıkarmayıp “ideolojilerini zamanın saatine, kendi çıkarlarına göre ayarlayarak” yine demokrasi kahramanı pozunda, üstelik dün karşı oldukları yayın organlarında yazıp çizenler olmasın?
Yoksa o kişi,1982’de Barış Derneği sanığı olarak zaten cezaevindeyken, işkencede ölen bir genç için verdiği demeç nedeniyle zamanın hükümetine hakaret suçlamasıyla ayrıca hapis cezasına çarptırılan; F Tipi denilen ölüm hücrelerine karşı sanatçıların ve örgütlerinin en başında savaşım veren, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde yine en önde çaba harcayan ben miyim?..
Böylesine ağır bir ithamın sahibini, kastının kim olduğunu söyleyemezse, bilmem nasıl adlandırmak gerekir?


***
Filan partinin barajı geçmesinden korkuyor muşum, barajı geçer diye üzülüyor muşum,
üstü kapalı da olsa bu partiye oy verilmesin diyormuşum…
Yazılanları ancak tersinden okuyan, kafası karışmış biri söyleyebilir bunları.
Ve son olarak da araya sıkıştırılmış pek dokunaklı bir cümle:
Bebekler kardeştir, insanlar kardeştir”..
Bebeklerin Ulusu Yok” adlı bir şiirin yazarını, kitaplarından birinin adı “Kimliğim:İnsan” olan bir şair ve yazarı hedef alarak söyleniyorsa bunlar, yapılan şey yakışıksızdan da öte,ayıptır.


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/020515



1 Mayıs tarihli gazetemizdeki bir haberin “Soykırım Olmadı Bildirisi” başlığıyla sunulmasının “yakışıksızlığı” konusunda ayrıca yazacağım…