26 Kasım 2017 Pazar

HİNDİSTAN


Bu hafta Hindistan izlenimlerimi paylaşmak istedim sizlerle.
Hindistan’ı görmüş ya da bu ülkeyle özel olarak ilgilenmiş olanlar haklı olarak hangi Hindistan diye soracaklardır…
2017 sayımına göre 1 milyar 324 milyon nüfusuyla Çin’ den sonra dünyanın ikinci en kalabalık ve 3.287.263 km2 yüzölçümüyle en büyük yüzölçümüne sahip sekizinci ülkesinin her yöresini gezip görmedikten, neredeyse insanlık tarihi kadar köklü ve eski tarihini okuyup öğrenmedikten sonra, sadece tek bir bölgesinde birkaç günlük bir seyahatten sonrasında böyle bir ülke hakkında ne söylenebilir?
Sadece büyük ölçüde yüzeysel izlenimler…
Benim şimdi söyleyeceklerim de ister istemez böyle olacak.
İlk kez 2012’de Hindistan’ın eyalet devletlerinden en güneydeki Kerela’nın başkenti Trivandrum’daki uluslar arası Kritya Şiir Festivali’ne çağrılı olarak bu ülkeye gitmiştim.
O günlerden en unutamayacağım izlenimim, Hint Okyanusunda yüzme deneyimimin, daha ilk adımımı attığımda herhalde bir alt dalganın attırdığı ters taklayla kendimi yine ayaklarım üzerinde aynı yerde bulmam üzerine, başlamadan sona erişi oldu… Bu kez içimden ne kadar gelse de bu güvenilmez denize bir daha adım atmayı göz alamadım…
Bu yıl 8-13 Kasım günlerinde yine aynı Festival için, fakat şimdi onur konuğu olarak yine Kerelada’ydım… Onur konukluğu da lafta değildi doğrusu… Çeşitli ülkelerden konuk şairlerin portrelerinin bulunduğu afişlerde benimki neredeyse iki katına yakın büyüklükte konulmuştu… Bundan biraz rahatsızlık duyduğumu da gizleyemem… Nitekim açılış ve kapanış törenlerinde yaptığım konuşmalarda, Cemal Süreya’nın “Bir mısra söylesek sanki her şey düzelecek” dizesini örnek vererek, tek bir dizeyle bile şair okunabileceğini, şairler arasında büyüklük küçüklük gibi ayrımlar olamayacağını, şiire emek veren herkesin eşit olarak sevgiye ve saygıya layık olduğunu içtenlikle anlattım ve sanıyorum etkili de oldu bu sözlerim…
Yine bu kez en unutulamayacak izlenimim Devlet Hapishanesinde mahkûmlarla buluşmamız oldu… Ben başka arkadaşlardan farklı olarak, bizim burada da çoğu kez yaptığım gibi, sahneden izleyicilerin arasına inerek yaptım konuşmamı. Orada söylediklerim ise özetle, cezaevinde bedenlerimiz tutsak olsa da ruhlarımızı şiirle özgürleştirebileceğimiz ve bunu kendi deneyimlerinden bildiğimdi… Sonra “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var”ı okudum… Konuşmalar İngilizce yapılıyor, Kerela’nın resmi dili olan Malalayama diline çevriliyordu… Şiirimin kuşkusuz yazıldığı dilde okuduğum her kıtasından sonra Malalayama diline yapılmış çevirisi okunuyordu… (Hindistan’da ulusal düzeyde resmi dil olarak Hintçe ve İngilizce kabul edilmiş. Bundan başka 22 Eyalet dili ve bütün ülkede de 400’ü aşkın dil ve lehçe bulunuyor…
Unutulamayacak bir başka ziyaret öksüzler yurdunaydı… Orada da yerde onlarla oturarak bütün ailesini 1915’lerde iç çatışmalarda yitirip ilk eğitimini öksüzler yurdunda almış bir babanın çocuğu olduğumu, bu babanın her biri yüksek meslek sahibi olmuş dört çocuk yetiştirdiğini anlattım… O esmer yüzlerde, dikkatle açılmış çocuk gözlerinde, gerçekten de Karabekir’in Erzurumda açtığı yetimler yurdundaki çocuk babamı görür gibi oldum…
Hapishanede ve öksüzler yurdundaki konuşmalarım medyada çokça yer tuttu…
Hindistan izlenimlerime bir fırsatta yine döneceğim…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi/25.11.17

18 Kasım 2017 Cumartesi

İTTİFAK ZORUNLULUĞU


Tarihler değişmezse yerel seçimler 2019 Martında, genel seçimler ve başkanlık seçimi aynı yılın Kasım ayında yapılacak.
Tarihler değişmezse… çünkü Türkiye’de her şey her an değişebilir.
Zaten asıl sorun da bu;Her şeyin her an değişebileceği bir ülkede yaşıyor olmamız.
Seçimlerde ittifaklar konusu da bu sorunla doğrudan ilgili.
Her şeyin her an değişebileceği, daha açık bir deyişle de keyfi bir yönetimin, tek adam diktasının daha da kalıcılık kazanarak devam edeceği bir Türkiye’de mi, parlamenter demokrasinin yeniden geçerlilik kazanacağı bir ülkede mi yaşamlarımızı sürdüreceğiz…
Seçimlerde ittifak konusu öncelikle bu soruna bakışımızla ilgili…

***
Birkaç zamandır yeni bir Tayyip Erdoğan imajıyla karşı karşıyayız.
İslamcı, ümmetçi, despot, demokrasi karşıtı, Amerika’nın Ortadoğu projesinin ürünü ve uygulayıcısı Erdoğan imajı, yerini giderek Amerika ve Batı emperyalizmi karşıtı, milliyetçi, Avrasyacı, yine de dediğim dedik olmakla birlikte milletin neredeyse bilge ve şefkatli babası görünümünde yeni bir Erdoğan imajına bırakıyor gibi…
Buna şimdilerde Atatürkçülük de eklendi eklenecek…
Henüz çok açık söylenmiyor olsa da, satır aralarında görülüp okunanlar bunlar…
AKP’lilerle Bahçeli MHP’si için bu konuda bir sorun yok.
Onlar Tayyip Erdoğan’ın ne olup ne olmadığını kuşkusuz bilmekteler ve oyları bellidir
Erdoğan’ı anti emperyalist, anti Amerikancı olarak cilalayanların yapacakları ise,tutarlı olacaklarsa, herhalde farklı olmayacaktır…
***
AKP ile Bahçeli MHP’si ve dışarıdan destekçileri dışında kalan partiler ve çevreler arasında seçimlerde ne gibi ittifaklar olasıdır, olabilir, olmalıdır…
Bunu belirleyecek olan da, bu parti ve çevrelerin bugünkü yönetime bakışlarındaki tutarlılık ya da tutarsızlıklardır…
Seçim parlamenter demokrasiyle tek adam diktası arasında olacağı için, burada tereddüde, ikircime yer yoktur.
Ya karşı ya yandaşsınız. Böyle bir konuda ortada olunamaz.
Fakat kararlı olmak da yeterli değildir. Aynı zamanda akıllı olunması gerekiyor.
Şu anda elinde iktidarı tutmakta olan siyasal erk, sonsuz maddi güce, devlet kaynaklarına ve sınırsız propaganda olanaklarına sahip.
Böyle bir güce karşı aynı olanaklara sahip olarak mücadele etmek ve kazanabilmek mümkün olmadığa göre, hem yerel seçimlerde hem sonrasındaki parlamento ve başkanlık seçimlerinde birlikte hareket etmeleri kaçınılmaz olan siyasal parti ve çevrelerin; bencillikten uzak, cesur, birleştirici, samimi adımlar atmaları gerekiyor.
Çok partili sisteme geçildiğinden bu yana alışık olduğumuz siyasal ağız dalaşlarının, kısır iddiaların, kof meydan okumaların,ölçüsüz suçlamaların çok ötesinde bir yerdeyiz.
Muhalefetteki siyasal partiler ve yöneticileri, çok ağır, çok büyük sorumluluk altındalar.
Geniş, güçlü, yapıcı,uzlaşıcı, birleştirici bakıp davranamayanlar, geri dönülmez felâketlerin sorumluları arasında yer alacaklardır.
***
Somuta indirgeyerek ve her türlü suçlamayı ve eleştiriyi göze alarak devam ediyorum:
CHP,İYİ Parti, HDP, Saadet Partisi, DSP,ÖDP, TKP, Birleşik Haziran Hareketi vb. arasında, halk oylamasında fiilen oluşan cephe korunmalı, güçlendirilmelidir.( İYİ Parti o sırada yoktu, fakat kurucuları ve seçmen potansiyeli hayır cephesinde yer almıştı.)
Bu gün ülkemiz için yaşamsal önemdeki 2019 seçimleri öncesinde, hiçbir anlamdaki ideolojik farklılığın, aidiyetin önemi yoktur.
Seçim çok açık olarak demokrasi ve dikta arasındadır ve demokrasi ancak bütün muhalefetin birlikte hareketiyle kazanılacaktır.
Adaylar hiçbir ideolojiyle övünmeksizin ve eleştiriden de çekinmeksizin , akılla, samimiyetle, öngörüyle ve açıkça görüşülüp konuşularak belirlenmeli ve öylece de elbirliğiyle savunulmalıdır…
Parlamenter demokrasi kazanırsa, ideolojik farklılıkları konuşup tartışmaya çok vaktimiz olacak…
Kaybederse, diktanın dikte edeceği dışında herhangi bir ideolojiyi değil örgütleme,
konuşup tartışma olanakları da sanırım bütünüyle yok olacaktır.

Ataol Behramoğlu/ Cumartesi/18.11.17


12 Kasım 2017 Pazar

DÜNYA ŞAİRLERİNDEN ŞİİR VE ŞAİR ÜZERİNE

Bir kaç gündür Hindistan-Kerela’da uluslararası şiir festivalindeyim.
Bu hafta Rusya, Küba ve Macaristan’dan, ikisi 19. Yüzyıl, üçüncüsü çağdaşımız üç büyük dünya şairini, dilimize çevirdiğim ve „Kardeş Türküler“ adlı kitabımda yer alan şiir ve şair üzerine şiirleriyle anmak istedim. Üçü de de genç yaşlarda, Lermontov bir komplo düelloda, Marti savaş alanında, Attila nice anlayışsızlıklar sonucu bir intiharla , geride büyük bir şiir ve insanlık mirası bırakarak yaşamdan ayrıldılar.



ŞAİR

Mihail Lermontov/Rusya(1814-1841)


Parlıyor altın işlemesi hançerimin.
Gövdesi kusursuz ve sağlamdır.
Gizemli direnci çeliğinin
Doğunun savaşçılığındandır.

Dağlarda bir dağlıya çalıştı yıllarca
Hizmetine karşılık ücret beklemedi.
Açtı birçok göğüste birçok korkunç yara
Deldi birçok çelik giysiyi.

Eğlenirken bir köleden de uysaldı, ama
Çınlardı bir söz kırdı mı onurunu.
O günler, oymalı, zengin bir süs ona
Yabancı, utanç verici bir giysi olurdu.

Onu,yiğit bir Kazak, Terek nehri ötesinde
Soğumuş ölüsünden almıştı sahibinin.
Sonra, fırlatılmış, yatıp durdu uzun süre
Gezici dükkânında Ermeninin.

Şimdi öz kınlardan, savaşta hırpalanmış,
Yoksundur zavallı yoldaşı kahramanın.
Altın bir oyuncak halinde, şerefsiz ve zararsız
Parlayıp duruyor üstünde duvarın.

Artık özenli, alışkın bir elle
Onu silen, okşayan kalmadı.
Ve dua ederek şafaktan önce
Okumuyor kimse üstündeki yazıtı.

Şair! İşte bu gevşek çağda sen de
Böylesin! Yitirdin önemini!
O altınla değiştirdiğin kudrete
Dünya saygıyla kulak verirdi.


Güçlü sözcüklerin ölçülü sesiyle
Savaşçı ateşlenirdi savaşa.
Tütsü dua saatine nasıl gerekliyse
Kadeh şölene nasıl, gerekliydin halka.

Şiirin tanrısal bir ruh gibi, kalabalığın üzerinde -
Uçup dururdu ve soylu düşünceler, yankılanan -
Çınlardı o çan gibi,halkın bayram ve yıkım günlerinde -
Kurultay kulesi üstünde çalan.

Şimdi yalın ve onurlu bir dil sıkıyor bizi, yalnız;
Eğleniyoruz parlak pullar ve aldatılarla.
Yıpranmış bir güzellik gibi, ki yıpranmış dünyamız
Alışkındır kırışıklıklarını gizlemeye allıklar altında.

Ey alay edilmiş peygamber,yeniden uyanacak mısın?
Ya da intikam çağrısına hiçbir zaman -
Altın kınlardan çıkarmayacak mısın
Kılıcını, hakaret pasıyla kaplanan?...

KABARAN BİR DALGA GÖRDÜĞÜNDE SEN
Jose Marti/Küba(1853-1895)
Kabaran bir dalga gördüğünde sen
Şiirimi görüyorsun demektir
Yükselir göğe, fakat bazen
O hafif ve uykulu bir yelpazedir
Öyle bir hançerdir ki şiirim
Çiçeklenir elde kabzesi
Şiirim bir çağlayandır
Suyu berrak, kristal gibi
O fışkıran bir yeşilliktir
Pırıl pırıl; ve alev kızıllığında.
Şiirim yaralı bir geyiktir
Bir sığınak arayan ormanda
Şiirim kardeştir cesarete
Yalın, içten ve özlüdür
O, kendisinden kılıç yapılan
Çelikle aynı örste döğülmüştür.

ŞİİR SANATI
Attila Jozsef/Macaristan(1905-1937)

Şairim ben; ama şiiri
Kendisi olarak umursamam bile.
Gece ırmağının taşıdığı yıldız
Çirkinleşir göğe tırmanmak isterse.
Zaman damla damla eriyip gitmede
Karnım tok sütüne masalların
Ben gerçek ve elle tutulan bir dünyayla beslenmekteyim
Göğün köpükleridir yükselen üstünde o dünyanın
Girip yıkanasın diyedir kaynak
Orada ürpertili ya da dingin sular
Birbirlerine karışıp sarmaşırlar
Sevimli, akıllı şeyler konuşarak
Bir takım şairler -ırak olsunlar benden-
Tepeden tırnağa çamur içinde
Yalandan bir sarhoşluğun imgelerini kusarak
Yolculuk etmedeler birinci mevki bir esrimede
Meyhaneler de ırak olsun benden
Ben akla giderim ve daha öteye…
Hiçbir şey ruhumu alçaltamaz
Dalkavukluğa, ikiyüzlülüğe…
Sev, ye, uyu, iç; kendine
Ölçü olarak evreni almalısın.
Bizi yoksul ve tutsak kılanlara
Bir zerresini bağışlamam yaşama hakkımın.
Hiçbir uzlaşmaya yanaşmadan
Mutlu olma hakkımı haykırırım
Kızarır yanaklarım tutkudan
Tutuşur ateşler içinde kanım.
Hiç kimse beni susmaya zorlayamaz
Bilimdir bana omuz veren çünkü.
Çağ beni koruyor, onun oğluyum ben
Beni düşünüyor sürerken sabanını köylü
İşçinin içine doğan şey benim
Mekanik iki hareket arasında.
Şu hırpani kılıklı delikanlı
Beni bekliyor sinema kapılarında.
Ve benim yakıcı dizelerimi
Vurmaya kalkıştığında alçaklar
Yola çıkar kardeş tanklar
Gümbürdeyerek şiirlerimi
İnsan çocuk daha, bunu biliyorum
Ama büyümek istiyor, işte bu onun deliliği.
Anne-babası sevgi ve akıl
Ona göz kulak olsalar bari.


Cumartesi/ 111117

4 Kasım 2017 Cumartesi

TARTIŞMANIN GELDİĞİ NOKTADA

Son birkaç yazımın yol açtığı tartışmalar iki konuda odaklanıyor.
İlki yeni kurulan partiye ve liderine kefil olduğumdur.
Yanlış.
Benim kaygım, bir çok başka okurumun ve arkadaşımın da paylaştığı gibi, ülkemizi dağılıp parçalanmaktan kurtaracak azami bir güç birliğinin nasıl sağlanacağı sorusudur.
Gerisi bu gün için bence ayrıntıdır.
Bir güç birliğinin nasıl yapılabileceği konusundaki görüşlerimi ise sonraki yazılarımda ele almak üzere, kişiliğime yönelik asılsız suçlamaları,sövgüleri küçümseyerek ve kimilerini de sahiplerine aynen iade ederek tartışmanın bu bölümünü kapatıyorum.

***

İkinci ve belli düzeydeki tartışma, yazılarımın birindeki “Avrasya belirsizliği” tanımından kaynaklandı. Daha doğrusu zaten var olan bir tartışma boyutlandı.
Özellikle Aydınlık’ta bu konuda ilginç, önemli yazılar yayınandı, yayınlanmakta.
Geçen haftaki yazımda da değindiğim gibi, bu ikinci tartışmanın odağı Batı-Avrasya ikilemidir.
Nereye aitiz? Batıya mı, Doğuya mı?
Nereliyiz? Batılı mı, Avrasyalı mı?
Günümüzde aydınlanma değerleri Batıda mı Doğuda mıdır?
Batı ülkeleri derken hangilerini, Avrasya derken kimleri kastediyoruz?
Konuyu basitleştirmek istemem. Fakat bence bu vb. soruların yanıtları hiç de karmaşık değil.

***
S.Huntington “Uygarlıklar Çatışması”nda açık bir dille, siz Batılı değilsiniz, sizin yolunuz İslamdır ve İslam coğrafyasıdır, Atatürk sizi yanlış bir yola soktu, artık asıl yolunuza yönelin ve orada lider olun diyor. Buna başaracak bir karşı-Atatürk olarak da, adını vermese de, Tayyip Erdoğan’ı tarif ediyor.
Bu kafa, Türkler Avrupa’nın Kızılderilileridir diyen Llyod George kafası, Lozan’daki diplomat hasmımız Curzon kafasıdır.
Günümüzde de kıta Avrupa’sından Ada Avrupa’sına, oradan Amerika’ya ve Avustralya’ya, hristiyan Batı dünyasının Türk’e ve Türkiye’ye bakışı genel olarak böyledir…
(Avrasya’nınmen Batılı ülkesi Rusya’da durum çok mu farklı? Orada da “turok”(Türk) sözü hakaret olarak kullanılıyor. “Razve tıy turok?” Yani, yoksa Türk müsün, laf anlamıyorsun, mankafalık yapıyorsun vb… )

***
Biz, Batıya rağmen Batılıyız, öyle olmalıyız.
Çünkü aydınlanma değerleri evrenseldir ve bunun en önemli kanıtı da bizim Cumhuriyet devrimimizdir.
Mustafa Kemal Batılı olarak, Batılı kalarak emperyalist Batıya karşı savaşmış ve kazanmıştır.
Batılı olmak İngiliz,Fransız vb. hayranlığı değil,Nato’culuk hiç değil, aydınlanma değerlerinden ve bu değerlerle sonrasındaki sosyal devlet(sosyalizm) değerlerinin en örgütlü olduğu Batı sisteminden kopmamak demektir.
Batılı olmak Doğuya, Avrasya’ya sırt çevirmek de değildir.
Fakat hiç kimse beni bugünkü yönetimin anti emperyalist Avrasyacılığına inandıramaz. Yapılan her şey ülkeyi kendi elleriyle sürükledikleri bataklıktan kendilerini kurtarma çabasından ibarettir.
***
Attila İlhan ve vatanseverlik,, Rusya vb. konulu birkaç yazıya daha sonra değineceğim.
Şimdilik söyleyebileceğim, vatanseverliği de Rus kültüründeki Batılılık-Doğululuk konularını da kimseden öğrenmeye pek ihtiyacım olmadığıdır.


Ataol Behramoğlu/04.11.17


Kimiz” sorusunu, kim olmalıyız; çocuklarımız, torunlarımız, gelecek kuşaklar
nasıl bir ülkede, nasıl bir dünyada yaşayacak sorularından ayrı düşünmemeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti, (imparatorluğu oluşturan öteki “unsur”lardan farklı olarak ), etnisite ya da din temelinde değil; laik, aydınlanmacı dünya görüşünün birleştirici, eşitlikçi ilkelerini temele alarak kuruldu. Etnik kökenimiz ya da dinsel inancımız ne olursa olsun “Türklük”, “Türkiyelilik” kavramlarını bu ilkelerin ışığında görerek ve aynı şey olduklarını kavrayarak içimize sindirebildiğimiz ölçüde, bütün bir ülke olarak aydınlık bir geleceğe doğru yürümemiz daha kolaylaşacak… Tersine zorlamalar, korkarım ki, Batı aydınlanmacılığına bu coğrafyada büyük bir müttefikini, Türkiye’yi kaybettirebilecek…
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/041117