26 Ağustos 2017 Cumartesi

BATAN GEMİDE ÇIRPINIŞLAR


AKP Genel Başkanı batmak üzere olan gemisini kurtarmaya çalışan bir kaptan gibi çırpınıyor.
Bunu yaparken, tıpkı yine deneyimli bir kaptan gibi ,yolcuların paniğe kapılmaması için burnundan kıl aldırmıyor, racon kesmekten geri kalmıyor.
Buradaki yolcular AKP seçmenleri ve reisin sempatizanlarıdır.
Fakat reis yakın çevresine de posta koyuyor, Racon kesilecekse ben keserim diyor.
Özetle, işime karışılmasın diyor.. Karışanı yakarım demeye getiriyor.
Aslında bu bir çaresizliğin dile gelmesidir. Yalnızlaşmadır. İntihar uçuşu öncesinde söylenecek bir sözdür. AKP gemisinin kaptanı, gemisinin kayalıklara doğru sürüklenmekte olduğunun büyük olasılıkla bilincindedir.
***
Batmakta olan geminin çatırtıları şimdilik içeriden çok dışarıda duyuluyor.
İçerdekilerin büyük bir bölümü tehlikenin farkında olarak çare aranışındalar.
Öncelikle de tek ve radikal çözümün bu kaptandan kurtulmak olduğunu biliyorlar.
Fakat sayıları ve kaptana güvenleri giderek azalmakta olsa da kurtuluş umudunu hâlâ körü körüne bu kaptana bağlamış hatırı sayılır büyüklükte bir başka bölüm var.
Gemi ise çatırdamaya, su almaya devam ediyor.
***
Dışarıdan bakanlar hem gözleriyle, hem kulaklarıyla, hem de deneyimleriyle bu batışa tanıklar.
Batmakta olan geminin neden olduğu anaforun kendilerine zarar vermesine engel olma kaygısındalar.
İlk uyarılar daha çok dostçaydı denebilir.
Öncesinde kaptan destekleniyordu bile.
Destekler kaygıya, kaygılar da giderek öfkeye dönüştü.
İki Alman bakanın birkaç gün önce bir Alman medya kuruluşunda yayınlanan ortak yazısı yenilir yutulur türden değil.
Çevirisini Cumhuriyette görüp okuduğum bu yazı yandaş medyada kuşkusuz yer almamış, ya da hafife alınmış, hakaretle karşılanmıştır.
Oysa söylenenler alarm niteliğinde
Adamlar açıkça, söz konuşu kişinin söz ve davranışlarının, yapmaya çalıştıklarının ,“Almanya’daki demokratik kültür açısından bir tehlike” olduğunu söylüyorlar.
Dahası, bu tehlikenin bütün Avrupa için söz konusu olduğunu ;“Alman topraklarında PKK gibi kriminal, terörist ve aşırıcı faaliyetler içindeki Türk örgütlere karşı nasıl kararlı mücadele “verilmekteyse, söz konusu kişinin etkisindeki cami ve derneklerdeki rota değişikliğine karşı da aynı mücadelenin verilmesi gerektiğini belirtiyorlar.
Kaptan bu ve bu gibi sözlere, uyarılara karşı, bütün diktatörlülerin son demlerinde görüldüğü gibidışarıya laf yetiştirirken içerideki muhaliflerine ,
hakaret üstüne hakaret, tehdit üstüne tehdit, emrindeki adalet mekanizması aracılığıyla da ceza üstüne ceza yağdırmakta.
Güvencesi, kendisine hâlâ güvenenlerin varlığı. Oysa deneyimli gözler ve akıllar, bu dağlara da kar yağmakta olduğunu görüyor.

***
Batmakta olan gemi alegorisini bir yana bırakarak konunun aslına gelelim.
Çatırdayan sadece AKP değil bütün Türkiye.
Ekonomi, iç ve dış siyaset,hak, hukuk, adalet, vicdan, özgürlük, demokrasi, insan hakları…..hepsi sağlıksız,ölçüsüz, dizginsiz bir ele ve akla bırakılmış.
Sadece Cumhuriyet döneminin değil bütün tarihimizin birikimleri, insanlık ve aydınlanma değerleri yerlerde sürünüyor.
Yapılması gereken çok belli ve açık: Tek adam yönetimini sona erdirmek.
Bunun için yapılması gereken de çok belli ve açık: Birkaç hafta önce bu köşede yayınlanan “Büyük Adalet Yürüyüşü ve Sonrası” başlıklı yazımda belirttiğim gibi ayrım gözetmeksizin kurulacak yeni partiyle birlikte bütün muhalefetin önümüzdeki belediye seçimlerine dayanışma içinde girerek çatırdamakta olan AKP’den öncelikle İstanbul ve Ankara’yı kurtarması.
Gerisi çorap söküğü gibi gelecek, yine gemi alegorisiyle söyleyecek olursak AKP gemisi dağılıp batarken Türkiye kurtulacaktır…

Ataol Behramoğlu/Cumartesi/260817


BUGÜN ÇANAKKALE’DE BÜYÜK ADALET KURULTAYINDAKİ BİNLERİN ARASINDA, “KÜLTÜR VE SANATTA ADALET” BAŞLIKLI ÇALIŞTAYDA OLACAĞIM. 

19 Ağustos 2017 Cumartesi

ÖĞRETMEN ÖLDÜRMEK


-Bu konuda yazmamı isteyen ve bekleyen sayın Necat Birinci hocamıza.-
Yalçın Pekşen’in Hürriyet’teki köşesinde 24 Kasım 2012’de yayınlanan yazısındaki bir okur mektubundan, PKK’nın katlettiği ilk öğretmenin,1979’da okul bahçesinde, öğrencilerin gözleri önünde öldürülen Mehmet Saygıgüder olduğunu öğreniyoruz. Başka kaynaklardan, Saygıgüder’in Gaziantep Şahinbey Aliye Ömer Battal İlkokulu müdür yardımcısı olduğunu öğrendim. Şehit edilme tarihi tam olarak 26.06.1979.
Yine Pekşen’in yazısındaki okur mektubunda o tarihten 4 Eylül 2011’de Tunceli Görme Engelliler sınıf öğretmeni Dilay Kermen’in katledilişine kadar geçen 22 yılda 140 öğretmenin şehit edildiği yazılı.
Öğretmenlere karşı PKK tarafından işlenen cinayetlerin yıllara göre kurban sayısı ise şöyle:
1980’de beş, 1981’de yine beş öğretmen öldürülmüş. 12 Eylül 1981’den 1987 sonuna değin öldürme olayı yaşanmamış. Ancak 1988’de sekiz, 1989’da dört, 1990’da üç, 1991’de iki öğretmen öldürülürken, 1992 yılında 17, 1993’te 48, 1994’te de 30 öğretmenin katledilmesiyle sadece üç yıl içinde öldürülen öğretmen sayısı 95’i bulmuş….
1995’te altı, 1996’da yine altı, 1997’de üç, 1998’de bir öğretmenin katledilmesiyle de o tarihe kadar şehit öğretmen sayısı 140’a ulaşmış oluyor…
O tarihten bu güne öldürülen öğretmen sayısını gösteren bir veriye ulaşamadım. Zaten mesele sayıda değil… PKK sadece karşısındaki askeri güce değil sivillere de saldırıyor. Katliamlara bebeklerin de hedef olmaktan kurtulamadıklarını biliyoruz. Öğretmenlerin ise alçakça işlenen bu cinayetlerde kurbanlar arasında ağırlıklı oranda yer aldıkları görülüyor. Hepsinin değilse bile çoğunun ilk okul öğretmenleri olduğunu tahmin ediyorum…,Alçakça cinayetler… Çünkü öğretmen, adı üstünde, silahsız kişi demektir. İşi öğretmek, bilgi vermektir. Silahsız kişiyi katletmek ise alçaklıktır. Fakat PKK’nın bu konuda bir sınır ve ölçü tanımadığı zaten biliniyor.
Son olarak, kaçırılarak öldürülen, Şanlıurfa’nın Siverek ilçesi Çiftçibaşı köyü öğretmeni 23 yaşındaki Necmettin Yılmaz’ın ve Batman’ın Kozluk ilçesindeki bir PKK saldırısında yaşamını yitiren müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın’ın ölümleriyle sarsıldık.
PKK neden öğretmen öldürüyor? Sorunun yanıtı güç değil. Çünkü öğretmenler çocuklara Türkçe öğretiyor. Türkçe aracılığıyla da onlara insanı insan yapan bilgilerin temellerini kazandırıyor. Amaç göz korkutarak, yıldırarak yöredeki okulların kapatılmasını sağlamak.
O dil kendi ana dilimiz olmasa da bir dile düşman olunabilir mi? Daha dolaysız bir soru sorayım: Söz konusu örgütün başında bulunan kişiler, edindikleri bilgileri Türkçe yoluyla kazanmadılar mı? Aldıkları eğitimi, temel bilgileri katlettikleri öğretmenlerin benzerlerinden almadılar mı? Öyleyse nedir bu kör, gözü dönmüş, ölçüsüz, sınırsız düşmanlık? Alçaklık,canilik değilse nedir?
Burada tartıştığım(gerçekten varsa eğer) PKK savları değil. Bu konuda düşündüklerimi defalarca yazdım. Ben hunharlığı, canavarlığı, tartışıyorum. Savaşın da bir ahlâkı, ölçüsü, kuralları vardır ve olmalıdır. Öldürülmüş bir insanın cesedinin bir polis panzeri arkasında sürüklenmesini; yer sofrasında kahvaltı yapılmaktayken bir toma ile duvarı yıkılan evde yoksul insanların ezilerek öldürülmesini, polis baskınında bir evde bir genç kızın vajinasına ateş edilerek katledilmesini nasıl lanetliyorsak; çocuklara insan olmanın en temel bilgilerini öğretmek için en güç koşullarda görev üstlenen silahsız insanların, çoğunluğu çok genç eğitim emekçilerinin acımasızca, kalleşçe katledilmeleri de aynı laneti hak etmektedir.
Neredeyse çocuk narinliğinde bir genç kız olan müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın’ın,bir ud eşliğinde, kır çiçekleri tazeliğinde sesiyle söylediği türkünün videosunu izlemediyseniz mutlaka izleyin..
Beni öldürende din yok iman yok” sözcükleri , acı yazgısını seziyormuşçasına yürek yakıcı bir dokunaklılıkla dökülüyordu dudaklarından…
Seni öldürende vicdan da, insanlık da yok güzel kızım, canım öğretmenim…



Ataol Behramoğlu/Cumartesi/180817 

12 Ağustos 2017 Cumartesi

MAVİ YENGEÇ AĞIDI


Bu hafta sizinle Nihat Behram’ın, beni her okuyuşumda ürperten “Mavi Yengeç Ağıdı” adlı şiirini paylaşacağım…
Bilen mutlaka vardır mavi yengecin nasıl bir şey olduğunu, bildiğimiz yengeçten farkını. Nihat Behram’ın şiirini okuma öncesinde ben bilmiyordum doğrusu.
Konumuz şiir. Şiirde anlatılan mavi yengeç… Ama ben yine de internete bir göz atayım dedim. Adını kıskaçlarındaki mavi renkten alıyormuş. Asıl vatanı Kuzey Amerika’ymış. Bizde Dalyan Kanalı ile denizle akarsuyun birleştiği lagünlerde yaşıyormuş.
Devam edelim…”Göğüs ve kıskaç etleri yenilen” mavi yengeçler, “protein zenginliği ve tadındaki büyük lezzet” nedeniyle bir çok ülkede tüketilmekte, gelişmiş ülkelerde lüks bir ürün olarak oldukça yüksek fiyatlarla satılmakta, bizde de tatilci ve turistlerin vazgeçemediği bir ürün olarak ayda otuz binin üzerinde tüketilmekteymiş…
Bütün bunları niye anlatıyorsun; bunlarla şiirin, ağıtın ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz… Yanıtım ağıtın diliyle, Nihat Behram’ın sözcükleriyle olacak…
***
Ağıt öncesi açıklamadan bir bölümle başlayayım:
Mavi yengeçle göz göze geldiğim an, ateş olup içime düşmüştü. Sağ elinde bıçak olan adamın sol elindeydi mavi yengeç. Çakmaktaşına benziyordu bakışı. Kurtulmak, kendi dünyasına kaçmak istiyordu.Sudaki dalgalar, sazlıklardaki kuşlar o nu çağırıyordu.Çağırmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu ellerinden. Çırpınarak öyle mahzun bakıyordu. Suçunu da bilmiyordu.Ay ışığında yakut gibi ışıldayan kabuğu muydu suçu, cam mavi rengi miydi, bir gramcık eti miydi?”
Bu paragrafı izleyen anlatımlar, bence, en eski, en büyük destanların diliyle; Nihat Behram’ı oğlu gibi sevdiğini bildiğim sevgili Yaşar Kemal’in betimleriyle yarışabilecek değerdedir:
Bıçak bağrına saplanıp ateşe basıldığında öyle tiz bir çığlık attı ki, paradan başka şey düşünmeyen insan kulağı sağırdı ona. Ama su duydu o çığlığı, gördüm, titreşti. Rüzgâr duydu o çığlığı, için için inleme sesiyle esti, Ölümün karşısında çaresiz kalan ne varsa utandı çaresizliğinden. Arı balından utandı, kelebek kanadından, ateşböceği ışıltısından utandı, iskete sevdalı şarkısından…”
***
Her bir sözcüğü şiir olan açıklama sözlerinin ardından gelen birkaç sayfalık ağıtın kendisi ise, her okuyuşumda beni Pablo Neruda doruklarına taşıyor:
Kayalığın sevdalısı,/sazlıkların, yosunun belalısı,/haşarı mı haşarı/kum tanesi iki çakmaktaşı göz edinmiş mavi yengeç/ne kadar güzeldin oysa,/çevik mi çevik, bıçkın mı bıçkın;/sol yanından dalgaların çığıltısı, sağ yanından/kuşların cıvıltısı çağırdığı için mi/bir o yana bir bu yana yanın yanın gezerdin;/sedefi mermere kavuşturan şarkınla/seher serinliğinde sulardan gelişini/uzaktan işitirdi sakalar/kıskanıp ısırgan otu/ çakıldan sorardı gizini mercan kıskaçlarının;/çıkıp geceleri kumsala, seyrine dalsan yıldızların/ay ışığı ıslak parıltısına yaslanıp/okşardı usul usul yakut tacını;/kamışların fosforlu kelebeği,/bir yudum etini mi zümrüt içinde/denizlerin gökyüzünden senin için süzdüğü/menevişli cam mavisi rengini mi, kıymak için canına/suçun saydılar;/ah, kırılan sedef kabuğu suyun,/gönül gürültüsü dağlanmış kıskaçlı boncuk,/bağrında kendinden daha ağır bir bıçak yarasıyla/ateşe yatırdıklarında, kim bilir nasıl arandı bakışların/yosunlara gizlediğin kehribar kovuğunu/””
***
İyisi mi ben araya girmeksizin, yine ağıt öncesindeki açıklama yazısından bir paragrafla bitireyim bu yazıyı:
Her derde deva dendi mi, canlıyken maymunun kafatasını parçalayıp beynini yiyen,kaplanın hayalarını kesip çiğ çiğ midesine indiren insan kılıklı canavarların dünyasında, rüzgârın gözyaşı kimin umurunda?Mavi yengeci ateşe basan adam sanki kalbimi ateşe basmıştı. Nesli tükendi tükenecek o güzelim canlıya saldıracaklarını o gün sezmiştim.Zaman içinde “Mavi Yengeç Restaurant’lar türedi. TV’ye sıçradı azgınlıkları:internete vahşet videoları yüklediler.”
***
Nihat Behram’ın ağıdı her an biraz daha yitirdiğimiz insanlığımız için de yakılmış bir ağıt değil mi?

Ataol Behramoğlu/Cumartesi/120817

6 Ağustos 2017 Pazar

ÇEVİRMENİN ÖLÜMÜ


Yakın, sevgili bir arkadaşın ölümü üzerine yazmak ne kadar güç olsa da, yazarak vedalaşmak isteği kaçınılmaz oluyor. Üstelik bu arkadaş Ahmet Cemal gibi bir yazı insanıysa.
Uzunca süredir yaşamakta olduğu sağlık sorunlarının son birkaç ayda arttığını ve kalple ilgili olanlarının sıklaştığını biliyordum.
Bir ara öldüğü söylentisi bile çıktı.
Tedavide olduğu hastaneden yanıt alamadığımda yayıncısı ve yakın dostu Can Öz’den, gerçekten de bir ara kalbinin durduğunu, doktorların çabasıyla yaşama döndürüldüğünü öğrendim.
Sonrasında birkaç kez aramayı denediysem de bir türlü görüşmek kısmet olmadı.
Araya yaz kopukluğu girdi ve ona bir geçmiş olsun bile diyemeden ölüm haberiyle sarsıldık.
Bir bakıma, tıpkı yaşarkenki gibi, sessizce, usulca, efendice, onca bağlı olduğu, onca emek verdiği yaşamdan çekip gitti.
***
Ahmet Cemal kuşkusuz değerli bir köşe yazarı, çok yönlü bir yazın ve ve düşün adamıydı.
Edebiyat çevirisi alanında verdiği emek ise tartışmasız çeviri edebiyatımızın en ön sıralarındadır.
Bu veda yazısının başlığını “Çevirmenin Ölümü “ olarak koymam bundandır.
Bir başka neden, çeviri emeğinin, her şeye karşın hâlâ ikincil bir emek sayılagelmesidir.
Oysa yazınsal(ve kuşkusuz bilimsel) çeviri; yaratıcı yetenek, sabır ve özveri gerektiren çok zahmetli bir yaratıcı çabadır ve bir ülkenin edebiyatına , kültürüne söz konusu yapıtların kendileriyle boy ölçüşebilecek değerde önemli bir katkıdır.
Ahmet Cemal böyle bir çevirmendi. Alman dilli edebiyattan çevirilerinin toplamı bir kitaplık oluşturacak ölçüde değerli ve büyüktür.

***
Okuduğumu anımsadığım ilk çevirisi Elias Canetti’nin “Körleşme”sidir… Aydın körleşmesi sorunsalının bu baş yapıtını 1982’de cezaevinde okumuştum…. Sonradan Ahmet’e şaka yollu, hapiste olmasam bu kitabı okumaya belki de sabrım yetmezdi diye takıldığımı anımsıyorum… “Körleşme” gerçekten de okunması güç bir yapıttır. Bir de, okunması bile güç olan bir yapıtın çevirisine verilen emeği düşünün… Ahmet Cemal çevirmek için hep güç olan, çok güç olanı seçmiştir. Örneğin Robert Musil’in , kuşkusuz yine bir başyapıt olan “Niteliksiz Adam”ı… Farklı, benzersiz bir edebiyat tadı alarak aralıklarla okumayı sürdürdüğüm(iki yıldır elimin altındaki )bu iki ciltlik romanı bir çırpıda okumak bence olanaksız ve zaten yanlıştır. Avusturyalı yazar ve düşünür Herman Broch’tan çevirdiği (başka bir dile çevrilemez denilen) deneysel romanı“Vergillius’un Ölümü” ise, dilimizde yayınlandığından bu yana okumayı planladığım kitapların ön sırasında yerini koruyor…
Nietzche,Kleist, Novalis, Hölderlin, Zweig, Kafka,Seghers, Brecht, Böll, Celan, Rilke,Trakl… uzayıp giden bir yazar ve şairler listesi… Türkçeye ve Almancaya verilen büyük emek… Bir söyleşimizde, belki de benim soruma yanıt olarak, Faust’u çevirmekte olduğunu söylediğini anımsıyorum… Ne kadar yarım ve eksik de olsa bulunup yayınlanırsa Faust çevirileri arasında yerini alacak, mutlaka çok yararlı olacaktır…
***
Müstesna bir yazın insanını,;seçkin bir edebiyat, sanat, kültür adamını; son yolculuğuna uğurlanırken öğrencilerinin yüzlerindeki kederden de okunacağı gibi çok değerli, çok sevilen bir akademisyeni kaybettik. Yapıtlarıyla yaşayacak, insan ve arkadaş olarak yokluğu hep hissedilecek….


Ataol Behramoğlu/Cumartesi/050817