24 Mart 2018 Cumartesi

DÖNMEK ÜZERİNE



Türkçemizin özelliklerinden biri de bir sözcüğe pek çok anlam yüklenmesidir.
İyi mi kötü mü bilmem, ama bence çok da iyi değil.
Örneğin bir sözcüğün İngilizcesine baktığınızda karşınıza sayısız seçenek çıkıyor.
Bunun bir dil zenginliği olduğunda kuşku yok.
Keşke biz de böyle yapsak…
Tek bir sözcüğe yükleneceğimize Hhr ayrı durum ya da kavram için ayrı ve farklı bir sözcük üretmeyi denesek…
Dönmek” fiili de kendisine pek çok ve farklı işlevler yüklenen sözcüklerimizden biri…
Bir noktanın çevresinde çember çizerek dolaşmak anlamına geliyor.
Bir öteki anlamı, geriye dönmek, çıktığı noktaya geri gelmek demektir.
Başım dönüyor, zenginlik başını döndürdü, gözü döndü, kararından döndü vb. deyim ya da deyimsilerde de kullanıyoruz…
Dönüşüm sözcüğü genel olarak olumlu anlamda bir değişimi adlandırırken yine dönmek fiilinden türettiğimiz “dönek”, düşüncesini ve konumunu değiştirip tam karşısında yer alan kişiyi nitelemek için kullanılıyor…
Dil konusuyla başladımsa da tam burada duruyor, yazıya başlarken zihnimdeki asıl konuya dönüyorum…
Konu, sevgili arkadaşım, , değerli yazı emekçisi ve ustası Mustafa Mutlu’nun “İktidar-Medya İlişkilerinin Perde Arkası” alt başlığı ile yayınladığı, “Dön Kardeşim!” başlıklı, bir solukta okuduğum gazetecilik anıları…
***
Mustafa Mutlu’yu “Vatan” gazetesindeki köşesinde ilgiyle okuduğum yazılarıyla tanıdım.
Kitabına, “bitirirken” başlığını koyduğu işten çıkarılma öyküsü, daha doğrusu haberiyle başlıyor…
İlerdeki sayfalarda başlangıçtan bu günlere gazetecilik yaşamını anlatıyor…
Kitabın sonuna yaklaşırken ise asıl bombayı patlatıyor…
Bu sayfalarda, dün Vatan’ı ve Milliyet’i satın alarak yok ettiği gibi bu gün de Hürriyet’i satın alarak merkez medyanın az çok bağımız son yayın organını yok etme operasyonunu başlatan Erdoğan Demirören’in ibret verici bir portresi çiziliyor…
Meğer kitaba adını veren “Dön Kardeşim!” sözü de bu çakma medya patronun aitmiş…
Mustafa Mutlu bu sözün söylendiği karşılaşmaları anlatmayı kitabının sona bırakmakla okuyucuyu gerçekten de romancı ustalığıyla şaşırtmayı başarıyor…
***
Etkileyici bölüm Erdoğan Demirören’in “kontrolü ele aldıktan sonra” Kanlıca’daki yalısında gazetecilere verdiği yemekle başlıyor…
Yalının, kabul ve yemek salonlarının tasvirlerini en iyisi kitaptan okumak…
Bu davetten sonraki günlerde Mustafa Mutlu’yu kahve içmek için bürosuna çağıran büyük patronla bu köşe yazarı arasındaki diyalog ise kitabın en ilginç ve etkileyici bölümü…
Kahvelerimizi içerken gözlerimin içine bakıp, Gelelim seni davet etmenin nedenine,dedi. (……) ‘Beyefendi beni üç haftada bir Dolmabahçe Sarayı’nda kabul eder.(Beyefendiden kastettiği Başbakan,’Dolmabahçe Sarayı’ ise buradaki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ydi.) Her defasında önüme bir dosya atıyor ve ‘Erdoğan Bey, Erdoğan Bey, sen bu gazeteleri aldı ama , henüz patronları olamadın’ diyor. Neden biliyor musun?’ (…)’Çünkü o dosyaların içinde kendisini rahatsız eden haberler ve makaleler var. Milliyet’te ve Vatan’da yayınlananlar. Son zamanlarda bu dosyaların içinden yirmi kupür çıkıyorsa, en az yarısı sizin yazdığınız makalelerden oluşuyor…’ (….) ‘Biraz da güzel şeyleri yaz kardeşim. Sağlıkta yapılanları yaz, duble yolları yaz.(…) Ekonomi çok iyi gidiyor, onu yaz! Beyefendi dünya lideri oldu, onu yaz! (….) Dön kardeşim, herkes nasıl dönüyorsa sen de dön!”
****
Bu “Dön kardeşim!” sonraki birkaç telefon görüşmesi ve yazı işleri müdürüyle iletilen uyarılarla da devam ediyor…
Ayrıntıları ve patrona ironik yanıtıyla“dönme organı çalışmayan” gazetecinin onurlu duruşunun öyküsünü kitabından okursunuz…
Dön Kardeşim!”i okumanın ve hep birlikte sesimizi yükseltmenin tam sırasıdır:
Dönmeyeceğiz kardeşim! Sen ve senin gibiler de “beyefendi” de bunu iyi bilin!

Ataol Behramoğlu/Cumartesi/24.03/18
Gece yarısı 01.00’de Halk TV’de Haluk Çetin’le, yine Cumartesi-Pazar Bursa Kitap Fuarındayım.

17 Mart 2018 Cumartesi

BARIŞ ŞİİRLERİMDEN(2)



ÖLÜM VE GENELKURMAYI
Ölüm bir gece toplantıya
Çağırdı Genelkurmayını
Kıtlığı, depremi
Savaşı, hastalığı...
Dedi, neler oluyor
İnsanların dünyasında?
Ölüm oranı
Gitgide azalmada...
Ağıt yerine türkü sesleri
Yükseliyor evlerden
Ne oluyor?
Nedir olup biten?..
Kıtlık dedi, “Efendim
Bir şey gelmiyor elimden
Suluyorlar tarlalarını
Yağmura gereksinmeden
Büyük havuzlar yapmışlar
Suyu biriktirmek için
İsterlerse değiştiriyorlar
Yönünü nehirlerin...”
Hastalık dedi, “Efendim
Doğrusu bunaldım..
Karınları tok, sırtları pek
Şaşırdım kaldım...

Hasta olduklarında da
Etkili yöntemleri var
Çok sürmüyor
İyileşiyorlar...
Deprem dedi, “Efendim,
Yapıları pek sağlam
Yıkamıyorum
Ne kadar abansam...”
Yangın, kaza, su baskını..
Tüm öteki kötülükler...
Aşağı yukarı
Aynı şeyleri söylediler...
Savaşa dönerek
Gürledi ölüm birden:
“Peki ya, ne güne
Duruyorsun sen”...
Savaş dedi, “Efendim
Zaten sorun da bu:
Barış diye bir şey
İcat olundu...
Savaşta ölmek
Bitti böylece
Çoluk çocuk
Yok olmak topluca...
Ve silah yapımına
Harcanmayan para
Ömür ve sağlık
Oluyor insana...”
1988


10 Mart 2018 Cumartesi

BARIŞ ŞİİRLERİMDEN




TOPRAĞA DÜŞEN 
Ona "Haydi 
Savaşa dediler 
Başkaca birşey 
Söylemediler 
Aldılar köyünden 
Davulla zurnayla 
Geride üç çocuk 
Bir eş ve bir ana 
Eline bir silah 
Tutuşturdular 
Ve karşılaştı 
Düşman ordular 
Vurulup düştü 
İlk çatışmada 
Göğsünde bir oyuk 
Üç delik alnında 
"Ey bu topraklar için 
Toprağa düşen" 
Bir karış toprağın  
Var mıydı yaşarken?  





BİR MAVİ ÇİÇEK
Önce top mermileriyle dövüldü alan
Tarandı sonra mitralyözlerle
Sonra boğaz boğaza dövüşüldü
Ve sonra usulca indi gece
Bir mavi çiçek kalmıştı sadece
Ama yoktu koklayacak kimse
Sabaha karşı dindi iniltiler
Yan yana, üst üste yığılı ölüler
Ağaçlar devrilmiş, kavrulmuş çimenler
Boğulmuş yaşayan ne varsa bu yerde
Bir mavi çiçek kalmıştı sadece
Ama yoktu koklayacak kimse
O sabah yine maviydi gökyüzü
Başladı az sonra kuşların türküsü
Sabah rüzgârı ne bilsin ölümü
Esti durdu kırlarda keyfince
Bir mavi çiçek kalmıştı sadece
Ama yoktu koklayacak kimse




BEBEKLERİN ULUSU YOK 
   İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu 
   Bebeklerin ulusu yok 
   Başlarını tutuşları aynı 
   Bakarken gözlerinde aynı merak 
   Ağlarken aynı seslerin tonu 
    
   Bebekler çiçeği insanlığımızın 
   Güllerin en hası, en goncası 
   Sarışın bir ışık parçası kimi 
   Kimi kapkara üzüm tanesi 
    
   Babalar çıkarmayın onları akıldan 
   Analar koruyun bebeklerinizi 
   Susturun susturun söyletmeyin  
   Savaştan yıkımdan söz ederse biri 
   Bırakalım sevdayla büyüsünler 
   Serpilip gelişsinler fidan gibi 
   Senin benim hiç kimsenin değil 
   Bütün bir yeryüzünündür onlar 
   Bütün insanlığın gözbebeği 
    
   İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu 
   Bebeklerin ulusu yok 
   Bebekler, çiçeği insanlığımızın 
   Ve geleceğimizin biricik umudu... 




Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/100318
 




3 Mart 2018 Cumartesi

1919-2019



Birkaç gün önce kitap fuarı için Samsun’daydım.
Samsun Haber” radyo ile söyleşimizde Samsun’a ilk kez ne zaman geldiğim sorulduğunda “19 Mayıs 1919”da dedim…
Önceden hazırlanmamış, kendiliğinden geliveren bir yanıttı bu…
Arkadaşlar ilkin belki biraz şaşırdılar, fakat gecikmeksizin anladılar kuşkusuz…
Çünkü Samsun’a hiç gelmemiş de olsalar, bütün yurtseverler, bu kutlu şehrimize 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’le birlikte ayak basmışlardır…

***
Elbette bu duygumu güçlendiren bir etken, hatta başlıca etken, aralıklarla da okuyor olsam ,uzun süredir elimden düşmeyen bir kitap, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sıdır…
Kitabın alt başlığında –Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadar- deniyor.
Gerçekten de muazzam, muhteşem bir Atatürk biyografisi bu.
Yaşamı ülkesinin yaşamıyla paralel akan ve giderek onunla neredeyse tek ve aynı şey olan büyük bir komutan, önder ve devlet kurucunun biyografisi olduğu için de, yakın tarihimizin benzersiz bir öyküsü. Seçkin bir yazar ve siyaset adamının bire bir gözlem ve tanıklıkları…

***
Konu 19 Mayıs olduğu için yazıyı da onunla sınırlayayım…
Mustafa Kemal, bu genç paşa, Samsun’a neden gönderildi…
Çankaya”da konuyla ilgili bölümler ve dağınık satırlar topluca değerlendirildiğinde bu neden apaçık görülüyor.İşgal kuvvetleri komutanları ,onlarla birlikte de Padişah Vahdeddin ve sadrazam Damat Ferit,Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki arayışlarından, görüşmelerinden, çalışmalarından, ülkenin kurtuluşu için çırpınışlarından rahatsızdırlar…
Kitabın bendeki baskısının 199-202. sayfalarında, Anadolu’ya geçiş öncesinde önce sadrazam sonra padişahla görüşmelerini Atatürk’ün kendi ağzından öğreniyoruz. Gönderilme amacı, Karadeniz yöresinde çetelerin oradaki Müslüman olmayan halka karşı saldırılarını engellemektir. Özetle müfettiş paşa bu bölgedeki karışıklıklara engel olmakla görevlendirilmiştir. Fakat bu görüşmede Vahdeddin’in söylediğini(yine Atatürk’ün kendi dürüst anlatımından) öğrendiğimiz sözler genç paşanın zihninde haklı olarak “muamma ” etkisi yaratmıştır… “ Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin,bunların hepsi artık……tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa , paşa, devleti kurtarabilirsin!”
Mustafa Kemal uzun süre düşündükten sonra bu sözlerin, devleti kurtarmanın İngilizlerin isteklerini yerine getirmek anlamında söylendiği sonuncuna varıyor…
Bir an için s on Osmanlı sultanının bu sözleri iyi niyetle, Mustafa Kemal’in amacını sezmiş ve olumlamış olarak söylediğini düşünsek, çok geçmeden geriye çağrılışını, onu yakalayıp İstanbul’a getirmesi için Fevzi Çakmak’ın görevlendirilişini, müfettiş paşa olarak yerine Kâzım Karabekir’in atanışını, 24 Mayıs 1920’de de hakkında verilen idam fermanını açıklamak nasıl mümkün olacak?..

***
Çankaya”da, Kurtuluş hareketinin Anadolu’da nasıl güçlükler aşılarak örgütlendiğini, imkânsız görülenin nasıl olabilir kılınarak gerçekleştirildiğini, önderin kişiliğine hayranlığımız her satırda ve olayda daha da artarak okuyoruz. Atatürk mucizesini bir kez daha, ve daha yakından tanıyıp anlıyoruz…

***
19 Mayıs 1919’la başladım… Fakat yazımın amacı, başlığından da anlaşılabileceği gibi 1919’la sınırlı değil… Önümüzdeki yıl bu büyük simgesel öneme sahip olayın yüzüncü yıldönümü…
Peki biz yurtseverler, aydınlanma devrimin savunucuları, bu yıldönümünü ona yaraşır bir görkem ve evrensel önemiyle kutlamaya hazır mıyız?
Atatürk ve aydınlanma devrimi düşmanlarının birkaç yıl sonra, Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünde ilan etmeye hazırlandıkları karanlık rövanşın son durağı olacak seçimlerin de gerçekleşeceği 2019’u, onlar için bir kâbusa döndürmeye hazırlıklı mıyız?
Ben böyle bir hazırlığın işaretlerini göremiyorum…
Öyle ise bir an bile gecikmeksizin çalışmaya koyulmalı, önümüzdeki yıl yüzüncü yıl dönümü gerçekleşecek ola büyük tarihin Kurtuluş savaşımız ve Cumhuriyet aydınlanmasının değerleri bakımından yaşamsal önemini en büyük ölçüde kutlamalarla en büyük sayıda kitlelere ulaştırmak için bütün güçlerimizi seferber etmeliyiz.

Ataol Behramoğlu/Cumartesi/3.3.2018