27 Eylül 2019 Cuma

CUMHURİYET OKUMAK

      Son birkaç zamandır dinletilerde, söyleşilerde, giriş konuşmasını yaparken ya da yeri geldiğini düşündüğümde, izleyicilere “Bugün Cumhuriyet okudunuz mu” diye soruyorum.
        Bazen belki haddim de aşarak “Okuyanlar elini kaldırsın…”diyorum.
       Sağ olsunlar, samimiyetimi bildikleri için olmalı,” Size ne bundan…” diyen olmadı bu güne kadar…
      Fakat aldığım sonuç da hiçbir zaman iç açıcı olmuyor… Üç yüz beş yüz kişilik topluluklarda kalkan eller beşi onu geçmiyor ve bu beni çok üzüyor…Neden mi?  O toplantılarda bu sonuç üzerine yaptığım kısa konuşmalardaki düşüncelerimi sıralayayım şimdi…

                                                                  ***
    Üniversitelerde gençlere yaptığım konuşmaları bu konunun dışında tutuyorum.
     Onların büyük çoğunluğu  sadece gazete değil kitap okumada da bir hayli gerideler.
     Çünkü okuma gıdalarını yazılı-basılı   yayınlardan  değil,   başta cep telefonları olmak üzere dijital ekranlardan alıyorlar, ya da aldıklarını sanıyorlar…
       Onlara okuma alışkanlığı kazandırmak, ulusal ve genel eğitim programlarının başlıca hedefi olmalıdır.
       Bu sadece bir okuma sorunu değil, ülkemizin var oluşuyla, geleceğiyle ilgili  yaşamsal önemde sorunların belki de en başında gelenidir.
                   
                                                              ***
            Yukarıdaki soruyu yönelttiğim topluluklar,  şiirlerimin okuru olmalarına karşın kimileri  farklı  dünya görüşlerinden gençler değil,   çoğunluğuyla aynı görüşleri paylaştığımız, genellikle orta yaş ya da üstü kimselerdir.
          Zaten beni şaşırtan da  Cumhuriyet okurlarının onlar arasındaki azlığıdır.
          Nedenini sorduğumda, aldığım yanıtların başında gazeteyi internetten izlemeleri geliyor.
          Gazeteyi(ve özellikle de Cumhuriyet gibi bir gazeteyi) okumakla onu internetten izlemenin farklı iki şey olduğunu ısrarla anlatıyorum.
           Gazeteyi yanınızda, cebinizde, çantanızda taşıyarak, her fırsatta, her yerde okuma şansızınız vardır.
           Elektronik ekranda bunu her zaman aynı rahatlık ve kolaylıkla yapamazsınız.
            Uzun bir makaleyi gazeteden okuma rahatlığına  onu elektronik ekrandan okurken  sahip olamazsınız.
              Gazetenin sayfalarında dolaşırken kenarda köşede kalmış bir haber önünüzde çok önemli  bir bilgi ufku açabilir.
              Elektronik ekranda  okuduklarınız ister istemez, ilgi duyduğunuz köşe yazarı ya da yazarlarını yazılarıyla sınırlı olacaktır. Haberlerin  ise ancak başlıklarına göz atmakla yetinmek zorunda kalacaksınızdır..
              Bu konuda Cumhuriyet gazetesinin yeri gerçekten özeldir. Çünkü Cumhuriyet sadece ciddi bir yazar gazetesi değil, ciddi bir haber gazetesidir.
              Cumhuriyet gazetesini her gün okumayan herhangi bir kimsenin, Türkiye’nin siyasal ve kültürel gündemini, ciddi, doğru, eksiksiz izleme şansı olacağını düşünemiyorum
         Bu düşüncemi bu gazetenin yazarı olmamda çok, onun sadık bir okuru olarak ısrarla,önemle tekrar ediyorum.
            Sadece iktidarın emir ve komutasındaki gazeteleri değil,ülkenin belli başlı gazetelerinin hepsini Cumhuriyetle birlikte masaya yatırarak birkaç gün  bir haber taraması ve  karşılaştırması yapmak haklılığımı gösterecektir…
              Özetle, Cumhuriyet okumamayı, onu  elektronik ekrandan izliyor olma gerekçesi ya da bir başka gerekçeyle açıklamayı  inandırıcı ve anlamlı bulmuyorum.
                                                                   ***
              Fiyat konusu üzerinde düşünülmeye değer.
              Fakat bu sorunun da büyük ölçüde  baskı adediyle ilgili olduğunu bilmek gerek.
              Satış(dolayısıyla baskı sayısı) arttıkça birim maliyet azalacak, bu da gazete  fiyatına kuşkusuz ki yansıyacaktır.
              Bilinçli okura, yanı sıra da ilerici, yurtsever, demokrat kurumlara Cumhuriyet’in okurunu çoğaltmak, satışını artırmak konusunda ciddi sorumluluk düşmektedir.
             (Bu arada, yeri gelmişken, THY salonlarında ve dış uçuşlarda,boyalı basını üst üste yığan THY kurumunun Cumhuriyeti ve başkaca demokrat gazeteleri buralara almayışını   ayıplıyor ve kınıyorum. Bu öncelikle yolcusuna saygısızlıktır.)

                                                     ***
Eleştiri yapıcı olduğu ölçüde kuşkusuz ki öneli ve gereklidir.
Gazetemizin eleştirilebilecek yanları da vardır, olabilir.
Fakat bu gün Cumhuriyet’in gereksinim duyduğu, eleştiriden çok okur desteğidir.
Bugün Cumhuriyet okuru olmak bence, aydın ve yurtsever olmanın gereği ve sorumluluğudur.

Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/230919
           

19 Eylül 2019 Perşembe

YAZMA HEVESİ

            Yazma zorunluluğu olmasa, yayınlanacağını bilsem de her hafta sadece keyif almak ya da düşüncelerimi açıklamak için  bir makale yazar mıydım, sanmıyorum.
            Zorunluluk dediğim şey hem yaptığım şeyin gereği, hem bir sorumluluk, hem de bir disiplin konusudur kuşkusuz.
            Canın yazmak istemese de yazacaksın!
            Bunun olumsuz yanları olduğu kadar olumlu yanları da olsa gerek…
           Olumsuz yan yeterince açık: Canın istemeye istemeye yazıyorsun, çünkü yazman gerek….
            Olumlu yan bence disiplin konusuyla ilgili.
            Sadece gazete yazarı değil herhangi bir edebiyatçı da bunu bilir.
            Günün belli zamanlarında yazma alışkanlığı edinmek, yaratıcılık ve sonucundaki üretim bakımından  önemlidir.
              Belli bir konu üzerinde çalışmaktayken söz konusu yazma düzeni zaten gereklidir.
              Her edebiyatçı gibi benim yaptığım da budur.
               Fakat belli bir konu yokken de,  ressamın eskizler yapması gibi , rastgele bir şeyler yazmayı düzenli olarak gerçekleştirdiğim zamanlar olmuştur.
             Bu rastgele yazmalardan  zaman zaman  pek güzel dizeler de çıkmıştır…
             Fakat edebiyat yazarı canı istemediğinde yazmayabilir.
              Gazete köşe yazarını ise bu şansı yoktur.
             Yazma hevesin yoksa da yazacaksın…
              Arada bir ve şu anda da olduğu gibi…

                                                   ***
             Gazete yazarı için yazma hevesi, öncelikle, yazılacak şeyle ilgili olsa gerek…
             Neyi yazacaksın?
            Yazacak ne var? Ya da ne kaldı?
            Bir yazar için aynı şeyleri tekrarlamak kadar iç daraltıcı bir şey olamaz.
             Aynı iç daraltısı bu tekrarları okumak durumunda olan okur için de söz konusudur.
             Okur, tekrarı gördüğünde  okumayı bırakma şansına sahiptir.
            Yazan kişinin ise böyle bir şansı söz konusu değil.
            İlle de yazacaksın…
            O zaman yukarıdaki soruları tekrar edelim:
            Yazacak ne var? Ya da ne kaldı?

                                         ***
             Kötünün kötüsü bir dünyada ve kötünün kötüsü bir Türkiye’de yaşamaktayız…
             Dünya siyaseti hemen her yerde gelmiş geçmiş en çapsız, en değersiz, en sahtekâr, en despot siyasetlerin ve siyasetçilerin elinde…
             Ormanlar  yanıyor, buzullar eriyor, hümanist ve bilimsel sosyalist düşüncenin beşiği ülkelerde faşist, ırkçı  düşünceler ve oluşumlar yükseliyor.
             İnsanlığın yüzyıllardır biriktirdiği insancıl düşünceler, sevgi, saygı, adalet duygusu, eşitlik ideali,özgürlük tutkusu, ayaklar altında, alay ve aşağılanma konusu…
              Hurafe, fizik ötesi inanışlar, her yerde itibar görme bir yana, kendinde farklı düşünce ve inanışları boğazlama hakkını da görüyor…
         Ve belki hepsinden daha da önemli ve kaygı verici olanı, yaşamın da ölümün de ciddiyetinin kalmayışı.
          Çünkü yalan her şeyi örtüyor.
           Eylemsizlik ise söylenebilecek her ciddi sözün, uyarının ve hatta en cesur ve özverili de olsa tekil kalan her davranışın anlamını, ciddiyetini hızla tüketip yok ediyor.
             Bence dünya ve Türkiye böylesine kötü bir dönemi hiç bir zaman yaşamadı.

                                                              ***
          Bu  hevessiz yazıyı, Cumhuriyet yazarı ve çalışanı arkadaşlarımızın(biri dışında) tahliyelerinin sevincini paylaşırken, az önce Halk TV’de Ayşegül Arslan’ın programında, sadece ülkemizin değil bence dünyanın en önemli  karikatür sanatçılarından Musa Kart kardeşimin bir sözü ve bu sözün bana çağrıştırdığı düşünce ile tamamlayayım.
       Söyleşinin  bir yerinde  Musa,Türkiye’de bugün her şeyin mizah olduğunu söyledi.
        Bunu anlamak ve katılmakla birlikte, kavramı genişletmek gerektiğini düşünüyorum…
        Mizah, evet, ama mizahın, en soyutunun bile bir anlamı vardır…
        Bu gün bize yaşatılmakta olanları ise “saçma” sözü sanırım mizahtan daha iyi açıklayacaktır…
          Bildiğimiz mizahın ötesinde, Becket’in(Godot), İonesco’nun(Gergedan), Kafka’nın(Dava)
mizahı bu.
           Saçmayı aşıp yaşamı yeniden anlama kavuşturmanın yolu ise, bütün dünyada ve bizde,
kıran kırana kitlesel eylemliliklerden  geçmektir gibi geliyor bana…

14 Eylül 2019 Cumartesi

Müfredat

Pazartesi gece geç saatte Çin’den geldim.
Bugün yazmayı tasarladığım yazının başlığı zihnimde hazırdı: Cumhuriyet okumak...
Fakat az önce gazete bayiinden Cumhuriyet’i alırken göz gezdirdiğim gazete başlıklarından “Sabah” adını taşıyanınkiyle irkildim: “Yerli ve Milli Ders Müfredatı.”
Hırsızlama okumayı sürdürerek alt başlıklara geçtiğimde irkilmem daha da arttı.
“Başkan” Erdoğan, “ders müfredatlarını özgürlükçü, demokratik, şeffaf ve objektif bir anlayışla yeni baştan hazırladık” demiş.
“Başkan”... Bildiğim kadarıyla anayasada böyle bir unvan yok. Gazete böyle uygun görmüş. Cumhurbaşkanı’nın da itirazı olmadığı anlaşılıyor. Ne fark var diye düşünenler olabilir. Bence çok fark var. Yerli yerine oturmayan uydurmasyon “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ni başkanlık sistemine dönüştürmek için Cumhurbaşkanı lafını büsbütün kaldırıp milleti başkan sözüne alıştırmak gerekiyor. Böylece bilmem kaçıncı Cumhurbaşkanı olmak yerine ilk başkan olmak, yeni bir devlet olarak kurulmakta oluşumuza kuşkusuz daha uygun düşecektir...

***

Asıl konuya geçmeden “müfredat” sözü üzerinde de biraz duralım...
Sözcükleri, kökenlerini bilip hissetmeden kullanmaktan hoşlanmıyorum.
Arapça, Farsça, Latince bilmeden, kökenleri o dillerde olan sözcükleri kullanışımız bir çeşit ezberciliktir.
Ezbere düşünüp ezbere konuşmak ise düşüncenin köksüz kalması, gelişmemesi demektir.
“Müfredat”a bakalım...
“Fert”, yani birey sözcüğünden türetilmiş olduğunu hissedecek kadar bilgim var.
Nitekim Osmanlıca sözlükte “basit şeyler, bileşik olmayanlar/ toptan bilinen şeylerin ayrıntıları, birer birer sayılmışları” olarak açıklanıyor... Demek ki “ders müfredatı” derken, “öğretimeğitim programının ayrıntıları”, “ayrıntılı öğretim-eğitim programı” demek istiyoruz... (TDK sözlüğünde “öğretim izlencesi” diye bir karşılık var, ama beğenmedim. İzlence aynı zamanda ve daha çok “temsil”, “sahne temsili” karşılığında kullanıldığı için burada iğreti duruyor.)
O da Arapça olmakla birlikte “ders” artık bizim de sözcüğümüz. Onu öğretim, eğitim sözcükleriyle, farklı anlam katmanlarında kullanmamız doğal. “Dersler başladı” dediğimizde “öğretim başladı”dan daha farklı, daha somut bir şey söylemiş oluyoruz... Buna karşılık bende karanlık çağrışımları olan, ilk kez kim ne zaman kullanmış bilmediğim “müfredat” sözünden kurtulalım isterim...

***

Sonuçta ister istemez satın alsam da sayfalarını çevirmeye gerek görmediğim boyalı gazetenin giriş sayfasında “Başkan”; “özgürlükçü”, “demokratik”, “şeffaf” ve “objektif” olmaktan anladıklarını sıralıyor...
“Milletimizin inancını, insanımızın değerlerini hor gören ideolojik unsurlar” ders kitaplarından tamamen temizlenmiş...
Nedir bu unsurlar, bilmiyoruz.
Hiçbir uygar, normal ülkenin okullarında insanlık değerlerini hor gören bir ders okutulmaz. Zaten böyle bir ders de olmaz.
Fakat “milletimizin inancı, insanımızın değerleri” gibi her bir ayrıntısı ayrı ayrı tartışılıp irdelenebilecek genellemeleri birer dogma olarak karşımıza çıkarıp karşısına “ideolojik unsurlar” gibi bir başka genelleme koyduğunuzda özgürlükçü değil baskıcı, demokratik değil demokrasi karşıtı, şeffaf (saydam) değil karanlıkçı, objektif (nesnel) değil subjektif (öznel) olursunuz.
“Başkan” devamla “uzun yıllar eğitim insanı formatlama, tek tipleştirme aracı olarak görüldü” diyor.
Açık olarak söylenmese de burada hedef tahtasında olan Atatürk döneminden Köy Enstitülerine, halkçı, ulusçu, toplumsalcı, aydınlanmacı bir eğitim anlayışıdır. “Eğitimde Cumhuriyet tarihimiz boyunca bize özgü bir gelenek oluşturamadık” sözü de “kindar ve dindar nesil yetiştirme” sözünün sahibinin ağzında, dile açıkça getirilememiş olsa da, bu gelenekten anlaşılması gerekeni gösteriyor.



***

Türkiye ve bütün dünya hiç kuşkusuz Cumhuriyetimizin kuruluş ve ilk yıllarından farklı bir yerdedir.
Hem sosyal bilim hem doğal bilim alanlarında öğretim-eğitim programlarının daha çoğulcu, daha kapsayıcı anlayışlarla hazırlanmaları gerektiği kuşkusuzdur.
Fakat bunu başarmanın yolu bu program ya da “müfredat”ın tutucu, boğucu, dinci ve şoven bir “ideloji”nin boyunduruğu altına alınması değil; evrenselci, akılcı, aydınlanmacı bir anlayışla hazırlanmasıdır.

5 Eylül 2019 Perşembe

CHP YENİDEN UMUT OLURKEN

        Tıpkı kişisel yaşamda olduğu gibi toplumsal yaşamda da sevinçli ya da üzüntü verici dönüşümlerin etkisi zaman içinde kendini daha çok duyumsatır.
      Son yerel seçimler, özellikle de 24 Haziranda yenilenen seçim sonrasında da böyle oldu.
           Cumhuriyet Halk Partisinin toplum için yeniden bir umut olmaya başladığı bütün toplumsal kesimlerce yeniden duyumsanıyor.
         Bu duygu ve buna bağlı olarak da bu partiden beklentiler giderek güçlenecektir.
        Bu yazıda ben bu çok kapsamlı konuyu , Cumhuriyet Halk Partisinin bu süreçte yapması gerektiğine ilişkin düşündüklerimi özellikle önem verdiğim üç noktada toplamak istiyorum.

                                             ***
             Bu süreçte yapılması gerekenlerden ilki aslında bu partinin her zaman  başlıca işlev ve sorumluluklarından biri olarak eğitim alanındadır.
             Türkiye toplumunun aşması gereken en önemli sorun bu alandadır.
              Toplumumuz, üzülerek söylüyorum ki, neredeyse bütün alanlarda, büyük bilgisizlik içindedir.
              Bu toplumun halk kesimleri, çok yanlış olarak söylene geldiğinin tersine “aptal” filan değil, fakat cahildir.
             Az çok okumuşu da okumamışı da hem toplumsal hem doğal bilimler alanında asgari ve temel bilgilerden yoksundur.
             Günümüz siyasal iktidarının eğitim politikası ve genel olarak siyaseti bu bilgi yoksunluğunu hiçbir zaman olmadığı ölçüde arttırmış ve yaygınlaştırmıştır.
            Bu bilgisizliğin aşılması için Cumhuriyet Halk Partisine çok somut ve bence yaşama geçirilmesi hiç de güç olmayacak bir önerim var:
          Uzmanlarına hem toplumsal hem doğal bilim alanlarında oldukça kısa, neredeyse özet gibi  kitapçıklar hazırlatarak bunları parti örgütlerinde ve belediyelerinde ders kitapları gibi okutmak.
             Hem hazırlanmalarında hem de  derslerin verilmesinde sayısız gönüllü uzman bulunacağından kuşku duymuyorum.
              Yeter ki yapılmak istensin ve   gerçekleşmesi için kollar sıvansın.

                                                   ***
       Türkiye toplumunun ikinci büyük sorunu örgütsüzlüğüdür.
        Demokrasi ancak örgütlü toplumlarda olur.
        Cumhuriyet Halk Partisi iktidar olmayı beklemeden bu alanda da somut ve etkili adımlar atmalı, bütün toplumsal kesimlerin, yaş ve meslek gruplarının  her alanda örgütlenmesi için öncülük sorumluluğunu üstlenmelidir.
                                         ***
           Bunlarla eşit önemde üçüncü bir toplumsal sorunumuz ise yoksulluktur.
            Cumhuriyet Halk Partisinin bu alanda da yapabileceği şeyler vardır.
            Halkın ekonomik alanlarındaki sorunlarına özellikle belediyeler yoluyla çözümler üretmek bu partinin  iktidara taşınmasında büyük etken olacaktır.
              Bu alanda yapılacak çalışmalara, bu çalışmaların inandırıcılığı ölçüsünde, bütün toplumsal kesimlerden maddi ve manevi destek gelecektir.

                                         ***
         Bu yazıda kısaca özetlemeye çalıştığım bu düşünce ve önerilerin her biri için kuşkusuz büyük ve kapsamlı çalışmalar gerekiyor.Fakat hem Cumhuriyet Halk Partisi hem toplumumuz bunu başarabilecek donanıma sahiptir.
          Siyasal mücadeleyi, iktidar olma çabasını, söylem alanından bu eylem alanlarına genişleterek sürdürmek Türkiye toplumunu  baskıdan ve yoksulluktan kurtararak  onu bu topluma yaraşır bir geleceğe hızla taşıyacaktır.
         
                             

    Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/ 040919