26 Nisan 2019 Cuma

MİLLET VE GÜRUH


       Millet, ulusal insan topluluğunun adıdır.
      Bu topluluğu farklı yaşlardan, farklı toplumsal kesimlerden, farklı mesleklerden insanlar oluşturur.
      Bu toplumsal kesimler(sınıflar)arasında çıkar çatışmaları; tek tek  kişiler arasında da görüş ayrılıkları ,çıkar çatışmaları, çeşitli sorunlar olması doğaldır ve kaçınılmazdır.
        Fakat öyle anlar, öyle zamanlar, öyle durumlar vardır ki bütün bu farklılıklar silinir, önemini yitirir; bütün bir ulus tek bir amaca, tek bir hedefe, tek bir sevinç ya da acıya kilitlenir.
       Bu, millet olmaktır.
       Kimi olaylar ya da olgularda da bütün bir insanlığın tek bir duyguda, sevinç ya da kaygıda buluştuğu olmuştur, olacaktır.
      Uzaya çıkan ilk insan, ya da ay yüzeyinde atılan ilk adımlar bütün insanlığın sevincidir.
      Dünyaya  hızla yaklaşan dev bir göktaşının  gezegenimize çarparak yörüngesini değiştirme olasılığı bütün insanlığı derinden sarsacaktır.
        Büyük bir insanın, bir yazarın, bir sanat ya da bilim insanının ölümü hem ait olduğu milletin hem bütün bir insanlığın kaybıdır.
          Bir millete ait olmakla bütün bir inanlığa ait olmak arasında karşıtlık ya da çelişki yoktur.


                                                    ***
    Güruh,dilimize Farsçadan aldığımız bir sözcük.
     Ayak takımı, sürü, değersiz insanlar topluğu anlamında kullanılıyor.
    Güruhlaşan bir insan topluluğunu, ya da zaten güruh olarak ortaya çıkan bir topluluğu birleştiren ortak  insanî, toplumsal, sınıfsal, ulusal değerler yoktur.
    Güruha  değerler değil, hayvansı içgüdüler egemedir.
     Güruhlaşan bir insan topluluğun yapamayacağı hiçbir kötülük, yıkamayacağı hiçbir değer yoktur.
      Güruh, saldırganlaşmış, çığırından çıkmış, gözü kararmış bir kitledir.
       1991 Sivas katliamının failleri,  görüntülerden de apaçık görülebileceği gibi bir güruhtu.
        Önceki gün Çubuk’taki saldırıdan ulaşanlar da  yine bir güruha ilişkin görüntülerdir.

                                                   ***

 Bir insan topluluğu neden ve nasıl güruhlaşır?
  Bütün bir milletin  güruhlaştığı anlar, dönemler zamanlar var mıdır?
  Hayvanlar âleminden örnekler bu konuyu anlamada işe yarayabilir.
   Tokken zararsız  bir yırtıcı hayvan sürüsü açken güruhlaşır.
    Güruhu oluşturan unsurlar birbirine de saldırabilir.
    Bu âlemden insanların en yakın dostu olan köpekler, sürüleşip güruhlaştığında ölümcül tehdit oluştururlar.
      İnsan topluluklarının  güruhlaşması da, bunun gibi, maddi yoksunlukların, yanı sıra da kışkırtmaların, değersizleştirmelerin, kötülüğe yönlendirmelerin sonucunda gerçekleşir.
        Böyle bir sürecin ulaşabileceği en korkunç nokta ise, bir milletin, ulusal ve evrensel bütün  değerlerini  yitirerek topluca güruhlaşmasıdır.

                                                               ***
      Bir güruha dayanarak ,  farklı görüşleri  susturup ya da yok edip bütün bir milleti güruhlaştırarak   varlığını sürdürmeye çalışan yönetimlerin sonu, hem kendileri hem de ait oldukları millet için yıkım olmuştur.
      Ülkemizde bugün siyasal yönetim, söylemleriyle ve eylemleriyle, tam da böyle bir doğrultuda iktidarını  sürdürmeye çalışıyor.
        Çubuktaki saldırı Sivas’taki trajedinin bir benzeri olarak  sonuçlanacak olsaydı Türkiye korkunç bir alt üst oluşa yuvarlanacak ve hiç kuşkum yok ki bu siyasal iktidar, güruhlaşmış medyasının desteğinde, bu ülkede demokrasinin son kırıntılarını da yok etmek için elinden geleni ardına koymayacaktı.
          Bir bıçak sırtındayız.
          Onurlu, vicdanlı, merhametli bir milletin çocuklarını ,yalanla, ,kışkırtmayla, inanç ve yoksulluk sömürüsüyle yozlaştırıp  güruhlaştıran; bu geri, ilkel, çirkin siyasetin  ve siyasetçinin sonu artık gelmelidir.
------------------------------------------------------------------------------------------
         
İlgilerden bir rica- “Şu “gönül belediyeciliği kazandı” safsatasını artık duvarlardan, direklerden söküp atın.. Gözlerimizi, İstanbul’umuzu  daha fazla kirletmesin. AB.       

Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/240419

18 Nisan 2019 Perşembe

VICIK VICIK

   
  Böyle yazı başlığı olur mu?
   Olmaz.
 Olmamalı.
    Ama ne yapayım ki aklıma birden düşüverdi…
   Birden derken,  önce cıvık sözcüğü geldi.
   Cıvık,cıvıklık, cıvıklaştırmak…
   Yaşamakta olduğumuz seçim ortamını tanımlamak için bu sözcüklerden daha uygunu bulunamaz.
    Daha doğrusu ben bulamadım.
   Zaten, söylediğim gibi,düşünerek değil de kendiliğinden çıkageldi bu cıvık sözcüğü…
    Sözlüğe bakalım ister misiniz?
   TDK sözlüğünü açıyorum:
   Cıvık ön ad(yani sıfat) Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış: Cıvık kar.Cıvık hamur.Cıvık çamur.Mecazi anlamı ise” soğuk ve can sıkıcı şakalar yapan kimse” diye açıklanıyor.
      Mecazi anlamın açıklanışını yeterli bulmadım. Hatta yanlış olduğu kanısındayım. Cıvık diye, soğuk ve anlamsız şakalar yapan kimseden çok, bir konuyu sulandıran, bozan,bulandıran, tadını kaçıran, ciddiyetini ayağa düşüren, onu anlamsızlaştıran, böylece de değersizleştiren kişiye denir.
       Örneğin 1 Nisan gününden beri İstanbul’un her yerini kaplayan, gözümüze sokar gibi her köşe başına, her alana, her duvara, her direğe, neredeyse her gökdelenin cephesine asılmış ya da yapıştırılmış “Teşekkürler İstanbul, Gönül Belediyeciği Kazandı” afişi bir cıvıklık örneğidir.
       Çünkü bir yalanın böylesine  allanıp pullanıp ortaya dökülmesiyle, afişteki bütün sözcükler,(gönül, İstanbul, belediyecilik, kazanmak, teşekkürler) hep birlikte anlamsızlaşıp cıvıklaşmaktadır.       
       Gerçeğin böylesine pervasızca çarpıtılarak insanların gözüne sokulmak istenmesi, belki daha ağır sözcükleri hak etmiş olsa da, en hafif deyimiyle cıvıklıktır. Gerçekliğin cıvıklaştırılmasıdır. İnsanları aptal yerine koymaktır.
Sağduyuyla alay etmektir. Bütün bir topluma,toplumsal akla ve duyguya hakaret etmektir.

                                                  ****
            Oyların  yeniden ve yeniden ve yeniden, bir kez daha yeniden sayılması, sayımın durdurulup durdurulup yeniden başlatılıp sonra yeniden durdurulup sayıma geçilmesi, hukukun alt üst edilmesi, aslında suçtur, fakat aynı zamanda da işi cıvıklaştırmak, biçimini bozmak, akışını sakatlamak ve sonuçta her şeyi vıcık vıcık etmektir.
          İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri “mırdar” değil(Binali Bey  sözcüğün halk ağzında kullanılışıyla “murdar” demek istemiş olmalı),fakat gerçekten “mundar” olmuştur ve bunun başlıca sorumluları da  seçim  sürecini  böylece cıvıklaştıranlardan, vıcık vıcık edenlerden başkası değildir.
         Bu kadar cıvıklaştırılan, vıcık vıcık edilen bir seçim süreci, ne demokrasitik sistemin yürürlükte olduğu bir başka ülkede, ne de bizim ülkemizde görülmüştür.

                                                ****
         Yazının girişinde böyle yazı başlığı olur mu diye sormuş,olmaz, olmamalı diye yanıtlamıştım.
           Bunları yazarken aklımda belli belirsiz bir şiir dizesi kımıldanıyordu:
Uzaktan uzağa “böyle de şiir olur mu?” gibisinden bir şeyler…
          Derken  Metin Eloğlu’nun bu günlere çok yakışan“Ömür Törpüsü” adlı şiiri bütünüyle çıkageldi…
                 
                 
Yaşamak istiyorum
Yaşamak istiyorsun
Yaşamak istiyor

Böyle şiir olmaz, diyeceksin; biliyorum.
Ama böyle dünya olur mu?
Böyle barış olur mu?
Böyle hürriyet olur mu?
Böyle kardeşlik olur mu?
Biliyorum ki, katlanıver, diyeceksin;
Ama böyle yaşamak olur mu!


       
    Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/ 170419 

12 Nisan 2019 Cuma

SEÇİM SONRASINDAN SATIR BAŞLARI


       Yerel seçimler 31 Martta yapıldı ve 1 Nisanda sonuçlar belli oldu.
      Fakat siyasal iktidarı elinde tutan güç özellikle İstanbul konusunda ayak diriyor.
      Sonucu değiştirmek için yalan, tehdit, şantaj, her türlü yola başvuruyor.
       Bunlar görülenler.
       Kapalı kapılar ardında kim bilir ne dolaplar çevriliyor.
        Oligarşinin yalan makinesi medya hayasızlıkta kendisiyle ve kendi aralarında  birbirleriyle  yarışıyor.
       Bir süre önce  iktidar karşıtlarının kanını içeceklerini ilan eden  bir katil , şimdi bu amacı gerçekleştirmek için devletten işaret beklediklerini  bildiriyor.
      Bu ülkenin milyonlarca yurtsever, barışsever insanına yönelik   bu pervasızca meydan okuma  karşısında, bu insanları korumakla görevli  devlet bütün takım taklavatıyla suskun.
      Zaten kendisi de açık ya da dolaylı, benzer şeyler söylüyor.
       31 Mart seçimi sonrasının açılıp irdelenmesi gereken ilk satır başı, ahlâksız medyasıyla, kiralık katilleriyle,insaf ve vicdan ölçülerini zorlayan yalanlarıyla, siyasal iktidarı elinde tutan güçlerin bu akıl dışı, kabul edilemez görüntüsüdür.
            Denilebilir ki bu her zaman böyleydi.
             Fakat bu kez bu görüntü her zamankinden daha açık, gün ışığında, göz önündedir.
               Yakalanmış, kıstırılmış, ve artık yenilgiyi kabulden başka çaresi kalmamıştır…

                                             ***
      İkinci satır başı,  CHP yönetimi başta olmak üzere hukuktan, vicdandan,, adaletten,  cumhuriyet aydınlanmasından yana güçlerin kararlı olarak bir arada durmayı başarmasıdır.
   Bu aşamadan sonra her hangi bir geri adımın,yılgınlığın,kararsızlığın, teslimiyetin, kayıtsız şartsız bir yenilgi ve ölüm olacağını herkes bilmekte, görmektedir.
          Cumhurbaşkanlığı sistemi diye uydurma isim takılmış bu oligarşik yönetim biçimi 31 Mart yerel seçimlerinde ağır yara almıştır.
        Şimdi yapılması gereken; ülkede satılmadık toprak parçası, yağmalanmadık kamu mülkü, kapanmadık ya da satılmadık fabrika bırakmayan;paramızın değerini sıfırlayan, üretimi yok eden, insanımızı tarihinde ilk kez sömürge ülke yurttaşı konumuna düşüren bu oligarşi  yönetiminin, önümüzdeki genel seçimleri bile beklemeden dönüşü olmaksızın yenilgiye uğratılması ve  yeniden parlamenter sisteme dönüş için yurtsever güçlerin elbirliğiyle,gönül birliğiyle, akıl birliğiyle çalışmasının sürdürülmesidir.
         31 Mart seçimlerinin açılıp irdelenmesi gereken başlıca bir satır başı da budur.

                                   ****
        Bir ilçemizden sonra bir şehrimizde de “komünist” adıyla bir belediyenin kazanılmış olması, en azından kelimelere ve kavramlara yönelik tabuların aşılması yönünde  hiç kuşkusuz alkışlanacak bir devrimdir.  Tunceli’nin komünist belediye başkanını, tabuları kıran Tunceli halkını ve Türkiye Komünist Partisini kutluyorum.
        Öte yandan, bu seçimlerde HDP, Türkiye’nin partisi olduğunu her zamankinden daha çok gösterip kanıtladı.
      HDP’ye karşı önyargılardan arınmak bu partinin de önyargılardan
kurtulmasına yardım edecektir.
          İYİ PARTİ ve sayın genel başkanının ilkeli, dürüst, özverili duruşunu da 31 Mart seçimi değerlendirmelerinde önemle vurgulamak gerekir.
                                       
                                            ***

     Yazıyı La Fontaine’den  bir “fabl” ile tamamlayayım…
     Bir dereden su içerlerken kurt kuzuya,” suyumu bulandırıyorsun, seni yiyeceğim” der…
      Kuzu, “aman efendim” der, “ben sizin aşağınızda su içiyorum, sizin suyunuzu nasıl bulandırabilirim ki…”
       “Anlamam” der kurt, “sen bulandırmasan da annen bulandırmıştır, böyle kötü bir soysunuz siz…”
          La Fontaine’de  kurt kuzuyu yiyordu bilindiği üzere…
          Fakat bu kez öyle olmayacak…
               Kurt yiyemeyecek kuzuyu.
               Sürecin sonucu ise , aç kalan kurtların kendi aralarında hırlaşıp kapışmaları ve parçalanıp dağılmaları olacak……
               Bunun kaçınılmaz olarak böyle olacağını  hep birlikte göreceğiz….
             

     Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/100419

5 Nisan 2019 Cuma

ŞAKA DEĞİL



     Sanki uyanacak ve “rüyaymış bu, 1 Nisan şakasıymış” diyecekmişsiniz gibi bir duygu, öyle değil mi?.
      Hayır, ne rüya, ne şaka, gerçeğin ta kendisi…
      İzmir zaten hep “gâvur”du… 
      Şimdi Ankara ve hemen ardından İstanbul da , birilerince neredeyse bu milletten sayılmayan,  hele ki şu son yıllarda her türlü düşmanlığın, saldırının hedefi olanların yönetimine geçti…
      Sandıkların açılmasının  aşağı yukarı tamamlandığı 31 Mart gece yarısına  kadar böyle bir olasılığın rüya ya da şaka gibi algılanması anlaşılabilirdi.. 
      Fakat gerçek görüldükten sonra da onu kavramakta güçlük çeken, rüya ya da şaka gibi algılayan,kuşkuyla karşılayan  hâlâ çok sayıda insanımız olduğundan kuşku duymuyorum…

                                                       ***
         Barış Terkoğlu’nun 1 Nisan tarihli Cumhuriyetteki köşesinde yayınlanan“Seçimin Asıl Kazananı” başlıklı yazısını okumadıysanız ya da  göz ucuyla okumuşsanız, bulup okumanızı öneririm.
         Henüz oy verme işlemi sürmekteyken, belki daha da önceden yazılıp  gönderilmiş  bu öngörü, akıl ve duygu sentezinin   en üst düzeyde gerçekleştirilmiş olduğu güzel  yazıda,  altının çizilmesi gereken cümlelerden biri de şuydu: “İnsanın büyük bir yanılgısı var. Kendisine verilen hayatı tarihin kendisi sanıyor.”
        Gerçekliği kavrama güçlüğü; onu bir rüya,bir şaka gibi algılamaya  yatkın oluş, tam da Barış’ın işaret ettiği bu kişilik rahatsızlığının,  onun sözleriyle “kendisine verilen hayatı tarihin kendisi sanma”   yanılgısının sonucu olabilir…  
        Bu yanılgının temelinde ise, kendine ve hayata güvensizlik, bilgi eksikliği, korku, eylemsizlik ve yanı sıra da bencillik, ben merkezcilik  gibi zaaflar olduğu sanırım söylenebilir.
      Bu nedenlerle de bunu bir rahatsızlık, bir kişilik sorunsalı olarak görüyorum…
      Gerçekliği algılamadaki bu ruhsal sorun, onun tadını çıkarmaya da engeldir.
      Tadını (ya da acısını) duymak onu kavrayıp içselleştirmekle mümkündür.
          Yoksa sevinçler  de kederler de, rüya gibi,şaka gibi, iz bırakmaksızın geçip gider…

                                                ***
  Bir önceki seçimde ve seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de özellikle aydın  kesimden oy vermeye gitmeyen pek çok kişi olduğunu tahmin ediyorum..
     Sorduğunuzda gerekçeleri, ya adayları beğenmedikleri, ya hiçbir şeyin değişmeyecek olduğudur.
        Değişim için ne yaptıklarını soracak olursanız buna da doyurucu bir yanıt alacağınız kuşkuludur.
      Bu genellikle benmerkezci, eylemsiz aydın, şu son seçim sonuçlarında olduğu gibi beklemediği, ümit etmediği sonuçlar karşısında afallayacak ,gerçeği algılamada güçlük çekecek, bir yandan da kuşku üretmeyi sürdürecektir.
     Bu ruhsal ve düşünsel kargaşa, eylemsizliğin ve benmerkezciliğin doğal sonuçlarıdır.

                                                 ***
   
         Söz ve davranışlarında  beklemedikleri bozgunun kolayca okunabildiği iktidar çevrelerine gelelim.
        Özellikle İstanbul konusunda bazı çırpınışları olacaktır kuşkusuz.
         Fakat geçmiş olsun.
          Geçersiz oyları yeniden sayarak on binlerce eksiği kapatma çabası, çöp sepetini kurcalayarak çöpler arasından işe yarayacak bir şeyler bulmayı umut etmeye  benzer…
         Bir şeyler bulursunuz belki… Fakat sonuç, ellerinizi, ruhunuzu kirletmeye değmez…
        Bizim için fark etmez diyorsanız, buyurun…
        Vicdanlarda kaybettiğinizi başka yerlerde bulmaya çalışmak zaten başlı başına bir yanılsamadır…

                                                       ***
          
                                                            
         1 Nisan 2019 unutulmayacak bir tarih olarak geride kaldı.
          Olanların  rüya ya da şaka olmadığını giderek herkes daha iyi anlayacak.
          Şimdi yapılması gereken, çok uzun süreli, zorlu bir mücadele için kolları sıvamaktır.
          Türkiye toplumunun  bunu başarabilecek enerjiye, özveriye  ve gerçekçilik  bilincine sahip olduğuna inanıyorum.

Ataol  Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/ 030419