10 Ağustos tarihli Cumhuriyet’te
Meltem Yılmaz arkadaşımızın Amerikalı psikolog ve “aile içi şiddet uzmanı” Dr.Brian Jory ile kısa fakat ilginç bir
söyleşisi yayınlandı.
Aile içi şiddet , belki daha doğru bir
deyişle ve genellikle ailenin erkek
bireylerinin eşlerine, kızlarına, annelerine, kız kardeşlerine, başkaca kadın,
kız, çocuk yakınlarına uyguladıkları şiddet,
ne yazık ki en güncel konularımızdan…
Amerikalı uzman bu konunun hangi dalında daha çok uzmanlaşmıştır,
bilmiyorum.
Fakat bir konferans vermek için geldiği
ülkemizde özellikle kadına uygulanan aile içi şiddeti üzerinde durması anlaşılır bir şey…
Nitekim sözünü ettiğim söyleşi “Kadınlar
çaresiz ve yapayalnız” başlığını taşıyor…
*** *** ***
İnternet üzerinden, Dr.Jory’nin, “Sevmek şiddete dönüştüğünde sevmeyi öğrenmek” başlıklı bir yapıtı olduğunu
öğrendim. Sanırım konferans dizilerini de
böyle bir başlık altında gerçekleştiriyor.
Burada
temel kavram, sevginin(aşkın) şiddete dönüşmesi…
Sevgi(aşk) ve şiddet arasında bir takım
çelişik, şaşırtıcı, kafa karıştırıcı, suç işlemeye kadar götüren karmaşık ilişkiler
bulunduğu biliniyor.
Aile içi şiddet konusu irdelenirken de,
kuşkusuz, bütün bu çoğu kez son derece karmaşık, bireysel, psikolojik, ya da
ruh sağlığına ilişkin sorunlar göz önünde bulundurulacaktır.
Ancak, ülkemiz bakımından toplumsal bir
felakete dönüşen,isyan ettirici bir gerçekle karşı karşıyayız:
Dünya ölçeğinde karşılaştırmalı bir sayımlama(istatistik)
yapılmış mıdır bilmiyorum. Fakat
herhalde Türkiye kadınlara karşı aile içinde(ve dışında) işlenen suçlar
bakımından en ön sıralarda, belki de en
ön sıradadır…
*** *** ***
Söyleşiyi yapan arkadaşımızın da belirttiği
gibi ülkemizde kadınları hedef alan
(büyük olasılıkla çoğunluğu aile
içi) suçlarda son on yıl içinde yüzde bin dört yüz artış var.
Bu korkunç bir artış oranıdır.
Cinayetler çok büyük ölçüde gizli
kalamıyor.
Fakat pek çoğu aile içinde örtbas edilen yaralamaların, tacizlerin; dayak,işkence ve
hakaretlerin haddi hesabı olmasa gerek…
Nitekim okyanus ötesinden gelen “aile içi
şiddet uzmanı”, “Türk kadını kendini çaresiz ve yardımsız hissediyor”
demekte…
Ve ilave ediyor:”Devlet yetkililerinin kendilerine yardım edebileceğine inançları
kalmamış”…
*** *** ***
Cumhuriyet devrimleri kadınlarımıza erkekle aynı düzeyde yurttaş olma hakkını
kazandırdı…
Örneğin seçme ve seçilme haklarına sahip
olmada Türk kadını, İslam ülkeleri şurda dursun, kimi Batı ülkesi kadınlarının
da ötesine geçti.
Fakat erkek egemen ortaçağ tortularının beyinlerden
henüz silinmediği ülkemizde, erkeklerin kadınlar üzerindeki
egemenliklerinden vazgeçmeleri,
onları kendileriyle eşit haklara sahip
bireyler olarak kabul etmeleri,
özellikle toplumun daha az eğitimli katmanları bakımından kolay değil…
Buna karşılık, kadınlarımızın, bütün
baskılara karşın, Anadolu kültürünün(Alevilik başta olmak üzere) kimi özgün,
ilerici özelliklerinin de katkısıyla, bu kazanımları büyük ölçüde
içselleştirmiş olduklarını söyleyebiliriz…
Türkiye’de kadınların öncü konumu bir çok
alanda kendini gösteriyor.
“Arap Baharı” diye adlandırılan
gösterilerle bizdeki Gezi Direnişi ve sonrasındaki toplumsal hareketlilik
arasında, kadının sayıca, görüntüce ve öncülük bakımından
farklılığı yeterince gözler önündedir…
***
*** ***
Türkiye’de kadın buna rağmen kendini
çaresiz, yardımsız, yapayalnız hissediyorsa, devlete inancı kalmamışsa, aile
içi şiddet on yılda yüzde bin dört yüz artmışsa, bunun başlıca nedeni bu
devletin Cumhuriyet devrimlerine bu alanda da ihanet etmekte oluşudur.
Bu ihanetin son on yılda ulaştığı yıkıcı boyutlar ise kadın düşmanlığıyla at
başı gitmekte…
Çaresizliği aşmanın yolu, Cumhuriyet
düşmanlığına karşı bütün alanlarda, kadınlı erkekli, topluca savaşımdan
geçiyor…
________________________________________________________________
Yarın Cumhuriyet Pazar Dergisindeki yazım: “Osmanlı
Ortaçağında mıyız?”
Ataol
Behramoğlu/170813
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.