4 Mayıs 2013 Cumartesi

ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ, AMA NASIL?




    Ülkemizde dinci-faşist bir yönetim var.
    Bu yönetim, yapısı gereği, aynı zamanda da bir kişinin adıyla anılmakta olan bir diktatörlüktür.
    Öyleyse, ülkemizdeki yönetimi dinci-faşist diktatörlük diye adlandırmamız gerekiyor.
     Bu konuda kuşkusu olan var mı?
     Denebilir ki, madem öyle, sen bunları nasıl yazabiliyorsun?
     Yazabiliyorum, ama yazmaya devam edebilecek olmamın hiçbir güvencesi bulunmuyor.
       Bu gün bu ülkenin tepeden tırnağa, iğneden ipliğe, baştan sona bütün yazgısı, diktatörün iki dudağı arasındadır.
      Ordu,polis,yargı,meclis çoğunluğu onun buyruğundadır.
       Daha ne olsun?
       Bu gün sahip olduğumuzu sandığımız özgürlükler göstermeliktir.
        Hiç kimsenin, ama hiç kimsenin,ordunun ya da yargının en tepesindeki kişilerden, meclisteki muhalefet partisi liderlerinden,   en sıradan yurttaşa kadar kimsenin, ne özgür yaşam, ne can, ne de mal güvenliği vardır.
      Türkiye tam anlamıyla emeğin ve aydınlanmanın en kararlı karşıtlarınca ele geçirilmiştir.
       Çünkü var  olan direnme noktaları dağınıktır, bir birbirinden  kopuktur.
        Kendi aralarında ve bundan da  öte kendi içlerinde bir kör dövüşü içindedirler.
        Ne yapmalı sorusu, bütün güncelliğiyle, yakıcılığıyla, ertelenemezliğiyle karşımızdadır.

         ***                                                 ***                                   ***
     Dinci-faşist diktatörlük aynı anda hem aydınlanmanın hem emeğin değerlerine düşman  olduğuna göre, karşısına aydınlanma ve emek güçlerinin güç birliğiyle çıkmak gerekir.
       Bunun adı,ulusal güç birliğidir.
        Burada, tıpkı Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi, sınıfsal çıkarlar ikinci plandadır.
        Aslolan, yurdun selamete çıkmasıdır.
         Daha açık konuşacak olursak, fabrikasında yüzlerce işçi çalışmakta olan  bir işveren ille de aydınlanma ve hatta emek düşmanı olmak zorunda değildir.
         Aydınlanma değerleri dediğimiz, özetle de kul, köle, teba değil özgür bireyler oluşumuz, insan oluşumuzun olmazsa olmaz koşuludur.
        İşçiyi, işvereni; köylüsüyle, esnafıyla, memuruyla, siviliyle  ve askeriyle, bütün bir toplumu birleştiren, birleştirmesi gereken temel insanlık değeri budur.
         Karanlığın savunucuları ve emperyalist işbirlikçiler dışında bütün toplumsal güçler, ulusal cephede bir araya gelmek zorundadır.
         Fakat bu nasıl olacak?

                  ***                                              ***                               ***

    Tek başına ne CHP, ne MHP, ne parlamento  dışındaki parti ve örgütlenmeler yeterli olamıyor.
      Aralarında birlikte hareket olasılığı da görünmüyor.
      23 Nisan’da Ankara’da varlığı ilan edilen Milli Merkez oluşumu bir umut ışığı, birleştirici bir güç odağı olabilir mi?
      Bence olabilir…
      Fakat, katıldığım çeşitli toplantılarda, Berlin’deki büyük buluşmada, İstanbul Barosu toplantı salonundaki Milli Anayasa Toplantısında ve geçici yürütme kurulumuzdaki görüşmelerde dile getirdiğim gibi, tek bir koşulla…
       Bu koşul, kesinlikle partileşmemek, partiler üstü bir siyaset akademisi ve aynı zamanda da kitlesel bir güç olarak kalmayı başarmaktır.
        Yaklaşan üç büyük seçim öncesinde bir partileşme girişimi, çok büyük olasılıkla baraj altında kalarak ve Cumhuriyet Halk Partisinin de güç yitirmesine  yol açarak dinci-faşist diktatörlüğe hizmet etmiş olacaktır.
      Buna karşılık, başta Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi olmak üzere, dinci-faşist diktatörlük karşısındaki bütün güçlerin, aydınlanma ve emek değerlerini savunan  bütün toplumsal kesimlerin, kuruluşların, partilerin  ve kişilerin, iç çekişmeleri geride bırakarak, örgütsel kabuklarının  dışına açılmayı başararak, en asgari hedeflerde ortak bir platformda buluşmaları  bir  yurttaşlık ve  insan olma sorumluluğu ve görevidir.
        Bu sorumluluk ve görevi savsaklamak ihanetlerin en bağışlanamazlığı olacaktır.
        Milli Merkez adlı sivil toplum girişiminin işlevi ve önemi de bence tam olarak buradadır.
        Bir yandan kitlesel toplantılarla insanlarımızı uyarırken, bir yandan da aydınlanma ve emek güçlerinin birlikteliğini, daha da somut olarak yaklaşan seçimlere ortak adaylarla girmenin olanaklarını araştırmak…. Bu alanda bıkıp usanmaksızın görüşmelerde, önerilerde  ve çalışmalarda bulunmak…
       

Ataol Behramoğlu
Cumartesi Yazıları/04052012

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.