Avukatlık mesleğinin benim için simge adı
Orhan Adli Apaydın’dır.
Orhan ağabeyi, hapishane arkadaşı
olmamızdan çok önce tanıdım.
Ölümünden sonra yazdığım “Orhan Apaydın’ı
Yitirmiş Olmak” başlıklı yazımda söz ettiğim anılarımı burada tekrar
etmeyeceğim.
Orhan Apaydın, bir insanın kırılgan
denecek kadar narin, zarif, fakat aynı
zamanda çeliksi bir bükülmezliğe sahip oluşunun eşsiz örneğidir.
Benim gözümde bir insanlık ve hukuk
anıtıdır.
Yaşamımda büyük önem taşıyan bir başka
avukat arkadaşım, dostum, kısa süre önce yitirdiğimiz Gülçin Çaylıgil’dir.
Barış Derneği davasından yatarken, bir de
hükümete hakaretten bir yıl hapse mahkûm edilmiştim.
Hapiste, bir başka davadan hapse mahkûm
edilmek…
Yaklaşık bir yıllık hapislikten sonra
çıktığımda, bu kez öteki mahkûmiyetten içeri girecek olmaktan, cezaevinde
geçirdiğim süreyi bu ikinci cezaya “mahsup” ettirerek (saydırarak) beni Gülçin abla kurtardı.
Şimdi yazması kolay, ama o günlerin sıkıntısını yaşayan bilir…
Ben Gülçin ablada, avukatlık mesleğinin sıradan bir savunmanlık
değil, bir yorumlama ve yorumlatma becerisi olduğunu somut olarak gördüm…
Avukatlar derken, gerçekten kadim
dostum, değişmez savunmanım Orhan İzzet Kök’ü, kardeşim Namık Kemal
Behramoğlu’nu unutmam olanaksızdır…
Adları yakın siyaset tarihimizin onurlu
sayfalarında yer alan Halit ve Şekibe Çelenk’ler, yine bir hukuk anıtı
sayılması gereken Turgut Kazan, stajını Apaydın’larla yapan ve sanki Orhan
Apaydın’ın gerçek oğlu ya da bir küçük kardeşi saydığım Fikret İlkiz, kardeş
yakınlığında dostlarımız Başar ve Suzan Yaltı…
Amacım avukat dostlarımın eksiksiz bir
listesini vermek olmadığı için burada kesiyorum…
Avukat arkadaşlarım çoğaldıkça ve elbette
en başta kardeşim Namık Kemal’inkiler
olmak üzere onların çabalarına ve sıkıntılarına tanık oldukça, bu
mesleğin nasıl zorluklarla dolu olduğunu,
avukatın hem nasıl belalar, hem de ekonomik güvensizlikle karşı karşıya
bulunduğunu görecektim…
*** *** ***
Bu konuyu bana, son yılların ülkemize
kazandırdığı en seçkin aydınlardan, Ankara Barosu Başkanı, avukat,
Prof.Dr.Metin Feyzioğlu’nun, 26 Mayıs Pazar günü gerçekleşecek olan
seçimlerde Türkiye Barolar Birliği
başkanlığına adaylık açıklaması düşündürdü.
Bu açıklamada, esas olarak üç ana sorunun
vurgulandığını gördüm.
Bunlardan ilki, günümüzdeki siyasal iktidarın,
avukatlık mesleğini değerden düşürmek için gözle görülürcesine
giriştiği çabalardır.
(İstanbul Barosunun değerli başkanı
Doç.Dr.Ümit Kocasakal’a ve Baro Yönetim Kuruluna karşı açılan inandırıcılıktan
uzak dava bu olgunun bir kanıtıdır.)
İkinci ana sorun, avukatın ekonomik
güvencesizliğidir. Buna bağlı olarak sayın Feyzioğlu’nun açıklamasıyla ilk kez, “yabancı avukatlık şirketleri” deyimi ve olgusuyla karşılaştım ve dehşetle
irkildim…
Hiçbir yeni şey üretemeyip her şeyin
yabancısını ithal eden günümüz siyasi iktidarı, demek yabancı avukat ithal
etmeyi de planlıyormuş… Bunların yapamayacağı hiç bir şey yoktur…
Sıra yabancı yargıçlara, savcılara da
gelecek demektir… Zaten bir takım davalarda bunun kokusunu almıyor muyuz?..
Kimlik kartlarında TC yurttaşı yazılıyor
olması, tek başına ne anlam ifade eder ki…
Feyzioğlu’nun adaylık açıklamasının bir başka ana dayanağını, avukatlık
mesleğinin temeli “demokrasi, hukuk devleti ve özgürlükler” olduğuna göre,ülkedeki
kötüye gidiş karşısında avukatın (bu demektir
ki Baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin) sessiz kalmaya hakkı olmadığı
görüşü oluşturuyor…
*** *** ***
Türkiye Barolar Birliği’nin
28 Mayıs’taki seçimlerine katılacak başkan adayları konusunda ne ayrıntılı bilgi, ne önyargı sahibiyim…
Yukarıdaki sorunlardan ve ilkelerden uzak
düşmeyecek her adaya başarı dilerim.
Fakat gerek Ankara Barosu başkanı olarak, gerekse
daha önceki çeşitli toplumsal etkinliklerde sergilediği ödünsüz duruşuyla, seçkin aydın ve hukuk adamı kimliğiyle, bu göreve Metin Feyzioğlu’nun çok yakışacağını
düşünüyorum….
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/180513
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.