1 Nisan 2013 Pazartesi

SANSÜRDEN DE ÖTE…




    Bir süredir ders  kitaplarında şairlerimizin şiirlerinin makaslandığına ilişkin haberler  okuyoruz.
    Yunus Emre’nin üstelik çok bilinen ilahilerinden birinin dört dizesi
çıkarılıp atılmıştı.
     Ardından, yanlış anımsamıyorsam, Kazak Abdal geldi.
     Derken çağdaş şairlerimizin, Anday’ın, Külebi’nin, Cansever’in şiirleri birbiri ardına sansürlendi.
     Hepsi gülünçtü ama, en gülüncü sanırım Cansever’in “Masa da Masaymış Ha” adlı  şiirine uygulanandı
      Şiirin kahramanı “adam”ın, asıl kahraman olan ”masa”ya birbiri ardına koyduğu şeylerden biri de “biranın dökülüşü”ydü…
     Kitabı hazırlayan her kimse, , gençleri bira içmeye kışkırtacağı kaygısıyla, bu dizeyi çürük bir dişi çeker gibi çıkarıp atmıştı…,
     Bunlar, bize ulaşanlar…
     Bir tarama yapılsa, kim bilir daha nelerle karşılaşacağız.

      ***                           ***                           ***

    Sünnetli Pinokyo, namaz kılan Örümcek Adam, tesettüre girmiş Poliyana vb…
     Bunlar da çocuk klasiklerinin ya da çocukların sevdiği çizgi romanların  kahramanlarına uygulanan bir çeşit sansür; ya da daha doğrusu, bir değiştirme, başkalaştırma işlemi…
     Aslında, şiirlere uygulanan çıkarma işlemleri de, yine sansürden de  daha başka bir şey…
      Çünkü içinden tek bir dizesi değil, tek bir  sözcüğü bile çıkarılıp atılan şiir, artık aynı şiir değildir.
     Ve bunu şairden başka hiç kimsenin yapmaya hakkı yoktur.,
     Şairin kendisi  bile, şu yada bu nedenle  sonradan bir şiirinin   bazı dizelerini, sözcüklerini  çıkarma ya da değiştirme gereksinimi duyduğunda; ya da yeni sözcükler, dizeler eklemek istediğinde, eğer gerçek bir şairse, bunu çok büyük bir titizlikle, sakınganlıkla yapar.
     Çünkü tamamlanmış bir sanat eseri, canlı bir organizma, yaşayan,canlı bir yaratıdır…
       Kuşkusuz   sadece şiir için değil, bütün gerçek  sanat yapıtları  için geçerli bir olgudur bu…

      ***                            ***                        ***

   Şimdi, asıl söylemek istediğimi biraz daha açayım..
     Edebiyata, sanata uygulanan sansür,bir yazarın, bir sanat yapıtının yayınlanmasının, gösteriminin, izleyiciye ulaşmasının engellenmesi, yasaklanması demektir….
     Baskıcı siyasal yönetimlerde, yüzlerce, binlerce yıldır yapıla gelen bir şeydir bu.
      Böyle durumlarda, edebiyat yapıtları ya elyazmalarıyla, ya gizlice basılıp dağıtılır. . Ya da uygun  zaman gelinceye kadar saklanır.
     Başkaca sanat ürünleri için de buna benzer şeyler yapılır, benzer önlemler alınır…
     Sansür, düşünce ve yaratma özgürlüğüne karşı  işlenmiş ağır bir suçtur.
      Bir sanat yapıtını kesip biçerek yayınlamak ise,  onun da ötesidir.
     Ve hem o yapıta, hem sanatçısına, hem sanat izleyicisine karşı işlenmiş, sansürcülükten bile daha ağır bir suçtur.
     Sansürü, cezaevinde olmaya, özgürlükten yoksun bırakılmaya benzetebiliriz…
      Bu türlü  kesip biçmeler,değiştirmeler ise,  canlı organizmanın sakatlanması, zehirlenmesi, başka bir şeye dönüştürülerek yok edilmesi demektir….
       Hangisi daha faşistçe derseniz, bence daha faşistçe olan bu ikincisidir.
      Bir şiirin üzerinde oynamak, bir roman kahramanının kişiliğini değiştirip onu ilgisiz bir kişiliğe dönüştürmek  ve bunu ideolojik bir kasıtla yapmak,
Nazilerin kurbanları üzerinde uyguladıkları  sapık “tıbbi deney”ler gibi bir şey, 
insanlığa ve yaşama karşı işlenmiş ahlâk dışı bir suç, bir cürümdür.

   ***                                     ***                       ***

 Ülkemizi ele geçirmiş olan gerici, sapkın  güç, her alanda işlediği suçlara edebiyat ve kültür alanındaki bu akıl ve ahlâk dışı uygulamaları da  ekliyor.
     Yaşamın dokusunu, kimyasını bozuyor, çarpıtıyor, zehirliyor.
      Bütün bir ülkeyi kendi çirkin, hastalıklı, özgürlük ve yaşam düşmanı kimliğine benzetmeye, bozup dönüştürmeye çalışıyor.

Ataol Behramoğlu/Pazar Söyleşileri/310313

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.