6 Ağustos 2020 Perşembe

BAŞKALARININ HİKÂYESİ

        Cumhurbaşkanlığı sözcüsü ve başdanışmanı İbrahim Kalın’ın birkaç gün önceki bir sosyal medya paylaşımı tepkilere yol açtı. Görebildiğim kadarıyla Kalın’dan açıklayıcı bir yanıt gelmedi. Zaten gelmesi de gerekmiyor. Söyledikleri yeni şeyler değil. Belli bir çevrenin  bilinen düşünceleri. Paylaşım şöyleydi:
         “Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazmanın zamanıdır.”
                                                ***
             Söz konusu kişi bulunduğu makama gelmeden önce  kendi çevresi dışında tanınan biri miydi bilmem..  Biyografisinde, kendi ilgi  alanında ciddi sayılacak  bir eğitim almış olduğunu görülüyor. 1992 yılında(benim İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesi olduğu yıl) , bu üniversitenin tarih  bölümünden mezun olmuş. Yüksek lisans(master) öğrenimini Malezya’da tamamlamış. Malezya’ya nasıl, hangi olanaklarla gittiğini,  hangi üniversitede öğrenim gördüğünü ve oradaki eğitimin konusunu bilmiyoruz. Ardından George Washington Üniversitesinde  “beşeri bilimler ve mukayeseli felsefe” alanında  “Molla Sadra’nın varlık görüşü ve bilgi felsefesi “üzerine yazdığı tezle doktorasını tamamlamış. Molla Sadra adını ilk kez duyduğum için merak edip baktım:1571-1640 yıllarında yaşamış İranlı ünlü bir İslam filozofu. İbrahim Kalın 2005-2009 yılları arasında Siyaset Ekonomi ve toplum Araştırmaları Vakfı(SETA) kurucu başkanlığı yapmış. 2001’de Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliğine seçilmiş.2007’de “İslam ve Batı” adlı kitabı yayınlanmış. Aynı konularda başkaca araştırmaları ve çevirileri de var.. İçinde bulunduğumuz yıl profesör unvanı almış. 
                                        ***
   1971 doğumlu olduğuna göre şu anda 49 yaşında, büyük olasılıkla orta ya da belki az gelirli bir Erzurumlu ailenin çocuğunun  küçümsenemeyecek yaşam öyküsü.
        Öykünün(hikâyenin) evrelerine baktığımızda, Cumhuriyetin, Cumhuriyet öncesindeki modernleşme süreçlerinin öngördüğü Batılı, laik, modernist aydın profilinin karşısında.(“sağcı” demeyeyim) fakat “sağda” bir aydın profili görüyoruz.  O zaman “başkası”, “başkaları”  göndermeleri de açıklık kazanmış oluyor.
                                                        ***
      Günümüzden yüz elli yıl öncesi 1870’lerdir. Osmanlı modernleşmesinin   tarihini 1839 Tanzimat Fermanının ilanıyla başlatacak olursak bu tarih 200 yıla yaklaşıyor.  Başkalarının hikâyesi denilen,  Cumhuriyet dönemini de kapsayan bu tarihin hikâyesi değilse, neyin, kimin hikâyesidir?
         Tanzimat ve sonrasındaki modernleşme girişimleri, Yeni Osmanlılar, 1. Ve 2. Meşrutiyet,  birbirini  izleyen savaşlar ve ağır yenilgiler, imparatorluğun parçalanması, Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri, bütün bunlar bizim tarihimiz ve bizim hikâyemiz değilse, kimin tarihi, kimin hikâyesidir?
      Bu tarihi ve hikâyesini “başkaları”nın gören kişi, kendisini hangi tarih ve hikâyenin içinde görüyor?
                                                  ***
           Modernleşme tarihimiz ve hikâyesi, acılarla, çilelerle dolup taşıyor. Çok sancılı bir tarihtir bu. Ama büyük  bir  tarihtir ve bizim tarihimizdir. 
        Nice baskılara göğüs gerilmiş, içinde ve çevresinde entrikalar çevrilmiş, hataları ve yanlışları  da olmuştur. 
        Bu hata ve yanlışlar sadece sağdan değil soldan da eleştirilmiştir. 
         Herhangi bir tarihin hiç bir sayfası bütünüyle dosdoğru, bütünüyle tertemiz olamaz. Bu bizim modernleşme  tarihimiz bakımından da hiç kuşkusuz böyledir.   
         Fakat başkalarının  değil kendi  tarihimiz, bizim hikâyemizdir   
      Modernleşme tarihimizi ve onun büyük aşaması olan Cumhuriyet devrimlerini reddeden,  onu “başkalarının hikâyesi” sayan  biri,  gerekçesini nerede, hangi dünya görüşünde ararsa arasın ve  bunu söylerken hangi  düşünsel birikimine  güvenirse güvensin,  “biz” olmayan, “başkası” olma talihsizliğini yaşamakta olan kişidir.  
           Böyle bir kişinin ve düşünce birliğinde olduklarının yazacakları tarih ve anlatacakları hikâye ise, bizim yani bu ülkenin tarihi ve hikâyesi değil, aslında hiç bir yere ve hiç bir zamana ait olmayan  sanal bir tarih ve hikâye olacaktır.
Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/ 05082020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.