13 Ağustos 2020 Perşembe

YETENEK VE TUTKU

      Yetenek için Tanrı vergisidir derler.

       Bu görüş ya da inanışta önemli bir doğruluk  payı olsa gerek

      Çünkü çocukluk döneminde, kimi kez daha da öncelerde görülen bir kişilik özelliğidir.

      Tanrı vergisi derken, mistik biri inanıştan çok, büyük ölçüde genetikten, belli ölçülerde de çocuğun içinde yetiştiği aile vb. toplumsal ortamlardan söz ediyoruz demektir.

       Tutku(ihtiras) dediğimiz şey de önemli bir kişilik özelliğidir.

        Bu özellikte de genetiğin bir payı olabilir.

       Fakat yetenekten farklı olarak tutkunun zaman içinde, çeşitli olaylara bağlı olarak kazanılan bir kişilik özelliği olduğunu düşünüyorum.

       Bu cümlede “kazanılan” yerine  örneğin “edinilen” gibi daha nötr bir sözcük kullanılması daha doğru olabilirdi.

       Çünkü tutku, yine yetenekten farklı olarak, kişiyi iyiye olduğu kadar kötüye, başarıya olduğu kadar yıkıma da sürükleyebilir.

        Gerçi yetenek de bu anlamda çok masum bir kişilik özelliği sayılamaz.

        Fakat bu bir başka konu…


                                             ***

         Yetenek ve tutku kavramlarını neden bir arada kullandım?

          Aralarında nasıl bir ilişki görüyorum?

          Biraz da serbest çağrışımlarla bu konudaki düşüncelerimi ve sorularımı sıralayayım…

           Herhangi bir alanda yeteneği olan çocuğun  bu alanda başarı kazanmak, bir şeyler yapmak  için bir tutkuya  da sahip olması doğal sayılabilir.

            Yetenek ve tutkunun bir aradalığı  her alanda hedefe ulaşmanın başlıca koşuludur.

            Fakat bu iki kişilik özelliği her zaman bir arada bulunmayabilir.

             Yetenekli bir çocuk, yeteneğinin  derecesine de bağlı olarak ,başarı kazanmak için yeterince tutkuya sahip  olmayabilir.

             Konu çocuk olduğunda eğitimle ilgili sorunlarla da karşılaşmış oluyoruz.

            Yetenekli fakat tutkusuz çocuk, yeteneğinin yönlendirilmesi ve ürüne dönüşmesi süreçlerinde  giderek tutkulu da olabilecektir…

                          Yetenek ve tutku bir arada  ise sorun yok.

              Asıl sorun, her hangi bir  alanda yeterince yetenekli olmayıp  fazlaca tutkulu  olmaktır…

                                                      ***

                      

            Şimdi yetenek ve tutku konusunu  çocuk dünyasından  yetişkinler dünyasına taşıyalım…

             Herhangi bir alanda başarılı olmak için yetenek ve tutku birlikteliği ön koşul olmakla birlikte, çalışkanlık, şans, yaşanılan dönem vb. başkaca etkenler de söz konusudur.

            Beni bu yazının konusu olarak  asıl ilgilendiren ise,  yine herhangi bir alanda yeteneği sınırlı olup da tutkusu bu yeteneğin çok üstüne yükselmiş olan kişilerin varlığıdır.

         Sanat, edebiyat alanlarında , bizde ve kuşkusuz her yerde  sıkça  rastlanılan  bu anlaşılır ve doğal olgunun kimseye bir zararı yoktur.

          Herkes ilgi duyduğu alanda elinden geleni yapma hakkına, özgürlüğüne ve olanaklarına sahip olmalıdır

       Kaldı ki yeteneği ölçen bir aygıt bulunmadığı gibi üretilen şeyin değeri üzerine  son sözü gelecek zamanlar söyleyecektir.

              Bu konuda asıl sorun siyaset alanındadır. 

              Siyaset dünyasında yükselme çabası içinde olanlar   ne yazık ki her zaman en yetenekliler değil, en tutkululardır.

                Hem kendilerinin, hem çevrelerinin,  hem ülkelerinin başına büyük bela açanlar da bunlar arasından çıkmış kimselerdir.

                 Bütün insanlık tarihi ve günümüz dünyası  bu gibilerle dolup taşıyor.


                                                  ***

         Söz buraya gelince de , bir kez daha, peki  öyleyse ne yapmalı sorusuyla karşılaşmış oluyoruz…

         Yanıtı pek de kolay olmayan bir insanlık sorunsalı…

          Benim yanıtım, siyaset alanıyla sınırlı kalarak  şu olabilir:

          Yeteneksiz tutku sahiplerine(kifayetsiz muhterislere) yönetim yollarını kapamanın tek  yolu, kitlelerin bilinçlenmesi, örgütlenmesi, sürü değil asıl yönetici  güç olmalarıdır.

      Toplumlarda genel olarak sağduyunun, doğruluğun,, iyiliğin  kalıcı egemenliği için de tek çare  budur.


Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/12082020 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.