4 Ocak 2013 Cuma

BİR YIL DAHA…





  Bir yıl daha geride kaldı…
  Cümleyi yazdığım anda, anlamını yeniden düşünüyorum:
  Geride kalan ne?
   Geride kalan bir şey var mı?
   Yaşanıp bitmiş olandan, geçmiş olandan geride bir şey kalmış olabilir mi?
    Belki bir sözcük oyunu yapalım:
    Yaşanmış olan, yaşanıp bitmiş olduğuna göre, geride kalan bir şey yok, ama geriye kalan bir şey olacaktır… Yaşanmış olanların izleri…

                  ***                            ***                      ***
    Geçen yılın izleri, 2012 ajandasının  sayfalarında  duruyor…
    Notlar, işaretler, isimler,  adresler, telefon numaraları…
    Her yeni yılın ajandasına genellikle özenle başlanır…
    Günler ilerledikçe özen kaybolur…
     İptal edilmiş ya da tarihi değişmiş  bir görüşmenin, toplantının üzeri çizilir…
      Böylece ajanda sayfaları da hayatımızın kendisi gibi karmaşıklaşır,
kimi yazılar okunmaz olur, kimi adların kime ait olduğu ve oraya ne için yazıldığı unutulur, kimi rakamlar ya da telefon numaraları içinden çıkılmaz bir muamma gibi durur karşınızda…
      Daha çağdaş yaşayanlar, bu notları bir deftere değil de moda deyimiyle “dijital ortam”da kaydedenler için böyle bir sorun yok…
    İstedikleri an silerler bu günübirlik notları ve genel olarak yapılan da budur.
      Ben yaşanmış olan hayatı da ellerimde tutmayı seviyorum…
       O sayfalardaki karmakarışık notlar, tıpkı bir günceye yazılanlar gibi, yaşanmış olan hiçbir şeyin sanki büsbütün yitip gitmemiş olduğunun işaretleri gibi sürdürüyor yaşamını…

               ***                           ***                              ***
     Günce, ya da günlük tutmak daha başka bir şey…
     Her gün değilse de, iki üç haftada bir, bazen daha kısa bazen daha uzun aralıklarla, yirmili yaşlarımdan bu güne, demek ki yarım yüzyıldır sürdürüyorum bu alışkanlığımı…
   Sayısı onlarca bu defterlere yazdığım şeyler, ajandaki notlardan farklı olarak, günlük olayların dökümünden çok;  okuduğum kitaplara, gördüğüm filmlere, oyunlara  ilişkin düşündüklerim, gerçekleştirdiğim ya da gerçekleştiremediğim tasarılarım, mutluluklarım yada düş kırıklıklarım,  önem verdiğim başkaca  olaylar ya da olgulardır…
      Bu günceler biraz da kendime yazdığım mektuplar, kendime verdiğim sözler gibidir…
      Çok seyrek yaptığım bir şey olsa da, diyelim ki kırk yıl önceki bir güncenin sayfalarını çevirirken, yaşanmış olanları bir kez daha (bir burukluk duygusuyla da olsa) yaşıyor olmanın  yanı sıra, o günkü kişiyi bugünkünün bakışıyla da irdeliyorum… Nasıl biriymişim? Nasıl biriyim?... 
      Marifet midir, değil midir, bilemem…  Fakat üslupta  ve biçemde az çok değişiklikler olmuşsa da, içeriğin, kaygıların, sorunların, en temeldeki kişiliğin pek fazla değişmemiş olduğunu görmek hoşuma gidiyor…

        ***                             ***                        ***

     Ve tabii şiirler…
      Başka sanatlar için de belli ölçülerde söylenebilir kuşkusuz…fakat şairin yaşamının asıl tanığı şiirler olsa gerek…
        Geride kalan yılların bütün yaşantılarını terazinin bir kefesine, şiirleri öbür kefesine koyduğumda, ağır basacak olan sanki şiirlerdir…
        Yaşadıklarımızdan geride ya da geriye kalan ne olursa olsun, her şey sonuç olarak bitiyor ve eğer ajandalara ya da güncelere  notlar almışsak oralarda ancak   izleri kalıyor…
     Şiirler ise, canlı yaratıklar gibi, ortalıkta dolaşarak, şairin yaşantılarını, düşlerini, kaygılarını, başka yaşamlarla buluşturuyor,
ve giderek ortak bir insanlık  yaşamına dönüşüyor…
      Böylece, insanlığın asıl yaşamının, asıl tarihimizin, yarattığımız sanat olduğunu söyleyebiliriz belki de…
      Günlük yaşamlarımızın acınası hırgüründe ondan ne kadar uzak düşmüş olsak da…
 050113  Cumartesi yazıları
http://behramogluataol.blogspot.com

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.