14 Aralık 2012 Cuma

SİLİVRİ’DEN…




      Silivri 13 Aralık Perşembe günü izlenimlerimi  neresinden  başlayıp nasıl özetlemeli…
    Duruşma salonunda yer bulabilmek için  çok erken saatte yola çıkanlardandım.
    Epeyce itiş kakışla da olsa mahkeme binasının giriş bölümüne kapağı atabildim.
     Sonrasında da salon kapılarının  önünde,  basın mensupları ve izleyicilerle birlikte, uzun süre beklemek gerekti.
    Silivri’de görülmekte olan düzmece dava, bir sabır sınama süreci.
    Bu kez ilk izlenimim,  sanıkların da, avukatların da, izleyicilerin de, sabırlarının her an  taşma noktasına hızla yükseldiği  ve zaman zaman da taştığı oldu…
    
          ***                              ***               ***
      Bizi Silivri  esir kampına getiren araba, mahkeme(daha doğrusu ceza  ve infaz evi) binasına  bir kilometre kadar uzakta durmak zorunda kaldı.
     İnsanlar arabalardan inmiş, tıpkı 29 Ekim ve 10 Kasım Ankara’sındaki gibi, akın akın  ilerlemektelerdi…
      Aralarına katıldık…
      İşittiğim sevgi, dayanışma sözlerini; el sıkışmak için uzanan elleri ve o ortak kardeşlik, arkadaşlık duygusuyla ışıldayan yüzleri unutamam…
         Duruşma aralarından birinde dışarı çıktığımda Türkiye Gençlik Birliğinin  arabası üzerinde konuşma yaparken   ve daha  sonra yazımı yazmak üzere yine binlerce kişilik kalabalık içinden kimi kez güçlükle  ilerleyerek arabamıza ulaşmaya çalışırken  aynı sevgi ve dayanışma sözleriyle, aynı  kucaklayan bakışlarla bizi kuşatan  o sevgili insan topluluğunu buradan  da sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
         TGB arabası  üzerindeyken  topluluktan yükselen  “Türkiye sizinle  gurur duyuyor…seslenişine  orada   yanıt olarak söylediklerimi  buradan da  tekrarlıyorum:
         Sağolun! Ama asıl biz bu  Türkiye’yle gurur duyuyoruz… Sizlerin, gerçek yurtseverlerin Türkiye’siyle…

           ***                                  ***         ***
     Duruşma salonundaki avukatlar bölmesini hınca hınç  dolduran  büyük avukat topluluğu, mesleklerinin gereğince  yapılmasına  engel olunmasının  haklı öfkesi içindeydiler.
      Mahkeme başkanı yargıç,  sorulara ve taleplere  hukukçu olmayan birinin bile  tutarsızlığını anlamakta güçlük çekmeyeceği kaçamak yanıtlar veriyor, iki de bir duruşmaya ara vermek tehdidini savuruyordu.
     Nitekim bunu birkaç kez yaptı da…
     Bu arada, herhangi bir ön uyarıda bulunmadan, izleyicileri salon dışına çıkarttı.
        Savcısıyla, yargıçlarıyla bütün  bu heyet,  elinde adalet terazisi tutan  bir hukuk kurumu değil; hukuku sopa gibi kullanan  despotik bir infaz kurumu görünümündeydi.
     Zaten bu düzmece davaların  görüldüğü mekân, Silivri Ceza ve İnfaz Evi
adını taşımıyor mu?
      Böyle bir mekânda yargılama yapmayı kabul etmek bile, hukuku, hukukçuluğu daha en baştan küçültüp kirletmiyor mu?
      
          ***                           ***                            ***

   Basına ayrılan bölümde CHP Milletvekilleriyle birlikte oturduk.
  Bu  çirkin ve kötü  gösteri,   bu isyan ettirici adaletsizlik ortamında, hepimiz öfke ve gerilim içindeydik.
       Sivil mahkeme salonunda üniformalı görevliler, yakışıksız bir görüntü oluşturuyor.
     Ben bu genç jandarma subayları adına utanç ve üzüntü duydum.
     Aydınlara, yurtseverlere karşı kullanılan gencecik erlere, çoğu şaşkın bu halk çocuklarına acıdım.
       Başta Balbay, Tuncay,  Haberal , Silivri tutsakları pırıl pırıldılar…
        Tuncay, “Adalet istiyoruz!” diye defalarca haykırdı.
      Balbay, CHP’li meslektaşlarına, “Ankara’da çok işimiz var!” diye seslendi.
      Genç bilimci, sevgili Mehmet Perinçek, bilgece bir dinginlikle gülümsüyordu.
       
         …***                                    ***                     ***
     AKP oligarşisini  ve Tayyip Erdoğan’ı hâlâ ve henüz desteklemekte olan  büyük kitleler var.
    Bu desteğin gözle görülürce azalmasının yanı sıra , aynı büyüklükte  ve sayıları gittikçe artmakta olan kitleler de bu oligarşiye  ve özellikle de  tepesindeki kişiye, ivmesi giderek yükselmekte olan  bir nefret ve hınç duyuyor.
      Türkiye toplumunda sevilen ve sevilmeyen  siyasetçiler her zaman olmuştu, ama bu  kadar nefret edilenini  anımsamıyorum.
     “ Silivri savcısı” ve destekçileri,  böylesine bir  hınç ve nefret birikimini ciddiye almalıdır…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/151212

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.