14 Eylül 2014 Pazar

ÇİNE YOLCULUK(II)


Pazar söyleşileri iki haftada bir olunca, bir öncekiyle bağlantıyı doğrusu ben de kaybedebiliyorum.
Çine Yolculuk”un ilkini az önce yeniden okudum. Pek bir şey söylememiş olduğumu gördüm. Okyanusu ne kadar tanıyabilir, ne ölçüde tanımlayabilirsiniz… İyisi mi, yine baştan alayım…
İstanbul’dan Pekin’e kalkan uçak yaklaşık beş saat sonra Urumçi’de inişe geçince, aktarma yapılacağını sandım.
Öyle olmadı… Eşyalarımızı alıp indik, pek de ciddi sayılamayacak bir denetimden geçtikten sonra aynı uçakla devam ettik…
Dönüşte de aynı işlemden geçecektik… Fakat bu kez, bilgisizliğimden utanmakla birlikte, konuyu öğrenmiştim… Urumçi özerk Uygur bölgesinin başkentiymiş… Yine de, yapılan işlemin neye yaradığını anlayabilmiş değilim. İstanbul’dan binen yolcunun Urumçi’de denetimden geçmesinin ne anlamı olabilir?
Ekranda uçuş haritasına bakıyorum… Yakın çevrede Bişkek, Almata, büyüklü küçüklü başkaca Türkçe yöre adları… Çin’i tanımak biraz da kendimizi tanımak gibi bir şey olmalı… Bu gözlem de beraberinde “kendimizi ne kadar tanıyoruz” sorusunu getiriyor doğal olarak…


***


Geçen haftaki yazımda hava alanından başlayarak Pekin’den ilk izlenimlerimi anlatmıştım… Özetle, gökdelenler, hava kirliliği… Buna karşılık, orada bulunduğum sürece(hafta sonu ya da çalışma günleri) sokaklarda büyük bir kalabalık ya da dayanılmaz bir trafik sıkışıklığı görmedim. Büyük bulvarlar temiz, geceleri aydınlık, arka sokaklar ise bizim Tarlabaşının arka sokaklarını aratmıyor… Bizdeki gibi temizlik konusunda ne ölçüde güvenileceğini bilemeyeceğiniz barakamsı açık hava lokantaları; sadece kebap ya da lahmacun yerine, tek tek sıralanması bir paragrafı aşacak, çoğunun adını zaten bilmediğim geleneksel Çin mutfağı ürünleri… (Bu arada, çubukları kullanmayı bilmiyorsanız, ya da benim gibi öğrenmeniz uzun zaman alıyorsa sofradan yarı aç yarı tok kalkmanız olası…)


***
Pekin’den başkenti Xining’e yaklaşık iki saatlik uçak yolculuğuyla ulaştığımız Qinghai(Çinkay), Çin’in kuzeybatısında , Tibet platosunda yer alan, yaklaşık altı milyon nüfuslu bir eyalet…
Şair Jidi Majia, eyalet ikinci başkanı. Etkili, nüfuzlu bir siyaset adamı. Böyle kişilerin aynı zamanda seçkin sanatçı olmaları enderdir. Majia bu ender kişiliklerden. Gerçek anlamıyla seçkin bir şair ve dünya şiiriyle de yakından ilgili. Kendi yöresinin, coğrafyasının,toprağının, kültürünün, ait olduğu “Yi” halkının şairi… Bütün bu değerleri evrensel boyutlara taşıyarak… Çinkay’da, Tibet platosunda, Sarı Nehir ve özellikle de Çinkay Gölü çevresinde, Çin şiiri ve şairleriyle ,irlikte dünya şairlerinin ve şiirinin tanıtıldığı şiir dünyaları yaratmayı başarmış…
Taocu ve Budist tapınakların renk ve fantezi zenginliğinden, Pekin’in Topkapı Sarayı bölgesi diyebileceğimiz “yasak şehir”den, Tiananmen Meydanının eski ve yeni tarihinden söz etmem bir yenilik olmayacak… Bu Pazar yazısında da en iyisi bir küçük şiirini paylaşarak sizleri Jidi Majia şiiriyle tanıştırmış olayım…



YANIT


Anımsıyor musun hâlâ
Jijuli Bute’ye giden küçük yolu?
Tatlı bir vaktiydi şafağın
Bana demişti ki
Yitirdim nakış iğnemi
Çabuk ol, yardım et onu bulmama
Bakmıştım her yere o kır yolunda


Anımsıyor musun
Jijuli Bute’ye giden o küçük yolu?
Ağır bir vaktiydi şafağın
Ona demiştim ki
Bir şey depderin battı yüreğime
Sakın nakış iğnen olmasın bu?
(Duygulanmıştı ağlayacak gibi)





Ataol Behramoğlu/Pazar Söyleşileri/140914

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.