22 Mayıs 2020 Cuma

KORONA’NIN ÖĞRETTİKLERİ

 
      Çok uzun süre  olmasa da (toplam 10 ay!) cezaevi yaşantısından haberli biri olarak korona’nın öğrettiklerinin bir kısmını  zaten biliyorum. Fakat yine de böyle bir yaşantım olmamışçasına yazımı koronanın öğrettikleri üzerinden sürdüreyim…
        Öncelikle yürümek…
        Evde uzun süre kaldığınızda, bulunduğunuz mekânın uygunluk durumuna göre içerde volta da atsanız; dışarıda, açık havada, gökyüzü altında, toprağa basarak yürümek başka bir şey… Bambaşka bir mutluluk…
       Volta, malûm, cezaevi jargonudur. Ahmed Arif’in dizelerini anımsamanın sırasıdır:
                         Kürdün Gelinini söyler maltada  biri
                          Bense voltadayım ranza dibinde…

       Volta tamam da, malta ne demek… Bilmiyordum doğrusu… Şimdi baktım… Hapishanede volta atılan alan demekmiş, yani havalandırmaya çıkılan yer…
          Şair belli ki oraya çıkmak istememiş… Belki yalnız kalmak istemiş… Ranza dibinde ne kadarcık bir alan var ki, volta atabiliyor… Kendi payıma, nerede,ne zaman öğrendim bilmiyorum, birkaç adımlık alanlarda da volta atabilen biriyim…  Ahmed Arif’in bunu yapabilmesi doğal…
           Konumuza dönelim…
           Korona günleri sanırım çok kişiye yürümenin mutluluk  olduğunu anımsattı, ya da öğretti…

                                                         ***
         Yanı sıra öğrendiğimiz bir başka şey, dokunmanın önemi…
          Olur olmaz zamanda  el sıkışmaktan pek hoşlandığımı söyleyemem.
         İnsanların el temizliğine pek de dikkat etmediklerini bilip gördüğümden olmalı…
          Fakat kuşkusuz, el sıkışmanın  gerektiği zamanlar da vardır…
           Dokunmak derken asıl kastettiğim  ise, sevdiklerimizle, yakınlarımızla kucaklaşmak… Onların yüzüne, saçına, omzuna, koluna, bir yerine dokunmak,temas etmek… Biz böyle alıştık… Ya da ben böyle biriyim…Dokunmak önemlidir benim için…
         Şimdi de kendimden, 12 Eylül  sonrasındaki günlerde neredeyse şimdiki gibi büyük ölçüde evlere kapanmışken, dostlarla görüşmeler en aza inmişken yazdığım Sesler adlı şiirimden bir örnek vereyim:
                 
                Ve dostların sesi, bunaldığımda
                  Dokunurcasına duymak istediğim…

      Dokunurcasına duymak … Sadece duymanın yetmeyişi… Duymanın dokunurca çoğaltılması…
       Kuzey ülkelerin insanları için dokunmak çok da önemli olmayabilir… Fakat biz sıcak kanlılar, dokunmadan yaşayamayız pek… Korona sonrasında nasıl olacak bu, bilmiyorum, göreceğiz…

                                             ***
         Korona günlerinin öğrettiği bir başka şey, zamanın değerliliği.
        Hepimizin bildiği  “zaman öldürmek” diye bir  deyim var dilimizde… 
        Zamanı boşa geçirmemek  gerektiği anlamında kullanıldığı gibi, bir şey yapmayıp boş boş oturmak anlamında  da kullanılıyor… 
         Bu ikinci anlamı  başka dillerde de karşılayan deyimler olduğu kuşkusuz. Fakat  herhangi bir başka dilde,özellikle bu ikinci anlamıyla,  zaman ve öldürmek sözcüklerinin bir arada olduğu bir deyim var mıdır, bilmem.
        Korona günleri kendi payıma bana zamanın değerliliğini bir kez daha kanıtladı.
         Kendime ait çok zamanım var ve böyleyken de çalışma  masamdan kalkmaya pek vakit bulamıyorum…
         Demek ki olağan zamanlarda dışarılarda, örneğin yollarda fazlaca zaman harcamıştım… Çalışma masasında geçirilecek zamanları  israf etmişim… Bir başka deyişle de, zamanı öldürmüşüm…
            Çağdaş yaşamda ve özellikle büyük şehirlerde  bu pek çoğumuz için böyle…

                                                                    ***
        Ve tenhalığın güzelliği…
         Batı ülkelerini gören ya da oralarda yaşayanlar, Pazar günleri  özellikle belli şehir merkezlerinin dışında ve daha da çok taşra şehirlerinde sokakların tenhalığını bilirler.
      Yabancı biri için bu tenhalık hüzün vericidir.
      Fakat  şu korona günlerinin tenhalığı bana hüzünle değil başka bir duyguyla o Pazar günlerinin tenhalığını anımsattı. 
        Çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın kalabalıklarla dolup taşmayan; birine  çarpmaksızın  ya da biri size çarpmaksızın  yürüyebildiğimiz sokaklarını özlemle duyumsattı…
                                                            ***

  Korona sonrasında nasıl bir dünya bekliyor bizi?
 Bu konuda düşünmeyi bir başka yazıya bırakalım…
             
Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/20052020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.