Türkiye
insanı nasıl biridir?
Toplumsal
sınıflar, bölgesel ve etnik aidiyetler göz ardı edilerek biz
Türkler diye bir genelleme yapılabilir mi?
Bence
bütün farklılıkların üstüne yükselen bir genelleme yapabilir
ve bunu ulusal kimlik diye adlandırabiliriz…
Fakat
benim bu yazıda yapmak istediğim ulusal kimlik kavramının ne olup
ne olmadığını irdelemek değil, kısaca köylü, kasabalı,
kentli diye ayıracağım insan tiplerimizde zaman içinde
gözlemlediğim bazı değişimler ve olası nedenleri üzerinde
düşüncelerimi paylaşmaktır.
***
Köylüden
başlayalım…
1950’lerden
itibaren hızlanan bir süreçte kentleşme ve buna bağlı olarak
göç olgusu köyleri dağıttı.
Fakat
ülkemizde bu olgu sağlıklı bir oluşum sürecinde gerçekleşmedi.
Sanayisi
gelişmiş ülkelerde tarım ekonomisi ve dolayısıyla da köylülük
sapasağlam yerinde dururken, bizde bugün ne köy ne de ekonomisi
kalmıştır.
1970’lerdeki
yurt dışı yıllarımda, Fransa ve İsviçre’deki bağlarda,
biraz serüven duygusu biraz para kazanma gereksinimiyle, o ülkelerin
köylüleriyle omuz omuza çalışmış, öğle yemeklerini yer
sofralarında birlikte yemiş, aralarında bu gün de dostlukla
anımsadığım arkadaşlarım olmuştu.
Bu
gün de yakınlarından trenle ya da başka araçlarla geçerken, bu
Avrupa ülkelerindeki kırsal yaşam zenginliğine , bitek tarlalara,
besili hayvan sürülerine imrenerek bakıyoruz…
Bizde
ise köyler boşalmış, köylü dediğimiz kişiler de artık
sadece, ya da çok büyük ölçüde, köyden ve köylüden söz eden
romanlarımızın kahramanları olarak kalmışlardır.
Onlara
bir de , kentlerin insan pazarlarında iş bekleyen; işçi olarak
inşaatlarda ter döken kol emekçileri olarak rastlarız.
Kentlerde
oturdukları, barındıkları yerler de uzak semtler, niteliksiz
konutlardır.
Cumhuriyet
onun efendi olmasını hedeflemişti.
Bu
hedeften sapılmış, köylü geleneksel kimliğini de yitirerek
efendilerin hizmetçisi konumuna geriletilmiştir…
*****
Kasaba
her zaman köyle kent arasında bir ara bölge konumunda olmuş,
kasabalı da köylü ve kentli arasında bir kimlik sahibi,
genellikle tutucu, fakat aynı zamanda da güvenilir, sağlam,
geleneksel bir toplumsal kesim insanı sayıla gelmiştir.
Bugün
ise, çarpık kentleşme olgusu ve yine köylerden göçler gibi
nedenlerle bozulup değişen, tanımlanması güç bir kasaba ve
kasabalı gerçeği söz konusudur.
****
Kentlerimizi
küçük, orta büyüklükte ve büyük kentler diye
sınıflandırabiliriz. Bir de mega kentimiz İstanbul var…
Küçük
kentler boşalmakta, köyle kasaba arası, niteliksiz yerleşim
yerleri olmaktadır.
Orta
büyüklükte kentlerimiz kültür ve uygarlıkla bağıntıları
genellikle AVM’ler yoluyla karşılanan, yaşam nitelikleri büyük
ölçüde yönetimdeki Belediyelerin niteliğine ve çabasına bağlı
yerleşim yerleridir.
Mega
yada yığma kent İstanbul ise yaşanması da nefes alınması da
gitgide güçleşen bir insan cangılıdır…
***
Türkiye
insanı Cumhuriyet devrimi ilkelerinin uygulanma süreçlerinde,
1940’lara kadar; köylüsüyle,kasabalısıyla, kentlisiyle,
geleneksel kimlik özellikleri üzerinde, yeni ve çağdaş bir
ulusal kimlik inşa etmenin sancılarını ve heyecanını yaşamış,
bilincini duyumsamıştı….
Sonrasında
bu bilinç ve heyecan yitirilmeye başlanmış, hem farklı
toplumsal kesimlerin kimlikleri, hem de bütünüyle ulusal
kimliğimiz dağılıp bozulmaya yüz tutmuştur.
Bu
dağılıp bozulma hızlanan bir süreçte günümüzde denebilir ki
tepe noktasına ulaşmıştır.
Türkiye
toplumu Cumhuriyet tarihi boyunca, 1950’lerin “vatan cephesi”
saçmalığı bile içinde olmak üzere, hiç bir zaman bu kadar
bölünmemiş, aynı ulusun yurttaşları olma duygusunu yitirmemiş,
birbirine böylesine diş bileyen düşman gruplara ayrılmamış;
çocuklar bu kadar sahipsiz, gençler bu kadar amaçsız ve kimliksiz
olmamıştı…
Gelinen
noktanın sorumlusu ise , hiç kuşkusuz, bölgede çıkarları olan
emperyalist güçlerin bilinçli ya da bilinçsiz güdümünde,
Cumhuriyetimizin temel ilkelerini,demokrasiyi, laikliği ayaklar
altına almış olan günümüzdeki siyasal yönetimdir.
Ataol
Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/
13/05/2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.