8 Haziran 2014 Pazar

İTALYA NOTLARI(II)




İtalya Notları’nın ilkinde bu hafta Bologna, Floransa ve Roma gezilerimden söz edeceğimi yazmıştım.
Trenle Bologna’ya yaklaşırken dikkatimi çeken, ülkenin en önemli sanayi kentlerinden birinin çepeçevre yeşilliklerle kuşatılmış oluşuydu.
Fabrika kurmanın doğayı yok etmek anlamına gelmemesi gerektiğinin bir örneği…
Bologna bunun yanı sıra sadece İtalya’nın değil bütün Avrupa’nın en eski üniversitesine sahip… Dante’nin, Erasmus’un, Kopernik’in burada öğrenim gördüğünü düşünmek baş döndürücü… Hafiften bir yağmur altında dolaştığım sokaklardan bin yıl kadar önce bu efsanevi kişilerin üniversite öğrencileri olarak geçmiş olduklarını düşünmek zaman algısını değiştiriyor…
Şiir severlerin buluşma yerlerinden “Cafe Cafe Spazio 100300”deki şiir dinleti ve kitap imzasından sonra aynı gün hareket ettiğimiz Floransa’ya girerken gece olmuştu.
Ertesi gün birkaç saatliğine gezebildiğim, nüfusunun 1 milyon olduğunu öğrendiğimde şaşırdığım bu çok ünlü kenti, küçük fakat çok değerli bir mücevher olarak tanımlayabilirim…
Leonardo’nun, Michelangelo’nun, Dante’nin kenti…
Bir gün önce internetten nereleri gezmem gerektiğini ayrıntılarıyla not etmiştim…
Fakat kısıtlı zamanın yanı sıra müze önlerindeki turist kuyrukları buna olanak vermedi…
İtalya’ya gelecek yolculuğumun ilk uğraklarından biri Floransa olacak…
Tıpkı çok sevilen bir şiir gibi,akılda tutulması, ezberlenmesi gereken bir kent Floransa….
Ve Roma…
Kaldığım birkaç gün içinde elden geldiğince gezip görmeye çalıştığım Roma, en eski ve en yeni yaşama kültürlerinin bir laboratuarı…
Dikkati ilk çeken, kültürel mirasın korunmuş oluşu…
Roma’da hem Rönesans ve daha önceki zamanların İtalya’sını, hem herhangi bir çağdaş kent yaşamının sunduklarını, aralarında bir kopukluk olmaksızın, bir arada yaşıyorsunuz...
Bu bakımdan Paris’e, bizim İstanbul’umuza benziyor olsa da, Roma’daki bu eski ve yeni sentezi bana daha zengin ve daha doğal göründü…
Kendisi zaten bir müze kent olan Roma, aynı zamanda da bir müze cenneti…
Sadece Vatikan müzesini gezip görmeye saatler değil günler yetmez…
Yontuların bulunduğu salonu gezerken, insan bedeninin çıplaklığıyla o anda içinde bulunduğum dinsel ortam arasındaki ilişkiyi düşündüm…
Çarmıhtaki çıplak İsa imgesi bütün Rönesans öncesi, Rönesans ve sonrası sanatının günümüze kadar en esinleyici kaynağı olmalı…
Bedenden ve çıplaklıktan korkunun ise, sanatı, kültürü,bütün bir yaşamı, geçmişimizden günümüze nasıl yoksullaştırmış olduğu yeterince göz önünde…
Roma’da, Cassa della Literatura adlı kuruluşun salonunda kitabım için düzenlenen toplantı, hem kendim, hem edebiyatımız, hem ülkemiz bakımından, yaşamım boyunca benim için en gurur verici olanlardandı…
Bu toplantı için Roma yakınlarında yaşadığı kentten elinde bir bavul dolusu kitabımla gelen yayıncım Raffaelli, bu yolculuğun mimarı Zingonia ve genç İtalyan şair Daniele Mencarelli uzun denebilecek konuşmalar yaptılar…
Kendi dilimizde okuduğum şiirlerimin İtalyancalarını seçkin tiyatro sanatçısı Marina Beneditto duyguyla ve sevgiyle okudu…
Toplantı(önce İtalyancası okunan) “Yaşadıklarım…”ı, sanki kendi ülkemizin dinleyicilerine okuyormuşum gibi de kendi dilimizde okuyuşumuzla sonuçlandı ve alkışlar dakikalarca sürdü…
Ve tıpkı kendi ülkemizdeki gibi uzun bir kuyruk oluştu “Non Scordati Di Amare”(Aşkı Unutma) adıyla yayınlanan İtalyanca şiir kitabımı imzaladığım masanın önünde…
İtalya Notları’nı şimdilik burada kesiyorum. Bu ülkeye ilgim ve bu ülkenin şiir sever insanlarıyla, İtalyan şair dostlarımla ilişkilerimiz belli ki hiç eksilmeyecek …



Ataol Behramoğlu/Pazar Söyleşileri/080614

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.