17 Eylül 2020 Perşembe

40.YILINDA 12 EYLÜl’Ü İSTER İSTEMEZ ANIMSARKEN

 Ülkelerin tarihinde mutlu günler olduğu kadar mutsuzluk çağrıştıran günler de vardır.

12 Eylül 1980 bunlardan biri ve yakın tarihimizde sonuçları bakımından en karanlık ve yıkıcı olanıdır.

1960’larda yaşanan görece demokrasi ortamı 1970’li yıllarda askeri muhtıralar ve demokrasi karşıtı etkinliklerle aşındırılıp 1980’darbesiyle yok edilmiştir.

İ980 darbesinin hedeflerinden biri de kurucu ve yöneticilerinden biri olmak-tan her zaman onur duyacağım Türkiye Barış Derneğiydi..

Hemen hepsi ülkemizin tanınmış aydın, öğretim üyesi, siyasetçi ve sanatçıları olan Türkiye Barış Derneği yöneticileri 1982 Şubat-Mart aylarında tutuklanarak cephanelik olarak yapılmış Maltepe Askeri Cezaevi’ne kapatıldılar.

İddianame hazırlanması aylar sürdü.

Taş koğuşlarda yaklaşık kırk kişi o sırada ceza yasasında ağır bir suç konusu olan komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla aylarca tutuklu kaldık..

Duruşmalara kelepçelenerek ve tek tip cezaevi giysileriyle götürüldük.

Birbirimize zincirlendiğimiz de oldu.

***

Maltepe’den Sağmalcılar Cezaevine sevk edildiğimizde, orada (cinayet, tecavüz, hırsızlık vb.) suç konularından tutuklu mahkûmların bulunduğu koğuşlara dağıtılmak istendik.

Bu canice girişim, büyük ölçüde, Barış Derneği tutukluları ararındaki İstanbul Barosu Başkanı Avukat Orhan Apaydın’ın ve dışarıdaki avukat kardeşi Burhan Apaydın’ın çabalarıyla önlendi.

Topluca konulduğumuz kaçakçılar koğuşunda da birkaç ay kaldıktan sonra serbest bırakıldık.

Fakat dava devam ediyordu.

O süreçte hükümetin manevi kişiliğine hakaret suçlamasıyla kesinleşmiş bir yıl hapis cezam daha vardı.

Ayrıca ben TYS’na açılmış bir davada ve yanı sıra Türkiye Komünist Partisine karşı yine TCK 142. Maddesi uyarınca açılmış bir başka davada da sanıktım.

Ceza yasasında iki 141-142 mahkûmiyetinin idam cezasına dönüştürüleceği yönünde de bir hüküm bulunmaktaydı.

Bu nedenle Barış Derneği davasının Kasım 1982 tarihindeki karar duruşmasına rapor alarak katılmadım.

Nitekim o duruşmada sekiz yıl ağır hapis ve bir o kadar sürgün cezasına çarptırılanlar arasındaydım.

O gün o uğursuz salonda bulunan sevgili arkadaşlarım daha orada kelepçelenecek ve yaşamlarından yıllar çalınacaktı.

***

Bu kez teslim olmamak kararındaydım. İstanbul’da bugün anlatılması ve anlaşılması güç ve acı koşullarda bir ay kadar saklanarak bana ait olmayan bir pasaportla ülke dışına çıkmayı denedim ve ne mutlu ki başarabildim.

Başarısızlık, o günlerin koşullarında, büyük olasılıkla “faili meçhul” kurbanlarından biri olmamla sonuçlanırdı…

Bugünkü ben o gün böyle biri girişimi göze alabileceğim konusunda kuşkuluyum…

Bir yıl kadar sonra da o sırada dört yaşındaki kızımın ve annesinin, , yurt dışına çıkış izni verilmediği için onlara ait olmayan pasaportlarla , yardımlarıyla bulunduğum Fransa’ya gelmelerini sağlamayı başardık.

Birkaç ay sonra kızımın ablasını da , zorunlu olarak yine benzer yollarla yurt dışına çıkarabildik.

Bunlar, 1980 darbesinden bizim hissemize düşen, büyük olasılıkla en küçük acılardır

***

Fransa’da 1985 başından 1989 ortalarına kadar süren sürgün yılları ayrıca güç ve acı zamanlardı.

Bütün davaların beraatla sonuçlanması sonucunda beklemeksizin ülkeye, bu kez işsizliğe ve kesintiye uğrayan yaşamlarımızı onarma çabalarına dönüş yaptık.

Onlar da ayrıca sıkıntılı yıllardı.

Bütün bunlar bizler için ne bir yakınma, ne de bir övünç konusu olabilir.

Çekilen sıkıntılar, yurdumuza, insana ve emeğine, özgürlüğe, adalete ve

aydınlığa olan inancımızın bedelidir.

Tekrar başlayacak olsam, aynı yollardan, inandığım değerlere aynı bağlılıkla geçmekte bir an duraksamam.

Bu süreçte yitirdiğimiz dava , cezaevi ve sürgün arkadaşlarımı saygı , sevgi ve özlemle anıyorum.

Ne mutlu barış ve özgürlük savaşçılarına!


Ataol Behramoğlu/Foça, 11.09.2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.