11 Ekim 2018 Perşembe

KİŞİLİK YİTİMİ



George Orwell’in 1949’da yayınlanan “1984”ünü, Türkçede yayınlanışının üzerinden de uzun süre geçmesine karşın ancak şu günlerde okuyabildim.
Kitabı 1960’larda okumuş olsam, hakkında ne düşünürdüm, bilmiyorum.
O günlerin devrimci-romantik coşku ortamında belki de sıkılır,
sonuna kadar okuma gereği duymazdım.
Gerçi bu gün de beğeniyle okuduğumu söyleyemem.
Fakat bugünkü az beğenirliğimin nedeni içerikten çok romanın yapısı, kurgusuyla ilgili.
Didaktik bir yapıt bu.
Kahramanlar yaşayan kişilikler değil, yazarın düşüncelerini dile getirme araçları.
Onlara roman kahramanı bile denemez.
Fakat yine de hiç kuşkusuz önemli bir kitap bu.
Önemi ise, bana kalırsa pek de üstün nitelikli sayılamayacak yazınsal değerinden çok, cesaretle dile getirdiği düşünceleriyle ilgili…

***
Orwell’in “1984”ten birkaç yıl önce yayınlanan ve ona büyük ün kazandıran “Hayvan Çiftliği” adlı yapıtını da henüz okumamış olmama karşın, hakkında yazılanlardan bu kitabın açıkça Stalin Rusya’sına yönelik bir “grotesk” anlatı örneği olduğunu biliyorum.
1984” ise, ağırlıkla yine bu yönetimi çağrıştırmasına karşın, genel olarak totaliter yönetimlerin eleştirisi sayılabilir.
Kitabın çeşitli yerlerine serpiştirilmiş, fakat sonlara doğru giderek yoğunlaşan bir düşüncenin, “kişilik yitimi” diye adlandırılabilecek bir kavramın, bu kitabında yazarı en çok ilgilendiren(ve kaygılandıran) konu olduğu sanırım söylenebilir.
Anlatının ortalarında bir yerde, iki sevgili Julia ve Winston arasındaki bir konuşmada, bu sorun ilk kez tartışma konusu yapılmaktadır.
Julia’ya göre, işkence gören kişi her şeyi itiraf eder.
Winston’un yanıtı, önemli olanın itiraf değil, duygular olduğudur.
Cümlesini şöyle tamamlar: “Beni seni sevmekten caydırırlarsa, işte asıl o zaman ihanet etmiş olurum.”
Julia bir zaman düşündükten sonra ona hak vererek, “Bunu asla yapamazlar” der; “Sana her şeyi, ama her şeyi söyletebilirler, ama seni beni sevmediğine inandıramazlar.İçine giremezler”
İçine giremezler” romanın kilit cümlesidir…
Zor karşısında her şeyin, (düşünce ve inançlarından ötürü işkence gören kişiye ilgisi bulunmayan konularda yöneltilen suçlamaların bile) işkenceye son verilmesi için kabul edildiği bilinen bir şeydir…
Fakat bundan daha kötüsü, işkence gören kişinin itirafa zorlanmasından çok, işkencenin onun kişiliğini bozup değiştirmeye, düşünüp inandıklarının tersini düşündürüp inandırmaya yönelik ve bunda da başarılı olunmasıdır…
Kişilik yitimi diye adlandırdığım da tam olarak budur.
***
Orwell kitabında, totaliter yönetimlerin kitleleri nasıl sürüleştirip yönlendirdiğini gösteriyor.
Fakat milyonlarca kişiye tek tek maddi işkence yapılamayacağına göre bunun yolu eldeki bütün olanakları kullanarak beyinleri yıkamak, bir yalan ve korku imparatorluğu kurarak tek tek her bireyin kişilik yitimine uğramasının yolunu açmaktır.
Günümüzde bu olanaklar, “1984” yazarının tasavvur sınırlarını da ötesindedir.
***
Kitapta bu kitleler için söylenip geçilen, fakat çok ilgimi çeken bir cümle de şu oldu:
Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler..”
Üzerinde ne kadar düşünülse azdır...

Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/101018


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.