3 Şubat 2018 Cumartesi

SAVAŞ SEVMEK


Savaş, öldürmek ve öldürülmek demektir.
Savaşmaya giden ya da gönderilen kişi bu gerçeğin ne ölçüde bilincindedir?
Bilmek ve bilincinde olmak iki ayrı şeydir.
Bildiğinizi düşündüğünüz şeyin bilincine o şeyin gerçekliğiyle karşılaştığınızda varır, ya da yine de varmazsınız…
Savaş kavramının gerçekliğini, çeşitli zamanlarda çeşitli çevrelerce ve çeşitli bakımlardan yüklenen anlamlardan arındırarak algılamaya çalıştığınızda, karşınıza kaçınılmaz olarak çıkacak olan, onun öldürmeye ve öldürülmeye hazır olunması demek olduğudur.
Bu gerçeklikle karşılaşmaya kaç kişi hazırdır?
Sorulduğunda alınacak yanıtlar, hep üst ve yan kavramlar olacaktır…
Bunlar da zamana ve kişiye bağlı olarak değişir…

***
Yüzlerce, belki binlerce yıl sürmüş ilkel yağma ve istila dönemlerinde savaşçıya yaptığı işin nedeni ve anlamı sorulduğunda ya şaşıracak, ya da bunu doğal bir hak olarak, yağma ve ganimet için yaptığını söyleyecektir.
Karşısındaki ise ya boyun eğip teslim olacak, ya da kendisini savunmak için savaşacaktır…
Sonrasındaki din savaşlarında amaç bir inancın alanını genişletmek gibi görünse de, asıl amaç yine de yağma, ganimet, istila, egemenlik alanı genişletilmesidir.
Karşıdaki güç yine ya boyun eğip teslim olacak, ya da savaşmak zorunda kalacaktır…
Fakat bu kez, ilkel yağma ve ganimet dönemlerinden farklı olarak savaşan her iki taraf için de savaşı haklı ve meşru gösteren üst kavramlar oraya çıkmıştır.
Kendi inancının üstünlüğü ve doğruluğu, bu inanç uğrunda ölmenin ve öldürülmenin her iki dünyada da ödüllendirileceği, şehitlik, daha sonraki zamanlarda vatan sevgisi, daha dünyasal amaçlar ve idealler için öldürmenin ve öldürülmenin kaçınılmazlığı, zorunluluğu, öyle olması ya da öyle sanılması, vb…
Görüldüğü gibi, kavramın ve olgunun irdelenmesi, yeni kavramlar ve olgular ortaya çıkarıyor.
Fakat değişmeyen ve değişmeyecek gerçek, savaşın öldürmeye ve öldürülmeye hazır olunması demek olduğudur.
***
Tam olarak bu noktada iyi savaş-kötü savaş değil, fakat haklı savaş-haksız savaş ayrımının yapılması kaçınılmazlaşıyor.
Sağlıklı bir akıl ve vicdan için, öldürmenin ve öldürülmenin iyi bir şey olarak görülüp savunulabileceğini düşünemiyorum.
Bu, haklı bir savaşta, yasal savunuda, anayurdu savunma savaşlarında da böyledir, böyle olmalıdır.
Öldürmenin ve öldürülmenin zorunlu ve kaçınılmaz olduğu zamanlarda bunların göze alınması başka, süslenip güzellenmesi, yüceltilmesi daha başka bir şeydir.
Bu söylediklerimi yeterince anlamayanlara, tersinden anlamaya yatkın olanlara, , Svetlana Aleksiyeviç’in dilimize “Kadın Yok Savaşın Yüzünde” diye çevrilen kitabını okumalarını ve Atatürk’ün Anzak askerleri için 1934’te söylediği, Gelibolu Anzak koyundaki kitabede yer alan sözleri üzerine düşünmelerini öneririm.

***
Anayurt savunmasının en haklı savaş olduğu tartışmasızdır.
Sınır ötesi savaşların haklılığı ya da haksızlığı ise tartışılabilir, tartışılacaktır. Böyle bir tartışmaya, konuyla ilgili görüş bildirmeye, üstelik savaşı(bu demektir ki öldürmeyi ve öldürülmeyi) yücelterek engel olmaya çalışmak, düşünme ve dile getirme özgürlüğü düşmanlığı ve faşizmin ta kendisidir. Bizden bir örnek verilecek olursa Türk Tabipler Birliği yöneticilerinin eleştiri bile sayılamayacak geleneksel ve bilinen bir söz nedeniyle göz altına alınmaları,işlerinden uzaklaştırılmaları , suçtur, ayıptır, aydın düşmanlığıdır, adaletsizliktir, ülkemiz adına yüz kızartıcı, yüz karası, derhal son verilmesi gereken utanç verici bir uygulamadır.
Ve son bir not: Kimileri sosyal medyada, sınır ötesinden atılan roketlerle ölen ve yaralananlar,özellikle de 17 yaşındaki bir çocukcağız hakkında ne düşündüğümü soruyor. O benim çocuğum, kızımdır. Fakat bu saçma soruyu soranlar, yanlış Suriye politikası öncesinde iki dost ülke arasındaki sınırın şimdi bir ölüm sınırına dönüşmüş olmasının sorumluları hakkında acaba ne düşünüyor?


Ataol Behramoğlu/Cumartesi/030218


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.