20 Haziran 2015 Cumartesi

KÜPECİK


Lise öğrenimini 1950’li yıllarda Çankırı’da yapmış olanlar beden eğitimi öğretmenimiz “Küpecik”i anımsayacaklardır…

Hele beden eğitimi öğretmenliği için çoktan emekli olunması gereken yaşta bir zattı.

Adını anımsamıyorum, o sırada bildiğimi de sanmıyorum.

Kim ne zaman nerede koymuş, ne anlama gelir bilmiyorum ama, hepimiz onu küpecik

diye tanırdık.

Bu takma ad ona sanki yapışmış, gerçek adı gibi bir şey olmuştu.

Onu hafta sonlarında, bazen eşeğinin sırtında, bazen eşek önde o arkada, dere boyundaki bahçesine giderken görürdük…

Havanın kapalı olduğu bir gün beden eğitimi dersini(herhalde kuramsal olarak) sınıfta yapıyoruz…

Tam da o gün muhalefet lideri İsmet İnönü Çankırı’ya gelmiş.

Demokrat Parti iktidarının, Adnan Menderes’in, ülkenin tek hâkimi olduğu günler…

Akşam haberlerinde radyoda “Vatan Cephesi”ne katılanların adları ilk haber olarak bitmez tükenmezce okunmakta…

Söz nereden açıldı anımsamıyorum, fakat bizim küpecik İnönü hakkında aşağılayıcı laflar etti…

Bir anda yerimden fırladım ve “İnönü’ye hakaret edilen sınıfta duramam” diye yüksek sesle tepki göstererek sınıfı terk ettim…

Derken ve bu olayın üzerinden fazla zaman geçmeden 27 Mayıs darbesi oldu…

Darbenin hemen ardından düzenlenen bir kutlama yürüyüşünde bir de ne göreyim…

Yaşlı beden eğitimi öğretmenimiz üzerinde eşofmanıyla kortejin en önünde yürümekte…

Hem de ne yürüyüş…

Baş dimdik yukarda, göğüs ilerde, geniş kaz adımları yeri güvenle dövmekte…

Yarım yüzyıldan önceki bu görüntü şu andaymışçasına gözlerimin önümdedir…




***

Herhalde çoktan rahmetli olmuş öğretmenimizden bende kalan bu iki anı, insan

ikiyüzlülüğünün unutulmaz bir örneği olarak zihnimden hiç silinmemişti…

Fakat birkaç gün önceki bir olay o yürüyüş sırasında duyduğum şaşkınlığı bana bütün canlılığıyla bir kez daha yaşattı…

Arabayla bir yere giderken haberleri dinliyorum…

Yıllardır kulaklarımızı rahatsız eden, 7 Haziran öncesinde de aynı şeyi bütün dayanma sınırlarımızı zorlayarak yapan ses, seçim sonrasındaki birkaç günde her nedense bıçak gibi kesilmişken, bir anda yine aynı kulak tırmalayıcı tınısıyla yükselivermişti...

Bir an, yanlış mı işitiyorum diye düşündüm…

Ses aynı ses, tını aynı tınıydı…

Saldırganlık, suçlayıcılık, kibir, kendini beğenmişlik milim değişmemişti…

Fakat, o da ne, söylenen şey, seçim öncesinde söylenenlerin tam tersi, karşı kutbuydu…

Seçim öncesinde, anayasayı, yasaları, nezaket kurallarını, her türlü ölçüyü hiçe sayarak “gönlündeki” parti için iktidar isteyen, onun dışındaki her partiye, her siyasal harekete, herkese nefret ve tehdit kusan ses; şimdi aynı buyurgan tonda, dün aşağılayıp küçümsediklerini,hakaret ve tehdit yağdırdıklarını, şimdi birlikteliğe, dayanışmaya,koalisyona, “egolarına teslim olmamaya” çağırıyordu…

Sözcüğün tam anlamıyla, şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı…

***

Şaşkınlığım yatışınca bu inanılması güç pişkinliğe neyin neden olabileceğini düşündüm…

Ve şu sonuca vardım:

Rahmetli öğretmenimizin hızlı dönüşümünün nedeni korku olmalıydı…

Korkusunun nedenini de anlayabiliyorum…

Kendi halinde yaşayıp giden ve kuşkum yok ki namuslu bir adamdı…

Fakat inanıp savunduğu bir düzenin yıkılmasıyla başına kötü şeyler gelebileceğinden korkup paniğe kapılmıştı…

Öyleyse kaçak sarayda oturanın bir anda inanılmaz bir pişkinlik ve keskinlikle ters yöne savrulmasının nedeni de böyle bir korku ve panik olmalıydı….

Öğretmenimizin korkusu eninde sonunda bir vehimdi….

Kaçak saraydakinin korkup paniklemekte haklı olup olmadığını görmekte umarım gecikmeyeceğiz…



Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/200615


Yılmaz Özdil’in Demirel’ler üzerine, kadınlarımızın özellikle okuması gereken muhteşem yazısını kutluyorum(Sözcü,18 Haziran, “Yaşanamamış Bir Aşkın Öyküsü”)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.