Başbakan, bakanlar
kurulunun başkanı demek.
Yasama organı olan
parlamentoyu yönetmez.
Tersine,
etkinlikleriyle ilgili olarak parlamentoya hesap verir.
Parlamento
gerektiğinde güvensizlik belirterek hükümeti düşürebilir.
. Yürütme, doğal
olarak yargıya karşı da sorumludur.
Başbakan, gerek
bireysel etkinlikleri gerekse başkanı olduğu kabinenin
etkinlikleriyle ilgili olarak gerektiğinde yargı önünde hesap
verir.
Bizim siyasal
yaşamımızda ise, çok az istisna dışında, bu demokrasi
kurallarının tam tersi geçerli.
Bunun da
ötesinde, günümüz Türkiye başbakanı tam anlamıyla bir
diktatör
görüntüsüne ve
yetkilerine sahip.
Bu neden böyle?
Üzerinde
düşünelim.
***
En önemli, belki
başlıca neden, bireysel çıkarlarla ilgili.
Milletvekillerini,
aynı zamanda partinin başkanı olan başbakan belirliyor…
Bu,başbakanın
istemediği bir davranış sergileyen milletvekilinin bir daha
seçilme şansı yok demektir.
Bu anlamda,
diktatörlük olgusu önce partinin hiyerarşik yapısından
başlıyor.
Siyasal partiler
yasasının ve parti tüzüklerinin parti başkanına sınırsız
yetki tanıdığı bir demokraside, söz konusu kişinin
diktatörleşmesi kaçınılmaz olacaktır.
***
Bizde başbakanın
diktatöre dönüşmesinin bir başka nedeni, uygulanmakta olan seçim
sistemidir.
Yüzde onluk bir
seçim barajı, parlamentoda bir partinin haksız çoğunluğuna yol
açacaktır ve nitekim öyle de olmuştur.
Faşist 12 Eylül
darbesi sonrasında getirilen yüzde on gibi bir seçim barajının
uygulandığı bir ülkede demokrasi sözü kandırmacadır.
***
Türkiye örneğinde
başbakanın diktatörleşmesinin bir başka temel nedeni de toplumca
demokrasi kültürüne çok az sahip oluşumuzdur.
Örgütsüz bir halk,
sadece bir insan kalabalığı demektir.
Demokrasi kültürü
öncelikle örgütlülük bilincidir.
Bizde büyük halk
kitlelerinin beklentisi ve arzuladığı şey örgütlenme değil,
bir kurtarıcının gelmesidir…
Bu nedenle de
kurtarıcı olarak gördüğü kişiye tapınırcasına bağlanır.
Onu bütün
kusurların üstünde ve ötesinde görür.
Bu bizde her zaman
az çok böyleydi.
Günümüzde ise
en aşırı bir örneğini yaşamaktayız.
***
Günümüz Türkiye
başbakanının neden bir diktatöre dönüşmüş olduğunun başkaca
özel nedenleri üzerinde de duralım…
Artık açık
seçik görülebildiği gibi, başta ABD emperyalizmininki olmak
üzere güçlü bir dış destekle önü açılmış bir kişiden söz
ediyoruz…
Bu kişi, bu
gün iflas etmiş olan ılımlı İslam safsatasının Türkiye
temsilcisi olarak saptanmıştı…
Kibirli ve
fanatik kişiliği, iktidar hırsı ve para tutkusu, sıradan
yurttaşı etkileme konusunda hitabet ustalığı, çıkar
çevreleriyle ilişkileri,bugün ak dediğine ertesi gün hiç
sıkılmaksızın kara diyebilme kıvraklığı, belli ki ona yatırım
yapan güçlerce bir laboratuar ortamında gibi incelenmiş ve
üzerinde görüş birliğine varılmıştır…
Ülke
içindeki etkisi ise , halk kitlelerinin bir kurtarıcı
beklentisinin güya karşılığıymış gibi pazarlanmasının yanı
sıra, yerli sermayenin güçsüzlük ve kimliksizliğinden, bunun da
bir sonucu olarak merkezdeki siyasal örgütlenmelerin çözülüşünden,
12 Eylül faşist darbesi sonucunda emekçi örgütlerinin ve solun
ezilip parçalanmasından; bütün bunlara tüy dikercesine de
aydınlanma kültüründen ve yurttaşlık bilincinden nasibini
almamış,
omurgasız bir okumuş
yazmış güruhunun bilinçsiz, duygusuz, lanetli desteğinden
gelmektedir…
***
Gezi ve ardından
(ne kadar engellemeye çalışsalar da yağma ve hırsızlık
kumpaslarını gözler önüne seren)yolsuzluk operasyonları
diktatörü ve diktatörlüğü köklerinden salladı..
Akıllı bir son
vuruş ülkeyi hasret kaldığı temiz havayla dolduracaktır…
Bunun yolu ise,
kanımca, parlamento içi çalışmalar kadar ve ondan da çok, halk
insanlarını özgürlük, iş, adalet, barış sloganları
hedeflerinde örgütlemek, harekete geçirmektir….
______________________________________________________________
*Bu gün(18 Ocak Cumartesi) Adana
Barosu Sosyal Tesislerindeki dinleti ve söyleşimize sanat severleri
bekliyoruz.
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/180114
FATİH HİLMİOĞLU’NA,
BÜTÜN SİYASAL TUTSAKLARA ÖZGÜRLÜK!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.