Arapça “cami” sözcüğü, derleyen,
toplayan, içine alan, içinde bulunduran anlamına geliyor.
Müslümanlar bu sözü ne zaman ibadet
yeri anlamında kullanmaya başlamış olabilirler, bilmiyorum.
Yine Arapça “mescid” sözcüğü “Secde
edilen yer,küçük cami” demek. Kuran’ın 9. Suresi olan “Tövbe”(ya da Tevbe)
Suresi’nin 107. Ayetinde Tanrı tarafından peygamberi Muhammet’e şöyle hitap
ediliyor:
“Zarar
vermek, kâfirlikte bulunmak, inananların arasını açmak ,Allah ve Peygamberine
karşı savaşanlara daha önceden gözcülük etmek için bir Mescit yapıp ‘Biz ancak
iyilik istemekteyiz’ diye yemin edenlerin yalancı olduklarına , şüphe yok ki
Allah şahittir.” (“Kuranı Kerimin Türkçe Anlamı”, Milliyet gazetesinin
çeşitli kaynaklardan derleterek hazırlattığı özel ek.)
Söz konusu sureye düşülen dipnotta,
sözü edilen mescidin “Medine’de iki yüzlüler tarafından yaptırılan Mescid-i
Dırar” olduğu belirtiliyor.
Benim buradan çıkardığım anlam, cami
yaptıranların ille de iyi niyetli kimseler olmadığı, hatta aralarında göz
boyamak için bunu yapanların bulunduğu ve bu kâfirliğin, münafıklığın, iki
yüzlülüğün İslam peygamberi tarafından da bilindiği ve suçlandığıdır…
Nitekim bazı başka kaynaklardan da
Muhammed’in bazı camilerde namaz kılınmasını yasakladığını, bunları
yıktırdığını öğrendim. Merak edenler internette “Kuranda Cami ve Mescit Var
mıdır?” başlıklı oldukça ayrıntılı makaleye bakabilirler.
*** *** ***
Türkçemizde cami üzerine söylenmiş pek çok
deyim var.
Bazılarını anımsayalım:
“İki cami arasında binamaz”, iki şey arasında
kararsız kalan kişiyi anlatan güzel bir deyimdir. Ya da ben böyle anlıyorum…
Yaşlanmış olmasına karşın güzelliğini
koruyabilmiş hanım efendiler için “cami yıkılmış ama mihrap yerinde” diye bir
deyim türetilmiş…
“Cami ne kadar büyük olsa da(yani cemaat ne
kadar çok olsa da) imam bildiğini okur” diye bir başka deyim var.
“Caminin(mescidin) mumunun yiyen kedinin
göz kör olur” diye bir deyim daha varmış ama, bana zorlama geldi. Fakat anlamı
fena değil. Kamu malını yiyen, cezasını bulur demekmiş…
“Eceli gelen köpek” le ilgili, içinde cami
sözcüğünün geçtiği deyimi hepimiz biliriz…
Bütün bu deyimlerde ve benzerlerinde
dikkatimi çeken, hepsinin günlük yaşama ilişkin çağrışımlar içermesi…
Yani halk camiden korkmuyor, onu bir
afralanma tafralanma yeri olarak görmüyor, cami kavramını gösterişle bir
tutmuyor… Camiye tıpkı evine girer gibi giriyor , onu günlük yaşamının bir
parçası olarak görüyor… Namaz kılmayı
bir gösteriş vesilesi olarak algılamıyor, ya da öyleydi…
Çocukluğumuzda, yaz günlerinde, bulunduğumuz
kentin en büyük camisinin avlusundaki havuzunda serinlemek en sevdiğimiz
şeylerdendi…
Kimsenin kızıp bizi oradan kovduğunu da
anımsamıyorum…,
Çünkü, o yıllarda, çok da eskilerde değil
1950’lerde, İslam dini bir korkutma,
tehdit, çıkar sağlama, ayrıcalık v
b.aracı değil, günlük yaşama ilişkin doğal bir şeydi…
*** *** ***
Camiyle ilgili deyimlere Sanatçılar
Girişimi’mizin öncülerinden sevgili Mehmet Güleryüz bir yenisini ekledi: Cami
arkasına gizlenmek…
Bu deyimi ben çok sevdim ve tutacağından da
kuşku duymuyorum…
Cami arkasına gizlenmek… Yani yaptığın,
yapacağın kötülükleri gözden gizlemek için bir paravan, bir gizleme perdesi
oluşturmak…
İnsanların gözünü bu perde ile kapatarak,
onları korkutup ürküterek, işlediğin suçları, günahları görmelerini engellemek…
Böyle bakıldığında, bu perdenin çok büyük,
çok görkemli olmasına özenmek, işlenen ve işlenecek suçların büyüklüğü hakkında
da fikir verebilir…
Bu gibilerin yaptırdıkları ve
yaptıracakları mekânlar, adı ne olursa olsun kutsal yapılar değil, harcında
alın teri sömürüsü, yalan dolan, kan ve gözyaşından başka bir şey bulunmayan,
zevksiz taş, toprak, çimento vb. yapı malzemesi yığıntıları olacaktır.
Tıpkı Tövbe Suresi’nin 107. ayetinde sözü
edilen “Mescid-i Dırar” gibi…
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/110812
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.