4 Mart 2017 Cumartesi

GERÇEK HUKUK SAVAŞIYOR



          16 Nisan’da halk oyuna sunulacak olan anaya değişikliği konusunda tartışmalar mantık ölçülerini ve ahlâk değerlerini hiçe sayarak başlatılmış ve öylece de sürmektedir.
       Elinde devletin bütün olanaklarını da bulunduran tarafın ve bütünüyle propaganda aygıtına dönüşmüş medyasının , yalan, tehdit, iftira, sövgü ve mantık dışı iddialar dışında üzerinde durulmaya değer  bir sav ileri sürdüğü görülmüyor.
        
                  
                                                         ***
              
          Oysa söz konusu anayasa değişikliğinden duyulan rahatsızlığın temel nedenlerinden ilki, çok açık olarak,  bu değişiklik gerçekleştiğinde  Büyük Millet Meclisinin elinden gensoru vermek ve meclis soruşturması istemek başta olmak üzere onu milletin sözcüsü yapan  var oluş nedeninin alınmış olacağıdır.
                 Mevcut anayasanın  98. Maddesindeki  “denetleme yetkisi”  kavramının silinmiş olmasının,  bu yetkiyi düzenleyen 99. ve 100. Maddelerin yürürlükten kaldırılmasının başkaca da bir anlamı olamaz.
             Gerçek bu iken, örneğin başbakan koltuğunda oturmakta olan kişi,  nasıl olup da bunun tam tersini, bu değişiklikle Meclisin yetkisinin daha da arttırılmış olacağını ileri sürebiliyor?
                  Gerçekliğin böylesine  ters yüz edilişi karşısında insan  söyleyecek söz bulmakta zorlanıyor ve  büyüklerinin yalan söylediğin fark eden çocuğun şaşkınlığını , onlar adına duyulan bir utancı yaşıyor…
                                                         ***
                 Zaten bakanların millet vekilleri içinden seçilmeyip  Cumhurbaşkanı’nın Meclis dışından seçeceği kişilerden olmasının doğal sonucu, sorumluluklarının  da Meclis’e karşı değil kendilerini bakanlığa atayan kişiye karşı olacağıdır.
      Anayasada Bakanlar Kurulunu düzenleyen 109-115 numaralı maddeler yürürlükten kaldırılarak bütün bu yetkiler cumhurbaşkanına verildiğinden ve başbakanlık makamı  da kaldırıldığından,  Cumhurbaşkanı denebilir ki tanrısal bir güç sahibi olmaktadır.
    Sıradan yurttaşımız bunu kavramakta güçlük çekebilir..  Fakat uygar dünyanın ve onun bir parçası olan ülkemizin ulaşmış olduğu toplumsal ve siyasal olgunluk düzeyinin ve birikimlerinin az ya da çok bilgisine sahip bir takım aydın ve aydınımsıların böyle bir şeyi nasıl savunabildiklerini, akıllarına ve içlerine nasıl sindirdiklerini anlamak kolay değil.
                                                            ***
       
Meclis’in elinden alınan yetkilerden biri de yokluğunda Cumhurbaşkanını Meclis Başkanının temsil etmesidir.
          Bu yetki şimdi, yine Cumhurbaşkanının atayacağı yardımcılarından birine verilmektedir.
          Böylece, herhangi bir  seçimle değil atanmayla oraya gelen bu kişi,  Meclis’in,  yargının, ordunun, bütün devlet bürokrasisinin  üzerinde bir güce sahip olacak, isterse Meclisi  dağıtabilecek, ülkeyi savaşa sokabilecektir…
           Böyle bir düzenlemenin, halkın aklıyla, bütün bir ülkeyle alay etmek; büyük bir ülkeyi kabile düzeyine indirmekten başka nasıl bir anlamı ve amacı olabilir?
           Anayasa değişikliği adı altında parlamenter demokratik rejimin yok edileceği bu “karşı devrim”den  yargı da doğaldır ki payına düşeni almakta, adının önündeki “yüksek” sıfatı da kaldırılarak alçaltılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile varlığı ve yokluğu zaten şimdiden belirsizleşmiş olan Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere, bütün bir yargı erki, Tanrısal yetki sahibinin infaz kurumlarına dönüştürülmektedir.
                                                                  
                                                             ***
               Gerçek hukuk burada özet olarak yazılanları kanıtlarıyla ve ayrıntılarıyla dile getirerek bir savaş vermektedir.
                  Prof.Metin Feyzioğlu başkanlığında Türkiye Barolar Birliği;  Ümit Kocasakal, Süheyl Batum, İbrahim Kaboğlu, Aysel Demirel, Erdoğan Teziç, Birgül Ayman Güler, Sabih Kanadoğlu, Nazan Moroğlu gibi seçkin hukukçular, hukuk profesörleri yayınlarıyla ve etkinlikleriyle denebilir ki göğüs göğse bir aydınlanma savaşımı vermektedirler.
                   16 Nisan halk oylaması, son anda herhangi bir nedenle vazgeçilmeyip yapıldığında,  sonuç ne olursa olsun, aydınlanmayla karanlıkçılığın, hukukla hukuk dışılığın savaşımı sürecektir.
                   Fakat ya demokrasinin daha da olgunlaştığı, ya da faşizmin ve ona karşı direnişin ülkeye büyük acılar yaşatacağı bir ortamda…
                  Gönül ister ki ilki olsun…

Ataol Behramoğlu/Cumartesi/040317

                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.