18 Şubat 2017 Cumartesi

ANAYASA TUZAĞI

Anayasa değişikliği adı altında Türkiye Cumhuriyetine bir tuzak kuruldu.
  Anayasa tuzağı diye adlandırılabilecek bu tuzağın çeşitli amaçları ve aktörleri var.
 Ülkemizdeki baş aktörler belli.
 Onları  çok da önemli olmayan irili ufaklı başkaları izliyor.
 Bu oyunda halk, oyuyla sonucu belirleyecek bir güç gibi görünse de, rolü aslında sadece figüranlık.
Çünkü halk oylamasına sunulacak olan metin,  sadece bilgi düzeyi ortalamasının altındaki kitlelerin değil, ortalama ve ortalama üstü insanlarımızın da anlamakta güçlük çekeceği bir karışıklıkta.
Oysa anayasaların,  neredeyse herkesin anlayabileceği bir sadelikte olması gerekmez mi?
Belli ki bu metnin hazırlayıcıları, böyle bir saydamlıktan özellikle uzak durmuşlar.
                                                          ***
  Dışarıdaki aktör ya da aktörlere gelmeden önce içeridekilerin konumlarını irdelemeye çalışalım.
   Burada kilit isim olarak MHP Genel Başkanı görünüyor.
  3 Kasım 2002’deki erken seçim öncesinde iktidarda   Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve  Anavatan Partisi vardı.
 Erken seçim kararının alınmasında koalisyonun ikinci büyük ortağı MHP’nin o sırada da genel başkanı Bahçeli’nin kararı ve tutumunun başlıca etken olduğu biliniyor.
Yüzde onluk seçim barajına ve seçim öncesi anketlerin  bu  seçim sistemiyle AKP’nin büyük sayıda milletvekiliyle iktidar partisi olabileceğini gösteren sonuçlarına karşın, Bahçeli bu kararı neden aldı ve kararında neden diretti?
(Aynı soru kuşkusuz, koalisyon ortağı öteki iki partinin liderleri için de sorulabilir.)
Nitekim sonuçta koalisyon ortağı üç parti de baraj altında ve parlamento dışında kalırken ve ülke genelindeki oyların  yüzde kırk beşi, yani neredeyse yarısı  Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde karşılığını bulamazken , geçerli oyların yüzde 34,29’unu alan  AKP, aldığı oy sayısıyla orantısız bir sıçramayla, 363 milletvekiliyle iktidar partisi oldu.
Böylece, o sıradaki  ABD Başkanı, Irak celladı Bush’un, daha milletvekili değilken Beyaz Sarayda kabul ettiği Erdoğan’a tek adam olma yolu açılmış oldu…
                                          ***
     Günümüze gelelim…
     Başkanlık konusu neredeye tavsamışken ve tartışıldığı  sırada bu sisteme şiddetle karşı çıkarken,  konuyu beklenmedik bir anda  ve bu kez şiddetle taraftarı olarak  gündeme getiren yine MHP Genel Başkanıdır.
    Bu  dönüşün  mantığa uygun bir  açıklaması var mı? Yok.
  Sadece bazı verileri üst üste koyarak bir sonuca ulaşmaya çalışabiliriz.
  2002 seçiminde dışarıdaki ve geneldeki baş aktör, besbelli ki Türkiye’yi Irak savaşına sokmak isteyen Bush’tu.
  Tayyip Erdoğan’ı müttefik olarak görmüş ve seçmişti.
  (Fakat  TBMM’de tezkerenin reddedilmesi Bush’un hevesini kursağında bıraktı. Onun ve Erdoğan’ın bu  beklenmedik  red  kararına nasıl dinmeyen bir öfke duydukları çok iyi biliniyor.)
  Şimdi zihnimi kurcalayan soruya geliyorum:
  Bu gün dayatılan başkanlık sistemi de acaba ABD’nin(kapitalist-emperyalizmin) yeni başkanı Trump’ın  isteği midir?
 Bush’un tam olarak başaramadığını, işin içine bu kez İran’ı da katarak Trump mı genişletip gerçekleştirmek istiyor?
  Trump  yönetimi,Türkiye’de parlamento, yargı ve ordu “pranga”larından tam olarak kurtulacak bir “başkan”la bu amaca  çok daha kolay ulaşılabileceğini  gördüğü için mi, başkanlık sistemi bir kez daha ısıtılıp gündeme getirilmiştir?
                                                                ***
   Ülkemize kurulduğuna inandığım hain tuzağın bir yanı da Kürt sorunudur.
   Demokratik ilkeler çerçevesinde, parlamenter sistemde  çözümlenmesi gereken sorun, tek adam yönetiminde oldu bittiye getirilerek, ülke iç savaşa sürüklenme tehdidi  altında bölünüp parçalanarak, yani aynı emperyalizmin(dış aktörün) isteği doğrultusunda mı çözüme ulaştırılmış sayılacak…
                                                          ***

Sonuçta  ülkemiz çok, ama çok ağır bir tehdit, ölümcül bir tuzak karşısındadır.
Bizler ise, hiçbir parti ve görüş ayrılığı ayrımı gözetmeksizin ülkemizi  kararlılıkla savunmak, ya da Cumhuriyetimizin yok oluşuna göz yummak ikilemiyle karşı karşıyayız.

 18.02.17 /Cumartesi Yazıları   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.