23 Temmuz 2016 Cumartesi

BAŞARISIZ KALKIŞMA VE SONRASI


       Yalanın doğruyla,korkaklığın cesaretle, çıkarcılığın özveriyle,düşünce sefilliğinin akılla, çapsızlığın geniş ufuklulukla,iblisliğin dürüstlükle  birbirine karıştığı kaotik ortamlarda ve dönemlerde gerçeklik duygusunu kaybetmemek ve bu gerçeği savunabilmek kolay değildir.
       Ülkemizin yaşamında bir kez daha  ve belki her zamankinden daha çok böyle bir dönemden geçilmektedir.
       Başarısız bir kalkışmanın ağız birliğiyle lanetlenmesinden daha kolay bir şey yoktur.
      Bu lanetlemenin,  çatışmalarda ölen kalkışmacılar için dini tören yapılmaması, ayrı bir mezarlığa gömülmeleri, hayatta olanlarının  ise idam edilmeleri gibi boyutlara taşınması ise insanlık dışıdır, en az o kadar lanetlenmesi gereken şeydir.
      Bunu öncelikle belirttikten sonra  yazımın sınırları  elverdiğince düşüncelerimi  sıralayayım…
     Apaçık görülmekte olduğu gibi,;ordu  başta olmak üzere, eğitim, yargı vb. beli başlı bütün kamu kurumlarındaki cemaatçi  örgütlenmenin başlangıcı yeni değildir ve AKP yönetimi sırasında hız kazanarak bugünkü konumuna ulaşmıştır. Bu olgudan  çıkarılması gereken mantıksal sonuç ise, AKP  yönetimin de bütün dönemleriyle yargı önüne çıkarılmasıdır..  Yürekli yargıçlardan, savcılardan, hukukçulardan, konuyla ilgili herkesten,  yasa ve vicdan gereğini  yerine getirmelerini istemek hakkımızdır. 

                                                                       ***
    Kalkışmanın başarısızlığa uğramasının  asıl ve kesin nedeni  başta 1. Ordu komutanı olmak üzere üst komuta kadrolarının karşı çıkması, söylenenler doğruysa genel kurmay başkanının  kalkışmaya önderlik etmeyi kabul etmemesidir.
      Canını kıl payı kurtardığı anlaşılan  “anayasal başkomutan”, konuşmalarında bu asıl nedeni gerilere atmaya, üstünü örtmeye özen göstermektedir.
      Ordunun bundan sonraki  konumu ayrı bir irdeleme konusudur. Fakat “meşru cumhurbaşkanı”nı, bu demektir ki yasal düzeni korumaya alan askerden,  yasal düzene saldırı nereden gelirse gelsin aynı duyarlılığı göstermesini de beklemek hakkımızdır.
      Bu duyarlılık  görülemezse,, korunanın   yasal düzenden çok  bir partinin iktidarı ve yöneticileri olduğu haklı olarak düşünülebilecektir.
      Ordudan söz etmişken, yerlerde sürüklenen, linç edilen, aşağılanan erlerle,  gözaltı ve tutuklamalarda ağır hakaret ve işkence gördükleri besbelli yüksek rütbeli  sanıklardan da söz etmemiz gerekir.
          Bunlar  en ilkel totaliter rejimlerde görülebilecek utanç tablolarıdır. Sorumluların bulunarak  yargıya teslim edilmeleri,başta askerin ve onunla birlikte de siyasal yönetimin görevidir.
           Kalkışmanın başarısızlığa uğratılmasında, aralarındaki katilleri ve gönüllü cellatları bir yana bırakırsak, sokaklara dökülen halkın da katkısı olduğu kuşkusuz ki söylenebilir. Fakat bunu  gönül rahatlığıyla yapabilmek için, halkın sokaklara çıkmasının,  darbe girişiminin  başarısızlığa uğradığının anlaşılmasından  önce mi sonra mı  olduğunu kesin olarak saptamak gerekir.
          15 Temmuz kalkışması, ardında pek çok  soru barındırıyor. En büyük çelişki ise, darbeler ve genel olarak siyaset literatürüne istihbarat makamı olarak  “enişte” kavramını kazandıran  “başkomutan”ın, kendisince ve yandaşlarınca darbeyi önleyen kahraman olarak gösterilme çabalarıdır…
                                                                    ***
    Başarısız kalkışma ,  parlamentoya  neredeyse tamamen silinmiş saygınlığını  bir ölçüde  iade etti… İktidar partisi ve muhalefet partileri ilk kez ortak bir görüşte ve tavırda; dikta girişimleri ve heveslerine karşı parlamenter demokrasiyi savunmada birleştiler. Bu sonuç gerçekten de büyük bir kazanımdır. Kalkışmaya genel başkanlarının ağzından en baştan karşı çıkan CHP yönetimi cesur adımlar atmayı sürdürürse, son olarak OHAL oylamasında da  görüldüğü gibi AKP ve Erdoğan “stepne”si  olmayı sürdüren MHP bu yönetimden kurtulabilirse, , HDP parlamenter demokrasi savunuculuğunda  daha inandırıcı olabilirse, darbecilik asıl o zaman yenilgiye uğrayacak ve geçmişte kalacaktır.  Bir yandan “gazi parlamento” söylemine   ve “yüzde elli”yi  şimdilik bir yana bırakmış görünerek “millet” kavramına sarılan Tayyip Erdoğan ve  yandaşları ise, dikta heveslerinden vazgeçmezlerse,  asıl darbeyi,Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ezici çoğunluğunun darbesini  yemekten kurtulamayacaklardır.

Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/230716

_____________________________________________________________________                                 





YARIN HEPİMİZ TAKSİM ALANINDAYIZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.