26 Mart 2016 Cumartesi

POLİSİYE YAZIYOR GİBİ


Dünyanın her yerinde, bütün ülkelerde böyle midir bilemem ve pek sanmam ama, Türkiye’de siyaset yazmak polisiye yazmaktan farksız oldu.
      Polisiye sözcüğü TDK sözlüğünde “konusu polisin ilgilendiği alanlarda olan” diye açıklanıyor…
          AKP  adlı partinin iktidarda olduğu şu son on yılı aşkın sürede polisiye yazarına konu olabilecek sayısız  olay ve durum yaşadık ve yaşamaktayız…
       Sondan başlayalım… Amerika’da tutuklandıktan sonra  polis arşivi için çekilen fotoğrafında Türkiye’deki fotoğraflarındaki parıltıdan, kendine güvenden eser bulunmayan Rıza Sarraf adlı kişi, çocuğunu ve eşini yanına alarak
bu ülkeye neden gitti?
         Tutuklanacağını bilmiyor muydu?Uluslar arası dalaverelerde ustalaşmış bunca maddi olanağa sahip birinin, başına gelecek olanı bilmemesi olacak şey midir?
       Sarraf’ın orada savcıya  konuşmasından burada başları belaya girecek olanların bu seyahatten haberleri olmadı mı?
          Yanına eşini ve çocuğunun alarak gitmesi göz boyamak, bu seyahatten rahatsızlık duyabilecek olanları yanıltmak için miydi?
          Ve daha dolaysız bir soru: Tayyip Erdoğan’ın bu seyahatten haberi olmadı mı?
          Olmaması mümkün müdür?
          Rıza Sarraf’ın Amerika’ya gideceği Erdoğan’dan gizlendi mi?
           Gizlendiyse bunu kimler, ne için yapmış olabilir?
           Bu tutuklama ve sonrasında açılacak olan dava kimlerin başını ağrıtacak?
           Bir sosyologdan, siyaset bilimciden,köşe yazarından çok, polisiye yazarının içinden çıkabileceği bu ve benzer sorular bir anda akla üşüşüyor…
                              
                                        ***                                 ***
          “Açılım” dönemindeki bahar havasının ardından, 1 Kasım seçiminin hemen sonrasında ne oldu da  ülke bir anda kan gölüne döndü?
         Adı  Ulusal Güvenlik olan kuruluşun Suruçtaki katliamdan;Ankara, İstanbul katliamlarından hiç mi haberi olmadı?
            Bu örgütün başındaki kişi neden suspus? Ağzını neden bıçak açmıyor?
             Yeni katliamlar ne zaman, nerede olacak?
              Şu anda  ülkemize  Suriye’den giren kaç İŞİD militanı, kaç profesyonel katil var?
             Bunlar neredeler, ne gibi hazırlıklar yapmaktalar?
              Milyonlarca savaş kaçkını üzerinde iktidar ne gibi hesaplar yapıyor?
              Bunlar arasından  kaç tane kiralık katil, kaç tane iktidar fedaisi çıkacak?
               HDP’nin çökertilmesinde bir AKP-PKK ortak çıkar ilişkisi mi söz konusu?
              Cizre’ye, Sur’a, öteki il ve ilçelere düşman toprağına girer gibi girmekten başka bir savaş yöntemi uygulanamaz mıydı?
              İktidar ve ordu komutası, dışarıdan göründüğü gibi,gerçekten de tam bir uyum içinde mi?
              Erdoğan ve yandaşlarıyla Anayasa Mahkemesi arasındaki karşıtlık nasıl sonuçlanacak?
             Kimilerinin söylediği gibi Erdoğan’ın “deliğe süpürülme”si  mi yaklaştı,yoksa o mu elini daha çabuk tutup karşıtlarını bütünüyle ortadan kaldırmayı başaracak?
           Bütün bu ve benzer sorulara yanıt bulmak ta, siyaset bilimciden, köşe yazarından çok, sanki polisiye yazarının alanına giriyor…

                                       ***                                  ***
        Ensar Vakfı çirkefi, faciası…
       (“Ensar”, yardımcılar, koruyucular anlamında Arapça bir sözcük. Orada çocukların nasıl korunmakta olduğu ve iktidarın bu koruyucu örgütü nasıl korumakta olduğu gün gibi ortada.)
          Bir başka polisiye konu,toz bağlamış olması gereken dosyalarda unutulmaya bırakılmış “Deniz Feneri” davası…
         17-24 Aralık operasyonu . Ardından poliste ve yargıda büyük tasfiye….
         Her biri  siyaset bilimciyi de köşe yazarını da aşacak, bir değil birden çok polisiye konuları…

                                             ***                        ***
        Bu satırları yazmakta olduğum Cuma günü,bir yandan da  sürmekte olan mahkemeden nasıl bir sonuç çıkacağını merak ediyorum…
           Hukuk ve ahlâk tersini işaret ediyor olsa da,son andaki savcı değişikliği(ve saraydaki kişinin adalete parmak sallayışı) olumsuz bir sonucun uzak bir olasılık olmadığını düşündürüyor…
           Polisiye yazarı değilim…           
           Sosyal bilimci ya da  araştırıcı köşe yazarı olarak da göremem kendimi…
          Fakat öncelikle adalet duygusunun ölümsüzlüğüne inanan biri olarak, iyimserliğimi korumayı sürdürüyorum…

Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/260316


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.