Yazının
başlığı “pislik” de olabilirdi.
Fakat
daha az kaba olması için gübrede karar kaldım…
Kaldı
ki gübre sözcüğünün ilk çağrışımları son derece
olumludur.
Doktor
Jivago’nun yaratıcısı, büyük Rus şairi Boris Pasternak
dilimize çevirdiğim Mart adlı şiirinin son kıtasında onu şöyle
yüceltiyor:
Tüm
kapılar ardına kadar açık,at tavlası, inek ahırı,
Güvercinler
yulaf topluyor karın üstünde,
Doldurmada
taptaze kokusuyla havayı
Bütün
bu canlılığın nedeni olan gübre…
Büyük
Adalet yürüyüşçülerinin geçeceği asfalt yolu gübreyle
dolduranların bu şiirden haberleri olduğunu sanmam ama, üstelik
çok verimli kırsal alanların yakınında yaşadıkları için bu
ürünün yararlarını mutlaka biliyorlardır. Zaten tonlarca
gübreyi biriktirmiş olmaları da bunu gösteriyor. İyi ama bu
yararlı ürünün böylesine heba edilmesi yazık değil mi?
Diyeceksiniz ki tekrar toplayıp gerekli yerlerde kullanırlar. O
zaman bunca zahmetin nedenini soracağız. Asfalttan herhangi bir
ürün alınamayacağına göre… CHP sözcüsü Bülent Tezcan “
kartvizitlerini bırakmışlar oraya” diye güzel bir metafor
kullanmış… Buna eklenecek fazla bir söz yok…
***
Gübre
eylemiyle eşzamanlı olarak, sanki ona nazire gibi, hükümet
üyelerinden biri şöyle buyuruyor: Biz yolları millet için
yapıyoruz. Teröristler yürüsün diye değil.”
Bu
adam bakan sıfatı taşıyor. Adını özellikle anmıyorum.
Haberi veren gazete gözümün önünde ama sözlerin sahibinin adı
neydi diye bir daha bakmaya gerek duymuyorum. Benim yazılarım çok
uzun zamanlar sonra da okunacak… Bu gibilerin kimlikleri ise,
bulundukları konumları yitirdiklerinde nasıl olsa kimseyi
ilgilndirmeyecektir..
Söz
konusu kişi,yürüyüşçü sayısının yüz binlere ulaştığı;
sadece ülkemizde değil bütün dünyada on milyonların, belki yüz
milyonların ilgiyle, saygıyla izlediği bir büyük yürüyüşü
terörizm eylemi ve savunuculuğu olarak yaftalamakta herhangi bir
sakınca, çekince duymuyor. Sanki babasının kesesinden yaptığı
yollara pervasızca dışkı yığarcasına bu milyonlarca kişiyi
suçluyor, hedef gösteriyor. Onlara kendi yurtlarının caddelerinde
yürüme yasağı getiriyor. Sevgili Zeynep’ten(Altıok)
öğrendiğimize göre, kurbanları arasında onun sevgili babası,
kardeşim, büyük şair Metin Altıok’un da bulunduğu Sivas
katliamı sanıklarının avukatlarından biri olan bu kişi
hakkında, Büyük Adalet Yürüyüşünün öncüleri,
katılımcıları, binlerce suç duyurusu dilekçesiyle hakaret
davası açarak sözlerinin hesabını sormalıdır.
***
Hemingway
ünlü romanı “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” da İspanya İç
Savaşı denilen boğazlaşmayı anlatır.
Bu
kitabı okurken, her iki tarafın birbirine uyguladığı
acımasızlıktan, birbirinin kanına susamışlıktan derin bir acı
duymuştum.
Sevgili
ülkemiz böyle bir kardeş boğazlaşmasına; hınçların,
kinlerin, nefretlerin bilendiği ve sonucunda uzak yakın tarihimizin
hiçbir döneminde görülmemiş genişlikte ve acımasızlıkta bir
kan dökücülüğüne doğru yol alıyor.
2002’deki
“Sivil Darbe” uyarımdan, daha sonra hakkımda ilk hakaret
davası açılmasına yol açan “bunlar seçimi kaybetseler de
iktidarı bırakmazlar” öngörümden bu günlere, bu konularda
kitaplar dolusu yazmış ve öngörüleri ne yazık ki gerçekleşmiş
biri olarak, böyle giderse bu kaygımın da ne yazık ki gerçek
olacağından kuşku duymuyorum.
Bu
ise ülkemizin yok oluşu demektir.
***
Çözüm
bu yönetimden bir an önce kurtulmaktır.
İnanın
ki bu siyasal iktidarın ideolojik anlamda destekçileri, gözü
kapalı taraftarları, bunca zorlamaya karşın ülke nüfusunun
yüzde yirmisine bile ulaşamaz.
İlk
ciddi yenilgi sonrasında da dağılacaklardır.
Ellerine
geçirmiş oldukları fırsatla laik eğitimi ve laik yaşamı
tersine çevirerek Türkiye Cumhuriyetinin aydınlanma değerlerini
bütünüyle ortadan kaldırmadaki aceleleri bunun bilincinde
olmalarındandır..
Yeter
ki Liberal çevreler,bütün inançlara saygılı gerçek dindarlar,
yurtseverler, solcular, ülkeyi bu yıkımdan kurtarmak için
güçlerimizi birleştirerek ortak demokrasi hedefine doğru
kararlılıkla ilerleyelim.
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi/010717
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.