Ataol
Behramoğlu/Cumartesi/240617
Yürümenin
bir sevinç olduğunu 1962 yazında, 20 yaşımda, Egenin bütün
körfezlerinde denize girmek amacıyla Bursa’dan Bandırmaya doğru
yürüyerek yola çıktığımda duyumsamıştım…
Kuşkusuz
bir otostoptu bu. Fakat İzmir’e girerken ayaklarımın altının
derileri soyulmuştu ve kanamıştı.
Amacımı,
anımsadığımca bir ayda gerçekleştirip otobüsle döndüm…
Bu
yolculuk bana hem şiirlerim hem bütünüyle yaşamım bakımından
tükenmez izlenimler, deneyimler kazandırdı…
Yeniliğe
doğru yürüyor olmak her şeyden önce bir mutluluktur…
***
Aynı
yıllarda bir gün, bir gece yürüyüşü deneyimi yaşadım…
İnegöl’de
davetli olduğum bir düğün eğlencesinde iki kadın ya da genç
kızın birbirleriyle dans ettiklerini görünce derin bir sıkıntı
duyarak kalktım ve kimseye bir şey söylemeden gecenin ilerlemiş
bir saatinde Bursa’ya doğru yürüyerek yola çıktım…
Arada
bir yaptığım, bu gün de pek uzak olmadığım deliliklerimden
biriydi bu…
Bir
otobüs beklemek, ya da geceyi bir başka yerde geçirmek aklımın
ucundan geçmemişti…
Sıkılmıştım
ve sıkıntımı ancak sonsuzca yürüme duygusuyla aşabilirdim…
Kaç
kilometre yürüdüğümün farkında değilim…
Ipıssız
gecede , yeryüzünü çepeçevre kuşatan yıldızlı bir gökyüzünün
altında, dünyanın yuvarlaklığını gözlerimle görüp
duyumsayarak yürüdüm…
“Yeniden,
Hüzünle” adlı şiirimin son dizelerinde yazdığım gibi,
saatler sonra,“sabah oldu, oluyor ânında/eski, külüstür,
kömür/yüklü sarı bir kamyonla” yolculuğun geri kalan bölümünü
tamamladım…
***
On
yıl sonra, bu kez 1970 başlarında, Paris’ten Nice’e uzanan
yarı yürüme, yarı otostop yolculuğumun da apayrı öyküleri
vardır. Fakat yazıyı bunlarla daha fazla uzatmayayım…
***
19
Haziran Pazartesi öğleye doğru, o günkü Büyük Adalet
Yürüyüşü’nün Kızılcahamam çıkışında başlayan ikinci
evresinde Kılıçdaroğlu’yla omuz omuza yürümekteyken,
neredeyse unuttuğum o büyük sevinci, yürüme sevincini bir kez
daha kuvvetle duyumsadım.
Siyasal
amaçlarla elbette pek çok kez yürüdük.
Mitinglerde,
1 Mayıslarda, gösterilerde, protestolarda…
Fakat
genellikle(Deniz’lerin büyük yürüyüşünü saygıyla bir yana
ayırarak) kentlerde, bulvarlarda yürüyüşlerdi onlar…
Kır
yollarını, ırmak kıyılarını, bir yanı uçurum bir yanı
ormanla kaplı tepelerden kıvrıla kıvrıla geçen yolları aşarak
bir hedefe doğru yürümenin olağanüstü bir tadı var.
Hele
bu hedef kutsal bir kavram olan “adalet” içinse…
Beş
altı kilometrelik yürüyüş bir an gibi sona erdi ve içimde bir
yetinmezlik duygusuyla ayrıldım o sevgili arkadaş konvoyundan…
Fakat
sona doğru, mola ne zaman verilecek diye düşünmeye başladığımı
itiraf etmeyecek olursam, başta Kemal Beyin kendisi olmak üzere
yürüyüşün asıl kahramanlarına haksızlık etmiş olurum...
***
“Adalet”
sözcüğü TDK sözlüğünde “yasalarla tanınan hakların herkes
tarafından kullanılmasının sağlanması” diye tanımlanıyor.
Yasalar
da adil olmayabilir. Bence doğrusu “evrensel insan hak ve
özgürlükleri” olmalıdır.
Bir
de yazılışı ve söylenişi adalete çok benzeyen “atalet”
sözcüğü var.
Yani
tembellik, eylemsizlik, durağanlık…
Büyük
adalet yürüyüşü, toplumu çürüten ümitsizlik ve korku
duygularıyla onların besleyip büyüttüğü büyük ataletin
aşılacak oluşunun işaret fişeğidir…
___________________________________________________________________________NURİYE
GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’YI KAYBEDİYORUZ. BİR ÜST YETKİLİNİN
ÇIKARAK “GREVİ BIRAKIN. DURUMUNUZ YENİDEN VE ACİLEN GÖRÜŞÜLÜP
BİR HAKSIZLIK VARSA GİDERİLECEKTİR” DEMESİ BU KADAR MI
GÜÇ?İNSAF;VİCDAN;MANTIK;HUKUK;ADALET BUNU GEREKTİRMİYOR MU?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.