Ataol Behramoğlu/ Cumartesi/290717
Adalet Sarayı sözü bize batıdan gelmiş olmalı. Ne zamandan beri
kullanıldığını anımsamıyorum. Sanırım Çağlayan’daki
binadan önce bizde adliyelere böyle denmiyordu. Resmi adıyla
“İstanbul Anadolu Adalet Sarayı”nın dünyanın en büyük
adalet sarayı olduğu söyleniyor. Doğru mu,bilmem. Doğruysa da
övünülecek bir şey mi? Gerçekten adalet dağıtılıyorsa, evet.
Dava sayısının saray gerektirecek kadar çokluğundansa, ayrı
konu… Sonuçta, saray denilebilecek büyüklükte , hizmete Ocak
2013’te açılan bir adliye binamız var gerçekten de … Bir de
,Ankara Söğütözü’nde bir başka sarayımız, Ak Saray var…Ona
artık kısaca Saray ya da külliye deniyor. Yapımında bazı hukuk
usulsüzlükleri bulunduğu iddia edildiğinden kaçak saray
denildiği de oluyor.
***
İstanbul Anadolu Adalet Sarayına bir kez sanık, birkaç kez de
izleyici olarak yolum düştü. Sanıklığımın konusu
cumhurbaşkanı hakkında kötü söz söylediğim iddiasıydı.
Yargıç söz konusu köşe yazımdaki sözlerimin kötü niyet
taşımadığını görmüş olmalı ki ilk celsede beraatime karar
verdi. Çıkarken kendisine “Kolay gelsin” diye seslendim. Duyup
duymadığını bilmiyorum. Fakat sabahın erken sayılabilecek bir
saatinde, belli yaşta, belli eğitimden geçmiş bir insanın
böylesine ipe sapa gelmez konularla zaman ve enerji harcamak
zorunda kalması beni gerçekten üzmüştü…
***
Bir kaç gün önce, bu kez Cumhuriyet yazarı ve çalışanı
arkadaşlarımızın sanık olduğu davanın ilk günkü duruşmasını
izlerken benzer şeyleri çok daha kuvvetle hissettim… Kürsüde
belli eğitimden geçmiş, bir meslek sahibi olmak için nice emek
harcamış insanlar; sanık konumunda her biri ayrı ayrı değerli,
gazeteci, yazar arkadaşlarım; avukat sıraları tıklım tıklım;
salon ise aralarında davayı izlemeye gelmiş milletvekillerinin de
bulunduğu tutuklu yakınları ve başka izleyicilerle dolup taşıyor.
Neden buradayız? Konu ne? Bunca sıkıntı, telaş, kargaşa, öfke,
üzüntü ve zaman kaybı neden? Şu anda bu salonda, benim de içinde
bulunduğum bu olay gerçek mi, yoksa çok acemice kurgulanmış
saçma sapan bir gösteri mi? Gerçek olduğu, yüzlerini dokuz
aydır görmediğim, göremediğim arkadaşlarımın her biri salona
tek tek alınırlarken, onlar ne kadar dimdik, pırıl pırıl
olsalar da içimden yükselen ağlamak duygusu… Musa, Turhan,
Güray, Hakan, tüm ötekiler, hepsi… 1982’de Barış Derneği
tutuklamasındaki bizleri görüyorum… Aradaki fark, biz hepimiz
aynı koğuştaydık…. Bilek hakkıyla almış da olsak içerde
yazıp çizme şansımız da olmuştu… Kitap gelmemesi diye bir
sorunumuz yoktu…Havalandırmada gökyüzünü görüyor, koşuyor,
basketbol da oynuyorduk… Bu bir askeri diktatörlüktü… O
dönemde yaşanan acıları, yapılan kıyımları, zulümleri bilmez
değilim… Ama o, kendisiyle savaşta olduğumuz bir askeri
diktatörlüktü… Bu gün ise, kimilerince emperyalizme karşı
milletçe verdiğimiz savaşın başkomutanı olduğu iddia edilen
biri var iktidarda, Ankara’daki sarayında… Yanlış
anımsamıyorsam, biz üç ay sonra yargıç karşısındaydık ve
bu üç ay yüzyıl kadar uzun gelmişti. Bugünkü davada tutuklu
arkadaşlarımıza ilişkin iddianame ise 6 ayda hazırlandı ve
ancak 9 ay sonra yargıç karşısındalar. Cezaevinde yargılamayı
beklerken geçen dokuz ay bir ömür demektir. Kötülüğün her
türlüsü, adı üstünde, kötülüktür. Ama iki yüzlüsü, sinsi
ve sinik olanı,sanki değilmiş gibi olanı, en kötüsü, en
alçakçasıdır… Bugün yaşanmakta olan budur…
***
Adaletin saray sözcüğüyle anılmayı hak etmesi için
gerçekten adalet olması, her hangi bir saraydan buyruk almaması
gerekir.
Öyle değilse , adalet sarayı isim tamlamasını sarayın
adaleti olarak değiştirmek gerekir.
Bu satırları, gözüm ve kulağım duruşma salonundan
gelecek haberlerde, Cuma günü saat 16.40’ta yazıyorum.
Ülkeme,adalete her şeye rağmen güvenle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.