Cumartesi Yazıları,040616
Nâzım Hikmet’in fiziksel yaşamının sona
erdiği 3 Haziran 1963’ten bu güne 53 yıl
geçmiş oluyor.
Bir mucize
olsa ve Nâzım Hikmet bugün gelip yaşayanların arasına katılsa, en çok merak
edeceği şeylerin başında hiç kuşkusuz,
canından çok sevdiği memleketinde ve bütün varlığıyla bağlı olduğu dünyada bu
elli üç yılda neler olduğuydu…
Dünyayı bir an
bir yana bırakıp ülkemize bakalım…
Umut dolu
60’lı yıllar hızla geride kalarak 70’li ve 80’li yılların karanlıklarına
girilmiş…
70’li yılların
ortalarında tünelin ucunda ufacık bir ışık kırıntısı görünse de yine hızla bu
kez günümüze kadar uzanan ve gitgide daha da koyulaşan zifir karanlıklar içine
dalınmış.
Dünyaya da
kısacık bakarsak, Sovyetler Birliği dağılmış, Balkan ve ardından Irak vahşetleri
yaşanmış.
Ortadoğu kan
gölüne değil kan okyanusuna dönmüş.
Sosyalizme
bağlı umutlar gölgelenmiş…
Böyle bir
Türkiye’de ve dünyada bilimsel sosyalist dünya görüşünü benimsemiş ve
içselleştirmiş bir şair ve eylemci aydın olarak Nâzım Hikmet ne düşünür ne
yapardı dersiniz?..
***
Bence
öncelikle karamsar ve hele hiç ümitsiz olmazdı…
Çünkü
benimsemiş ve içselleştirmiş olduğu dünya görüşü, gerçeğin, gerçekliğin durağan
değil değişken ve devingen olduğunu gösterdiği için, bu gerçekliğin kötüye
olduğu kadar ondan daha da çok iyiye doğru evrilmeye eğilimli olduğunu bilirdi…
Bilimsel
sosyalist dünya görüşünün olmazsa olmaz temel dayanaklarından birini
oluşturan(ötekisi sınıfsal aidiyet ve mücadele kavramıdır) hümanizm ve aydınlanma düşüncesini doğal olarak
içselleştirmiş bir aydın olarak insandan
ve insanlıktan ümidini kesmezdi.
Şiirleriyle,
yazılarıyla, konuşmalarıyla bunları dile getirirdi…
***
Bununla yetinir miydi?
Kuşkusuz
hayır!
Sosyalizmi
olduğu kadar Atatürkçü aydınlanma ve yurtseverlik değerlerini benimsemiş bir
aydın olarak ülkemizin bütün
insanlarına, sınıfsal ya da etnik aidiyet farklılığı gözetmeksizin barış, birliktelik ve emperyalizme karşı mücadele çağrılarında
bulunurdu.
Bu yöndeki
etkinliklerde ve eylemlerde öncülük yapar, en önde yer alırdı.
Gezi
direnişine katılır, biber gazı ve tazyikli su saldırılarına yine en önde göğüs
gererdi.
Gerici,
karanlıkçı, halk, emek, yurt düşmanı yönetimleri en ağır dizeler ve sözcüklerle
suçlar; ulusal bayramların kutlanmasını engelleyen, tarihimizi tersinden
okumaya ve okutmaya çalışan aydınlanma
ve cumhuriyet düşmanlığına karşı, sözleri, şiirleri ve etkinlikleriyle mücadele
ederdi…
Halkın
değerlerine ve inançlarına saygısı hiçbir zaman eksilmeksizin din ve inanç
sömürücülerine en öldürücü oklarını gönderir; bütün bunları yaparken ölüm ve
cezaevi tehditlerini zerrece
umursamazdı…
Bu konularda
sadece laf üretip eylemde geri kalanları yeri geldikçe yine en acıtıcı sözlerle
eleştirmekten çekinmez; onlara cesaret, akıl ve eylem kararlılığı kazandırmaya
çalışırdı…
Çünkü, başa
dönerek söyleyecek olursam, gerçeğin ve gerçekliğin iyiliğe, mutluluğa,
aydınlığa doğru yönlendirilmesinin öncelikle onun doğru bilgisine sahip olmakla ve yanı
sıra da ancak eylemle gerçekleştirilebileceğini bilirdi…
***
Nâzım böyle
düşünür, böyle davranır, böyle yapardı…
Fakat o bugün
bunları fiziksel varlığıyla yapamayacağına göre, şiirlerinden ve
etkinliklerinden yola çıkarak bizim yapmamız gerekiyor…
Ölüm ve doğum
yıldönümlerinde büyük toplumcu ve yurtsever şairimizi anarken yapılması gereken,
onun coşku dolu şiirlerini tekrar
ederken bu şiirlerin sadece coşku
uyandırmak için değil aynı zamanda birer eylem çağrısı olduklarıdır..
CHP İzmir İl
Örgütünün dün gerçekleştirdiği büyük ve başarılı anma törenindeki konuşmamda
söylediklerim de özetle bunlardı…
___________________________________________________________________________
Okuma
Önerileri:
Hasan
Öztoprak,Kaderin Bir Cilvesi,Tekin yayınevi.(İstanbul gecelerinin alışılmadık
bir romanı…)
Uğur Kökden;
Yüzler,Gizler,İzler,YKY.(Dünyadan ve bizden yazarlar,şairler üstüne denemeler)
Soner
Yalçın,Galat- ı Meşhur,Kırmız Kedi Yayınları(Doğru sandığımız yanlışlar üstüne zevkle
okunacak bir çalışma)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.