George
Orwell’in 1949’da yayınlanan “1984”ünü, Türkçede
yayınlanışının üzerinden de uzun süre geçmesine karşın
ancak şu günlerde okuyabildim.
Kitabı
1960’larda okumuş olsam, hakkında ne düşünürdüm, bilmiyorum.
O
günlerin devrimci-romantik coşku ortamında belki de sıkılır,
sonuna
kadar okuma gereği duymazdım.
Gerçi
bu gün de beğeniyle okuduğumu söyleyemem.
Fakat
bugünkü az beğenirliğimin nedeni içerikten çok romanın yapısı,
kurgusuyla ilgili.
Didaktik
bir yapıt bu.
Kahramanlar
yaşayan kişilikler değil, yazarın düşüncelerini dile getirme
araçları.
Onlara
roman kahramanı bile denemez.
Fakat
yine de hiç kuşkusuz önemli bir kitap bu.
Önemi
ise, bana kalırsa pek de üstün nitelikli sayılamayacak yazınsal
değerinden çok, cesaretle dile getirdiği düşünceleriyle ilgili…
***
Orwell’in “1984”ten
birkaç yıl önce yayınlanan ve ona büyük ün kazandıran
“Hayvan Çiftliği” adlı yapıtını da henüz okumamış olmama
karşın, hakkında yazılanlardan bu kitabın açıkça Stalin
Rusya’sına yönelik bir “grotesk” anlatı örneği olduğunu
biliyorum.
“1984”
ise, ağırlıkla yine bu yönetimi çağrıştırmasına karşın,
genel olarak totaliter yönetimlerin eleştirisi sayılabilir.
Kitabın
çeşitli yerlerine serpiştirilmiş, fakat sonlara doğru giderek
yoğunlaşan bir düşüncenin, “kişilik yitimi” diye
adlandırılabilecek bir kavramın, bu kitabında yazarı en çok
ilgilendiren(ve kaygılandıran) konu olduğu sanırım söylenebilir.
Anlatının
ortalarında bir yerde, iki sevgili Julia ve Winston arasındaki bir
konuşmada, bu sorun ilk kez tartışma konusu yapılmaktadır.
Julia’ya
göre, işkence gören kişi her şeyi itiraf eder.
Winston’un
yanıtı, önemli olanın itiraf değil, duygular olduğudur.
Cümlesini
şöyle tamamlar: “Beni seni sevmekten caydırırlarsa, işte asıl
o zaman ihanet etmiş olurum.”
Julia
bir zaman düşündükten sonra ona hak vererek, “Bunu asla
yapamazlar” der; “Sana her şeyi, ama her
şeyi
söyletebilirler, ama seni beni sevmediğine inandıramazlar.İçine
giremezler”
“İçine
giremezler” romanın kilit cümlesidir…
Zor
karşısında her şeyin, (düşünce ve inançlarından ötürü
işkence gören kişiye ilgisi bulunmayan konularda yöneltilen
suçlamaların bile) işkenceye son verilmesi için kabul edildiği
bilinen bir şeydir…
Fakat
bundan daha kötüsü, işkence gören kişinin itirafa
zorlanmasından çok, işkencenin onun kişiliğini bozup
değiştirmeye, düşünüp inandıklarının tersini düşündürüp
inandırmaya yönelik ve bunda da başarılı olunmasıdır…
Kişilik yitimi diye
adlandırdığım da tam olarak budur.
***
Orwell kitabında, totaliter
yönetimlerin kitleleri nasıl sürüleştirip yönlendirdiğini
gösteriyor.
Fakat milyonlarca kişiye tek
tek maddi işkence yapılamayacağına göre bunun yolu eldeki bütün
olanakları kullanarak beyinleri yıkamak, bir yalan ve korku
imparatorluğu kurarak tek tek her bireyin kişilik yitimine
uğramasının yolunu açmaktır.
Günümüzde bu olanaklar,
“1984” yazarının tasavvur sınırlarını da ötesindedir.
***
Kitapta
bu kitleler için söylenip geçilen, fakat çok ilgimi çeken bir
cümle de şu oldu:
“Bilinçleninceye
kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da
bilinçlenemezler..”
Üzerinde
ne kadar düşünülse azdır...
Ataol Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/101018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.