Onu
babası Nâzım Hikmet’in şiirleriyle tanıdık.
Daha
doğrusu Nâzım’ın Memet adında bir oğlu olduğunu bu
şiirlerden öğrendik.
Çünkü
şiirleri “kendi dilinde kendi ülkesinde” yeniden yayınlanmaya
başlayıncaya kadar yaşamı konusunda bildiklerimiz de
söylentilerden ibaretti.
Sonra
şiirlerin ve başkaca yapıtların yanı sıra yaşamına ilişkin
bilgiler ve belgeler birbirini izledi.
Bu
arada birkaç fotoğrafında Memet’in, o yaşlardaki babasına
benzeyen , sarışın, aydınlık yüzlü bir çocuk olduğunu
gördük.
Sonra
öyküsünü de öğrendik.
Nâzım
Hikmet 1950’de ülkesinden ayrıldıktan birkaç yıl sonra eşi
Münevver Hanımla Memet’in de ülkeden gizlice ayrılabilmelerini
ve Polonya’ya yerleşmelerini sağlamıştı.
***
Memet’i
sayılı görüşlerimden ilki 1971-72 yıllarında Paris’tedir.
1951
doğumlu olduğuna göre 21-22 yaşlarındaydı.
Dino’ların
evinde karşılaştık.
Herhangi
bir şey konuştuğumuzu anımsamıyorum ve sanmıyorum.
Bir
ara telefonla, herhalde Polonya’da bir arkadaşıyla Lehçe
konuşması şu anda gibi gözlerimin önündedir.
Öyle
candan, akıcı bir konuşmaydı ki; kendini ait hissettiği dilin o
dil olduğunda kuşku yoktu.
****
1980’lerdeki ikinci Paris
yıllarımdan tek ve çok iyi anımsadığım konuşmamız ise ne
yazık ki üzücü bir konudadır.
Üzerinde
“Türkiye dışında bütün ülkelerde geçerlidir” yazılı
mülteci pasaportuyla yaşadığım Paris’teki o hüzün dolu
günlerin birinde, o sırada ailece yaşamakta olduğumuz
Montreuil’deki evimizin telefonu çaldı.
Arayanlar Sovyet Yazarları Birliği
Türkiye bölümünün her şeyi,sevgili arkadaşım Vera Feonova ve
“Saman Sarısı”nın kahramanı, henüz tanışmadığımız Vera
Tulyakova’ydı….
Benden
eşi Nâzım Hikmet hakkında , Tulyakova’nın Rusya’da da
henüz basılmamış çalışmasını Türkçeye çevirmem
isteniyordu.
Bir
süre sonra daktiloyla yazılmış metin geldi.Bir solukta okudum ve
elbette çevireceğimi söyledim. Artık arkadaş olduğumuz(daha
sonra Paris’te konuğumuz olan) Tulyakova’nın , Nâzım’ın
son yıllarına ilişkin anılarını kâh kahkahalarla kâh
gözlerimde yaşlarla çevirdim.
***
Anıların
önce Hürriyet gazetesinde yayınlanması için Paris’e gelen
arkadaşım Koray Düzgören’le bir çalışma yaptık ve ondan
kitaba sadık kalınacağının, asla sansasyonel bir yayın
yapılmayacağının sözünü aldım. Nitekim öyle de oldu…
Fakat
bir gün Gare du Nord’da aldığım gazetede, o gün yayınlanan
bölümde üst başlık olarak “Münevver Memet’e hapishanede
hamile kalıyor” cümlesini okuduğumda çok canım sıkıldı.
Bu
sözler yazarın dip notu olarak kitapta yer alıyor olsa da başlığa
çıkarılması densizlikti. Korktuğum başıma gelmekte gecikmedi.
Memet beni düelloya çağırır gibi, telefonla,şimdi neresi
olduğunu anımsamadığım bir yerde ertesi gün görüşmeye
çağırıyordu…
Olabilecekleri tahmin ettiğim için
herkesin güven duyduğu arkadaşımız Babür Kuzucu’dan, bir
düello tanığı çağırır gibi, oraya gelmesini rica ettim…
***
Söylenen
gün ve saatte üçümüz de oradaydık…
Memet’in
ilk cümlesi neredeyse tam tamına ” Kadavraların seks hayatıyla
uğraştığımız için utanmamız gerektiği”ydi….,Ardından
özetle,beni iyi bir şair bildiğini, yapılan şeyin yakışmadığını,
annesini üzecek bir şey daha olursa hesabını soracağını çok
sert bir tonda sıraladı...
Onu,
o sıralarda arada bir ağız dalaşı yaptığımız kardeşim
Nihat’ı dinler gibi dinledim… Fiziksel bir davranışta bulunsa
ister istemez karşılık verirdim, fakat böyle bir şey çok şükür
olmadı… Yanıtım ise sadece, Nâzım Hikmetin bizim için
kadavra olmadığı ve Nâzım’ın oğlu olmanın kimsenin
tekelinde olmayıp bizlerin de onun oğulları olduğumuzdu…
***
Sonraki
yıllarda Memet’le seyrek olarak Büyük Adadaki
karşılaşmalarımızda ne selamlaştık, ne konuştuk. Fakat ona
karşı bir zerre olumsuz bir duygum ya da düşüncem olmadı.
Tersine, babasız büyümesinin üzüntüsünü hep duydum ve onun
da babası gibi gurbet eldeki erken ölümüne çok, ama çok
üzüldüm…
Ataol
Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/241018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.