Kâbus,
istenmeyen, kötü, karanlık, boğucu, bir rüya demektir…
Eninde
sonunda biter.
Kan
ter içinde uyanır, gördüğüm gerçekten bir düş müydü diye
kendi kendinize sorarsınız…
Kâbus,
sona erdikten sonra da etkisi bir zaman devam eder…
Toplumca
on yılı aşkın bir süredir bir kâbus yaşıyoruz…
Rüya
değil, gerçek olarak…
Bir
adamın görüntüsü, beynimize kazınmışçasına, gözlerimizin
önünden, kafamızın içinden çıkıp gitmiyor…
Çünkü
her yerde karşımızda…
Bütün
duvarlarda, bütün apartman cephelerinde, bütün direklerde, her
köşede, her sokakta, her caddede, afiş asılabilecek her yerde,
gözümüzün içine girercesine karşımızda…
Saçlarının
şeklini, bıyıklarını, bakışlarını, gözlerini, kaşlarını,
bazı afişlerinde yüzündeki tebessüme benzer şeyi, kibrini,
kasıntısını, özentisini ezberledik…
Ezberlemekten
öte kanıksadık, bıktık, usandık; akıl sağlığımız,
sinirlerimiz, ağzımız hiç olmadığı ölçüde bozulacak kadar
çileden çıktık.
Ben
öyleyim…
Tanıdığım,
tanımadığım, rastgele karşılaştığım kimselerden de, nedenle
ve konu açıldığında benim aklımdan geçenlerin, dilimin ucuna
gelenlerin, kendimi tutamayıp dile getirdiklerimin, buraya
yazılamayacak kadar ağırlarını, bin beterlerini, her gün , her
an, her yerde duyup işitiyorum…
Ben
bütün hayatımda böyle bir şey görmedim…
En
erken çocukluğumda dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, sonra
Menderes, Celal Bayar vardı… Derken 27 Mayıs, ardından tekrar
İnönü, Ecevit, Demirel, yine darbeler, sonra Özal, Erbakan,
aklıma şu anda gelmeyen ve zaten gelmesine de gerek olmayan pek çok
siyasal figür, parti lideri, vb…
Bu
günkü gibi bir şeye hiçbir zaman, hiçbir yerde tanık olmadım…
Sadece
bizde değil, hiçbir yerde…
Stalin
Rusya’sında, Hitler Almanya’sında, Musolini İtalya’sında
bulunmadım…
Fakat
Brejnev SSCB’sinde böyle bir şey görmedim. Moskova’da,
bırakın o günlerin yöneticilerini, Lenin’in heykeliyle bile
karşılaşmadım diyebilirim…
Jivkov
Bulgaristan’ında diktatörlüğü kuşkusuz Jivkov’un tek bir
afişini gördüğümü anımsamıyorum…
Esad
Suriye’sinde baba ve oğul Esad’ın bazı meydanlarda bir iki
afişi vardı…
Küba’ya
gitmek kısmet olmadı… Fakat anlatılanlardan Fidel’in hiçbir
yerde,afişinin, anıtının olmadığını biliyorum…
Batı
ülkelerinden söz etmeye zaten gerek görmüyorum…
Oralarda
bugünkü yöneticilerin afişleri değil, gerçekten büyük devlet
adamlarının, yazarların, sanatçıların heykelleri vardır…
Çok
açıkça ve net olarak soruyorum:
Afişleri,
gazetelerin birinci sayfalarında fotoğrafları, ekranlarda bitmez
tükenmez görüntüleri; tehditkâr, soğuk, sevimsiz, kibirli,
inişli çıkışlı, mizahtan ve sevgiden yoksun ses tonu ve
birbirini tutmaz laflarıyla hayatlarımızı istila eden bu adam
kimdir?
Bütün
milletin ekmeğinden çalınan paralarla yapılıp yeri göğü
donatan bu afişleri ve neredeyse her metre karede karşımıza
çıkan bu bıktırıcı portreleri gören bir yabancı, kim bu adam
diye sorsa, ne cevap vereceğiz?
Bir
savaş kahramanı mı?
Hayır.
Bir
mucit, büyük bir yaratıcı, ülkesini bulunduğu yerden çok
yükseklere taşımış bir devlet adamı mı?
Yok
canım…
Kimdir
peki?
Şu
anda iktidardaki bir partinin başkanı ve şaibeli olduğu herkesçe
bilinen bir seçimle cumhurbaşkanı olmuş biri…
Memleketi
şirket olarak gördüğünü kendi ağzıyla söyleyen; paraya, mala
mülke olan tutkusu zamanında en yakınında olmuş dava
arkadaşlarınca da dile getirilen; dün söylediğini bu gün
yalanlayan;, ülkeyi devraldığından bu yana her alanda ve her
anlamda çok daha dar boğazlara sokmuş olan; İslamcı
Hikmetyar’ın önünde diz çöküp diktatör Evrenin yanında esas
duruşta bekleyen;terörist başı dediği kişinin yanına
ulaşabilmeye can attığı fotoğraflarla belgelenen; hiçbir
anlamda güvenilemeyecek biri…
Öyleyse?
Öyleyse
bu kâbus artık sona ermelidir…
Sona
ermeli ve Türkiye Cumhuriyeti yüzlerce yılık birikiminin
yönlendirdiği aydınlanma yolunda yürüyüşünü, gerilere
çekildiği noktadan ilerilere doğru sürdürmeye devam etmelidir…
Ataol
Behramoğlu/230618/Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.