16 Nisan’da halk oyuna sunulacak olan
anaya değişikliği konusunda tartışmalar mantık ölçülerini ve ahlâk değerlerini
hiçe sayarak başlatılmış ve öylece de sürmektedir.
Elinde
devletin bütün olanaklarını da bulunduran tarafın ve bütünüyle propaganda
aygıtına dönüşmüş medyasının , yalan, tehdit, iftira, sövgü ve mantık dışı
iddialar dışında üzerinde durulmaya değer
bir sav ileri sürdüğü görülmüyor.
***
Oysa söz
konusu anayasa değişikliğinden duyulan rahatsızlığın temel nedenlerinden ilki,
çok açık olarak, bu değişiklik
gerçekleştiğinde Büyük Millet Meclisinin
elinden gensoru vermek ve meclis soruşturması istemek başta olmak üzere onu
milletin sözcüsü yapan var oluş nedeninin
alınmış olacağıdır.
Mevcut
anayasanın 98. Maddesindeki “denetleme yetkisi” kavramının silinmiş olmasının, bu yetkiyi düzenleyen 99. ve 100. Maddelerin
yürürlükten kaldırılmasının başkaca da bir anlamı olamaz.
Gerçek
bu iken, örneğin başbakan koltuğunda oturmakta olan kişi, nasıl olup da bunun tam tersini, bu
değişiklikle Meclisin yetkisinin daha da arttırılmış olacağını ileri
sürebiliyor?
Gerçekliğin böylesine ters yüz edilişi karşısında insan söyleyecek söz bulmakta zorlanıyor ve büyüklerinin yalan söylediğin fark eden çocuğun
şaşkınlığını , onlar adına duyulan bir utancı yaşıyor…
***
Zaten
bakanların millet vekilleri içinden seçilmeyip Cumhurbaşkanı’nın Meclis dışından seçeceği
kişilerden olmasının doğal sonucu, sorumluluklarının da Meclis’e karşı değil kendilerini bakanlığa
atayan kişiye karşı olacağıdır.
Anayasada Bakanlar Kurulunu düzenleyen 109-115
numaralı maddeler yürürlükten kaldırılarak bütün bu yetkiler cumhurbaşkanına
verildiğinden ve başbakanlık makamı da
kaldırıldığından, Cumhurbaşkanı
denebilir ki tanrısal bir güç sahibi olmaktadır.
Sıradan yurttaşımız
bunu kavramakta güçlük çekebilir.. Fakat
uygar dünyanın ve onun bir parçası olan ülkemizin ulaşmış olduğu toplumsal ve
siyasal olgunluk düzeyinin ve birikimlerinin az ya da çok bilgisine sahip bir
takım aydın ve aydınımsıların böyle bir şeyi nasıl savunabildiklerini,
akıllarına ve içlerine nasıl sindirdiklerini anlamak kolay değil.
***
Meclis’in elinden alınan yetkilerden biri de yokluğunda
Cumhurbaşkanını Meclis Başkanının temsil etmesidir.
Bu yetki
şimdi, yine Cumhurbaşkanının atayacağı yardımcılarından birine verilmektedir.
Böylece,
herhangi bir seçimle değil atanmayla
oraya gelen bu kişi, Meclis’in, yargının, ordunun, bütün devlet
bürokrasisinin üzerinde bir güce sahip
olacak, isterse Meclisi dağıtabilecek,
ülkeyi savaşa sokabilecektir…
Böyle bir düzenlemenin, halkın
aklıyla, bütün bir ülkeyle alay etmek; büyük bir ülkeyi kabile düzeyine indirmekten
başka nasıl bir anlamı ve amacı olabilir?
Anayasa değişikliği adı altında parlamenter
demokratik rejimin yok edileceği bu “karşı devrim”den yargı da doğaldır ki payına düşeni almakta, adının
önündeki “yüksek” sıfatı da kaldırılarak alçaltılan Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu ile varlığı ve yokluğu zaten şimdiden belirsizleşmiş olan Anayasa
Mahkemesi başta olmak üzere, bütün bir yargı erki, Tanrısal yetki sahibinin
infaz kurumlarına dönüştürülmektedir.
***
Gerçek hukuk burada özet olarak yazılanları
kanıtlarıyla ve ayrıntılarıyla dile getirerek bir savaş vermektedir.
Prof.Metin Feyzioğlu başkanlığında Türkiye Barolar Birliği; Ümit Kocasakal, Süheyl Batum, İbrahim
Kaboğlu, Aysel Demirel, Erdoğan Teziç, Birgül Ayman Güler, Sabih Kanadoğlu,
Nazan Moroğlu gibi seçkin hukukçular, hukuk profesörleri yayınlarıyla ve
etkinlikleriyle denebilir ki göğüs göğse bir aydınlanma savaşımı
vermektedirler.
16 Nisan halk oylaması, son anda herhangi bir nedenle vazgeçilmeyip
yapıldığında, sonuç ne olursa olsun,
aydınlanmayla karanlıkçılığın, hukukla hukuk dışılığın savaşımı sürecektir.
Fakat ya demokrasinin daha da olgunlaştığı, ya da faşizmin ve ona karşı
direnişin ülkeye büyük acılar yaşatacağı bir ortamda…
Gönül ister ki ilki olsun…
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi/040317
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.