Bilinçaltının ya da sorumluluk duygusunun
dürtüsüyle uyanıp kalktım. Saat altı. Oysa Manavgat’taki dinleti sonrasında
arkadaşlarla restoranda gece yarısına kadar oturmuş, otele ulaştığımda saat
ikiyi bulmuştu. Demek dört saat uyumuşum. Tabii uyku denebilirse… Bilincimden mi bilinçaltından mı geçtiğini
bilemeyeceğim görüntülerin sonuncusu dağınık bir masa, üzerindeki daktilo ve
daktiloda bir paragraf kadar yazılmış bir kâğıt sayfasıydı… Şu anda ise çoktan
nostalji öznesine dönüşmüş daktiloda değil bilgisayarda bu satırları yazıyorum.
Çünkü cumartesi yazımı yetiştirmem gerek. Zaten bilinçaltı ya da sorumluluk
duygusu dürtüsünün nedeni de başka bir şey değil…
***
Yemek yerken konumuz her zamanki gibi
ülkemiz , özellikle de hızla yaklaşmakta olan halk oylamasıydı… Acaba
sonuç hangisi olacak; evet mi hayır mı?
Yine her zamanki gibi iyimserlik ve karamsarlık duyguları birbirini izliyor…Aydınımız,
sadece aydınımız mı bütünüyle halkımız, iyimserlikten çok karamsarlığa
yatkındır. Tabii halkımızın başlıca özelliklerinden biri olan kaderciliği
iyimserlik saymazsak… Fakat bu kez sanki iyimserlik daha ağır basıyor…Bunu
kuşkusuz, oylamada benim de aralarında bulunduğum hayır’cılar bakımından söylüyorum. Karanlık sanki bir ucundan kalkmış, aydınlık
görünüyor… Kahve falı cümlesi gibi oldu ama, böyle bir şey. .. Katıldığım
toplantılarda, ikili konuşmalarda bunu hep görüyorum… Cümleler arasından iyimserlik kıvılcımları
geçiyor gibi… Nedenlerinden biri, sonucu bilincimizle görüyor olmaktan çok,
bütün bir toplumca bilinç altımızda biriken huzur, mutluluk, iyilik, kardeşlik
özlemi ve beklentisi olamaz mı?..
***
8 Mart Çarşamba gecesi Denizli barosunun
dünya emekçi kadınlar gününü kutlamak için düzenlediği buluşmada, baro
salonundaydık… Akşama doğru başlayan yağmura karşın yaklaşık beş yüz kişilik, belki daha da büyük salon hemen hemen
doluydu… İnsanlarımız şiir ve müzik için
gelmişlerdi kuşkusuz… Fakat girişte ve aralarda ülkemizdeki duruma ilişkin
söylediklerime, toplumsal bildirisi
güncel olan şiirlere ve şarkılara gelen
daha kuvvetli ve sürekli alkışlar, beklentilerin sadece şiir ve müzik olmadığının
da kanıtıydı… Aynı şeyi Manavgat Belediyesinin düzenlediği dün geceki dinletide de gördük…. Aynı yağmur, salonda aynı doluluk,
aynı alkış desteği… Doğrusu, girişte ve aralardaki konuşmaları bu kez daha da
uzattım ve dinletimiz zaman zaman
söyleşiye dönüştü… İzleyicinin beklentisi
de buydu sanırım…
***
Dün
Denizliden Manavgat’a doğru yol
alırken Korkuteli’de öğle yemeği molası verdik.
Bildiğimiz kasaba lokantalarından biri … Yemek çeşiti sınırlı ve görünüşleri de çok parlak değil.
Müşteri az
sayıda ve yöre insanları. Dışarıda yine
yağmurlu, kapanık bir hava… Tam karşımda, caddenin bir kenarındaki bir direğin
üzerinde, başbakanın portresiyle “millet/evet” uyaklı propaganda afişi… 19.
Yüzyıl Rus şairi Nekrasov’un Rus taşrasını anlattığı şiirlerindeki, ya da
günümüz Batı ülkelerinin yine 19.ve daha önceki yüzyıllardaki sokak ve halk
pazarları görüntülerinin yer aldığı siyah-beyaz filmlerdeki iç karartıcı bir atmosfer… Yanımızdaki masada yemek yiyen biri kasketli öteki başı
açık iki kişiden kasketli olan gitti…
Daha yaşlıca olan, saçları bütünüyle ağarmış ikinci kişi de az sonra
kalktığında, içimdeki soruyu daha fazla tutamayarak oturduğum yerden adamcağıza
sordum: Halk oylamasında oyun evet mi,
hayır mı olacak?
Şaşırmadı…ve “ henüz bilmiyorum”
anlamında bir şey söyledi… Ardından “ben köydeyim” diye ekledi…
“Ya köydeki durum…”diye üsteleyerek
soruyu genişlettim…
Bu
kez, kendisinin de onlardan biri
olduğunu ima edercesine, “Köy, hayır gibi…” demekle yetindi…
Ülkemizden, insanımızdan bir
görünüm…
İsteyen, mizacına göre, istediği
sonucu çıkarır…
***
Bilinçaltıyla başladım öyle bitireyim…
Bilinci bilmem, fakat toplumsal
bilinçaltı “Hayır” yüklü gibi….
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/110317
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.