Temmuz 2006’da, yaklaşık 11 yıl
önce bu köşede yayınlanan aşağıdaki
yazıyı, ne yazık ki güncelliğinden ötürü bazı bölümleriyl e bir kez daha yayınlamak gereği duydum.
Amacım ne kadar uzak
görüşlü olduğumu değil, bütün bu süreçlerde tehlikeyi ve büyüklüğünü göremeyen
kişilerin ve toplumsal kesimlerin nasıl
bir aymazlık içinde olduğunu göstermektir.
16 Nisanda şu ya da bu
nedenle Evet oyları çoğunluk sağlarsa,
oylarıyla ya da sandığa gitmeyerek buna yol açan çevreler, yayınları ve
demeçleriyle Cumhuriyetin yok edilmesine çanak tutan yardakçı medya , siyaset
çevreleri ve kişiler, yaşanacak
felaketlerin lanetini üzerlerinde sonsuzca taşıyacaklardır.
Milletvekili seçimlerinde
oy kullananların üçte birinin oyları ile Büyük Millet Meclisinde üçte iki
çoğunluk elde ederek başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan hakkında düşüncelerimi
birçok kez yazdım.
Kendisiyle kişisel hiçbir sorunum yok.
Hiçbir zaman karşılaşmadık, yüz yüze
görüşmedik.
Benim Türkiye Yazarlar Sendikası
başkanı, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde,
sendikamızın o sırada Kabataş Setüstü’ndeki
konutunun bir dönem önceden Belediyeye birikmiş borcuyla ilgili olarak
böyle bir olasılık söz konusuydu. Fakat, daha önceki bir yazımda da söz ettiğim gibi, gidip Tayyip Erdoğan’dan
bir şey istemek içimden gelmedi.
Çünkü, yine aynı yazıda sözünü ettiğim
gibi, Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığına aday olduğu dönemdeki TV
konuşmalarından ve görüntülerinden şiddetle tedirginlik duymuştum.
Beni tedirgin eden, siyaset
ortamında ilk kez karşılaştığım bu kişinin
katılmadığım görüşleri kadar ve belki onlardan da daha fazla, kendini
fazlasıyla beğenmiş, kibirli, soğuk kişiliğinden yansıyan ürkütücü ve itici
fanatizmdi.
Tutuculuk ve kibirin bir aradalığı
korkunçtur.
Doğru bir dünya görüşünü bile
sevimsiz kılacak bu kişisel özellik tutucu bir dünya görüşüyle bir araya
geldiğinde, “fanatizm”in ulaşabileceği sonuçları kestirmek güç değil.
Tayyip Erdoğan’a ilişkin bir
başka izlenimim, yine daha önce yazdığım gibi, Belediye Başkanlığından
alındığında, İstanbul Belediye Binası önündeki bir topluluğa yaptığı bir
konuşmaya tesadüfen tanık oluşumla ilgilidir.
Bu, görevden alınan bir Belediye
Başkanı’nın veda konuşması değil, kışkırtıcı bir meydan okumaydı.
Tayyip Erdoğan, bildiği, inandığı
yolda kararlılıkla yürüyen biri.
Doğru(bilimsel, kuşkucu, araştırıcı,
humanist) dünya görüşüne sahip bir insan
için erdem sayılacak bu özellik, tutucu bir dünya görüşü sahibinin
kişiliğinde fanatizmin derecesini
arttırır.
Tayyip Erdoğan’ın kendi
çevresindeki “karizma”sı buradan
geliyor. Kararlı, kibirli, katı, uzlaşmaz kişiliğinden…
Başbakanlığı öncesinde de benim
gibi kendisine ilişkin olumsuz izlenimleri olanlar kuşkusuz ki vardı.
Başbakanlığı sırasında ise bütün bir
toplum onu yeterince tanıdı.
Başbakanlık eninde sonunda siyasal bir
kurumdur.
Cumhurbaşkanı ise, ülkenin
kimliği demektir.
Tayyip Erdoğan’ın
cumhurbaşkanı olmasının, ülkemiz için çok ağır sonuçları olacağını düşünüyorum.
Çünkü Tayyip Erdoğan herhangi
bir cumhurbaşkanı olmayacak.
O ve yandaşları, devletin en
tepesine çıkmış olmanın güveniyle, bildikleri yolda daha sakınmasız
ilerleyecekler.
Ve kaçınılmaz olarak da aynı
sakınmasızlıkta karşı tepkiler, karşı duruşlar, karşı koyuşlar oluşacak…
Böylece de cumhurbaşkanlığı
makamı ülkeyi temsil etme simgesel değerini,saygınlığını,yasal konumunu
yitirecek.
Demokrasiye güven daha da
sarsılacak.
Toplum kargaşaya sürüklenecek
ve korkarım ki bir iç savaşa doğru hızla yol alacak.
Amerika Birleşik
Devletlerinin istediği acaba böyle bir Türkiye mi?
Tayyip Erdoğan ve
yandaşları, böyle bir Türkiye’nin kendilerinin de sonu olabileceğini
düşünmüyorlar mı?
(......)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.