Birkaç hafta
önceki bir yazımda, yaşadığımız ülkede son dönemlerdeki hayatımızın polis
romanlarına konu olabileceğini yazmıştım.
Mine Kırıkkanat tam da bu günlerde yayınlanan
romanı “Hiç Kimse” ile sanki bu düşüncemi kanıtlıyor.
“Hiç Kimse”,
gerçekten de, belgeselin içinden bir polisiyenin çıkarılmasının, belki daha
isabetli bir deyişle de belgeselle polisiyenin harmanlanmasının mükemmel bir
örneği.
Üstelik üzerindeki kan henüz kurumamış bir
gerçeğin öyküsü bu…
Çok zaman
önceki bir olayın kurgulanarak yazınsal ürüne dönüştürülmesi daha kolay olsa
gerek…
Çünkü zaten
geçen zaman gerçeği az çok öyküye, efsaneye dönüştürmüştür bile… Yeni bir olaya
ne belgeselin ne kurgusalın tuzağına düşerek, fakat gerçekliğe de sadık kalarak
roman niteliği kazandırmak ise büyük
başarıdır… Konunun özellikleri
bakımından aynı zamanda da cüret işidir…
Mine Kırıkkanat,
kendisini yakından tanıyan dostlarını pek de şaşırtmayarak, hepsinin üstesinden
gelmeyi başarıyor…
***
Konu, PKK
militanı üç kadının 9 Ocak 2013’te Paris’te katledilmesi…
Asıl hedefin PKK kurucularından Sakine Cansız
olduğu romanda da belirtiliyor…
Öteki iki
kurbanın rastlantısal olarak orada bulunduklarını öğreniyoruz… Mine Kırıkkanat (gizemi bu gün de henüz tam
olarak çözülememiş olan) bu cinayetin çevresinde kurguluyor romanını…
Kitabın
girişinde kendisinin de belirttiği gibi“gerçek suikastın, gerçekdışı bir
siyasal komplo ve cinayetler dizisine uyarlanmış hayali kurgusu” olarak…
***
Fakat tam da
burada hayal ve gerçek birbirine karışıyor…
Olgusal
gerçekle yazınsal gerçek ayırt edilmez oluyor…
“Hiç
Kimse”deki gerçek cinayet ortamının
betimlenmesi bana “Suç ve Ceza”daki kurgusal cinayetin ve ortamının betimini
anımsattı…
Dostoyevski’deki
hayali cinayetin ve ortamının betimlenişi yazınsal gerçekliğe olgusal gerçeklik
etkisi kazandırırken, Mine Kırıkkanat gerçek bir cinayeti ve ortamını
betimleyişiyle ona yazınsal gerçeklik kazandırmayı başarıyor…
“Hiç
Kimse”nin bütünüyle başarısı da sanırım bu bıçak sırtı sentezdedir…
***
Sayfa sayısı bakımından yapay olarak
şişirilmiş romanlardan farklı olarak yaklaşık iki yüz sayfalık
kitap, buna karşılık birkaç cilt oluşturabilecek bir olay zenginliğine sahip…
Gizli polis
ajanlarının öyküleri istenirse çok daha uzun ve ayrıntılı anlatılabilirdi…
Paris,
Moskova, Barselona vb.bölümleri pekalâ uzatılabilirdi…
Mine bunları
yapmaktan bilinçli olarak uzak duruyor ve böylece de sapasağlam, baş döndürücü,
bir solukta okunabilen bir olay akışı yaratmayı başarıyor…
***
Ve son olarak
İspanyol asıllı Fransız polisi Diego ile Türk meslektaşı Ayşe’nin aşkı…
Tenselliğin
ve duygunun, dostluğun ve tutkunun bu imrendirici,
özendirici, sımsıcak birlikteliği, okuduğum en etkileyici aşk öykülerindendir…
Kutluyorum
sevgili Mine…
Ataol Behramoğlu/Cumartesi
Yazıları/070516
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.