Okurlarım
gazetemizde “Türkiye’nin Aydınlık Yüzüne
Yolculuklar” başlığı ile yayınlanan
yazılarımı anımsayacaklardır.
Bu yazılar
daha sonra, bu köşede yayınlanan bazı yazılarla birlikte “Yurdu Teninde Duymak”
adlı kitabımı oluşturdular…
Bartın’daki
dinleti ve söyleşiler sonrasında büyüleyici ilkbahar görüntüleri içinden
İstanbul’a dönüş yolunda, içimde biraz da
“nostaljik” bir duyguyla sözünü ettiğim türden yazılar yazma isteği
uyandı…
Ülkeyi, güzel
insanları anlatmak…
İçimizi,
benliğimizi kaplayan lanetten, karanlıktan biraz olsun uzaklaşmak…
***
Bartın’a
müzisyen arkadaşımla üçüncü gidişimizdi. Sonuncusunun üzerinden üç yıl geçmiş… … Bartın otogarında bizi bu gidişimizde de, üç
yıl önce olduğu gibi, Bartın Güzel
Sanatlar ve Turizm Derneği yöneticileri, öğretmen ve sanat sever arkadaşımız
Keramettin Çetin ve gönlünü yirmi yıldır tiyatro sevdasına kaptırmış su
ürünleri mühendisi Kubilay Menteş karşıladılar.Derneğin adı büyük, ama var
oluşunu borçlu olduğu tek şey yöneticilerinin sanat sevdası ve özverisi.
Bartın, Bartınlılar, bu özveriyi, “Karadeniz’in Kıyıcığında”ki bu güzel kentimizde sanat ateşini canlı tutmak dışında
hiçbir karşılık beklemeyen bu çırpınışı, içten çabayı yalnız bırakmamalılar…
***
Heraklit’in
ünlü sözünü biraz değiştirerek tekrar etmek istiyorum… Aynı nehirde iki kez
yıkanılamayacağı evrensel bir gerçek…
Fakat yanı sıra, aynı şeyi farklı farklı görmek, başka açılardan görmek, daha
ayrıntılı ve daha bilinçli görebilmek de bir başka gerçek… Bundan önceki
gelişlerimizde de Bartın’ı gezip görmüştük kuşkusuz… Fakat bu kez,
örneğin,usuldan çiseleyen yağmurun altında, Şadırvan’a daha dikkatle baktım…
1912’de, savaş sırasında, Karakaşoğlu Hacı Arif Kaptan tarafından yaptırılmış
olduğunu not ettim…
Az ötede, 1824’te (demek ki II.Mahmud döneminde)
yapılmış Arap Camii’nin bitişiğindeki
kahvede çay içerken, işletmecisinden çalışanına, kahvenin hepsi Bartınlı
hanımefendiler olan
yöneticileriyle tanıştık…
Dinletimizde izleyicilerimizin en az yarısının kadın oluşu, bir
ülkede, her hangi bir yerleşim yerinde
kadının toplumsal yaşama katılışının ,uygarlığın birincil koşulu olduğuna
ilişkin düşüncem bir kez daha pekişti… Nitekim, sözünü ettiğim kahvenin
bitişiğindeki Azim Kitapevi’nin yöneticileri de iki hanımefendiydi… İsim
levhasında kitapevinin 1924’te açılmış olduğu belirtilmişti… Bu gibi tarihlerin
daha çok kebapçı vb. tabelalarında görmeye alışmış gözlerimiz için şaşırtıcı
bir şeydi bu ve Bartın’ın ayrıcalığının güçlü bir kanıtıydı…
Aynı tarihte Cemal Aliş
tarafından yayınlanmaya başlayan Bartın Gazetesini ziyarete
vakit bulamadık ama, Cumhuriyetimizin tanığı bu gazetenin Bartın ve
bütün o yöre bakımından nasıl güçlü bir aydınlanma ocağı olduğunu anlamak güç
değildi…
***
Ertesi
gün öğleden önce, henüz birkaç yıllık
geçmişi olan Bartın Bahçeşehir Kolejindeki dinleti ve söyleşimizden; bu pırıl
pırıl öğretim ocağına, üstün zekâ
düzeyindeki sorularıyla bizi şaşırtan öğrencilerine, genç edebiyat öğretmenleri sevgili Derya ve
Sinem hanımlar başta olmak üzere kolej
öğretmenlerine sıcak dostluk
duygularıyla ayrıldık… Kolejin
kurucusu, matematik öğretmeni sayın
İhsan Sağlam’ı, gerçekten de soyadı gibi sapasağlam bir eğitimci olarak
tanımakla sevinç duydum… Ülkemizin içinde çırpınmakta olduğu bataklıktan
kurutulmasının tek çaresi bu türden çağdaş, aydınlık eğitim kurumlarının ve böyle çağdaş kimlikli eğitimcilerin
çoğalmasındadır…
***
Bartın’dan
hareket eden otobüs Devrek yönünde ilerlemekteyken, yolun her iki yanından gözlerimize bir masal dünyası
sunan yeşillikler okyanusuna dalıp gittim..
Birbirlerine yapışık olmayan, en yükseği iki katlı, pembe kiremit çatılı
evler de, bu masal dünyasına dalmış,sanki bir rüya
görmektelerdi… Mutluluk bu kadar
yakınımızda ve ulaşılması
bunca kolayken; insan hırsının,tamahının, cehaletinin, bu
eşsiz rüyayı bütün ülkede nasıl bozup
yok etmek için pusuda beklediğini
acıyla, öfkeyle, kederle düşünmemek elde değildi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.