Dünyanın her yerinde, bütün ülkelerde böyle midir bilemem
ve pek sanmam ama, Türkiye’de siyaset yazmak polisiye yazmaktan farksız oldu.
Polisiye
sözcüğü TDK sözlüğünde “konusu polisin ilgilendiği alanlarda olan” diye
açıklanıyor…
AKP
adlı partinin iktidarda olduğu şu son on yılı aşkın sürede polisiye
yazarına konu olabilecek sayısız olay ve
durum yaşadık ve yaşamaktayız…
Sondan
başlayalım… Amerika’da tutuklandıktan sonra
polis arşivi için çekilen fotoğrafında Türkiye’deki fotoğraflarındaki
parıltıdan, kendine güvenden eser bulunmayan Rıza Sarraf adlı kişi, çocuğunu ve
eşini yanına alarak
bu ülkeye neden gitti?
Tutuklanacağını bilmiyor muydu?Uluslar
arası dalaverelerde ustalaşmış bunca maddi olanağa sahip birinin, başına
gelecek olanı bilmemesi olacak şey midir?
Sarraf’ın
orada savcıya konuşmasından burada
başları belaya girecek olanların bu seyahatten haberleri olmadı mı?
Yanına
eşini ve çocuğunun alarak gitmesi göz boyamak, bu seyahatten rahatsızlık
duyabilecek olanları yanıltmak için miydi?
Ve daha
dolaysız bir soru: Tayyip Erdoğan’ın bu seyahatten haberi olmadı mı?
Olmaması
mümkün müdür?
Rıza
Sarraf’ın Amerika’ya gideceği Erdoğan’dan gizlendi mi?
Gizlendiyse bunu kimler, ne için yapmış olabilir?
Bu
tutuklama ve sonrasında açılacak olan dava kimlerin başını ağrıtacak?
Bir sosyologdan,
siyaset bilimciden,köşe yazarından çok, polisiye yazarının içinden çıkabileceği
bu ve benzer sorular bir anda akla üşüşüyor…
***
***
“Açılım” dönemindeki bahar havasının
ardından, 1 Kasım seçiminin hemen sonrasında ne oldu da ülke bir anda kan gölüne döndü?
Adı Ulusal Güvenlik olan kuruluşun Suruçtaki
katliamdan;Ankara, İstanbul katliamlarından hiç mi haberi olmadı?
Bu
örgütün başındaki kişi neden suspus? Ağzını neden bıçak açmıyor?
Yeni
katliamlar ne zaman, nerede olacak?
Şu
anda ülkemize Suriye’den giren kaç İŞİD militanı, kaç
profesyonel katil var?
Bunlar
neredeler, ne gibi hazırlıklar yapmaktalar?
Milyonlarca savaş kaçkını üzerinde iktidar ne gibi hesaplar yapıyor?
Bunlar arasından kaç tane kiralık
katil, kaç tane iktidar fedaisi çıkacak?
HDP’nin çökertilmesinde bir AKP-PKK ortak çıkar ilişkisi mi söz konusu?
Cizre’ye, Sur’a, öteki il ve ilçelere düşman toprağına girer gibi
girmekten başka bir savaş yöntemi uygulanamaz mıydı?
İktidar ve ordu komutası, dışarıdan göründüğü gibi,gerçekten de tam bir
uyum içinde mi?
Erdoğan ve yandaşlarıyla Anayasa Mahkemesi arasındaki karşıtlık nasıl
sonuçlanacak?
Kimilerinin söylediği gibi Erdoğan’ın “deliğe süpürülme”si mi yaklaştı,yoksa o mu elini daha çabuk tutup
karşıtlarını bütünüyle ortadan kaldırmayı başaracak?
Bütün bu
ve benzer sorulara yanıt bulmak ta, siyaset bilimciden, köşe yazarından çok,
sanki polisiye yazarının alanına giriyor…
*** ***
Ensar Vakfı
çirkefi, faciası…
(“Ensar”,
yardımcılar, koruyucular anlamında Arapça bir sözcük. Orada çocukların nasıl
korunmakta olduğu ve iktidarın bu koruyucu örgütü nasıl korumakta olduğu gün
gibi ortada.)
Bir başka polisiye konu,toz bağlamış olması
gereken dosyalarda unutulmaya bırakılmış “Deniz Feneri” davası…
17-24
Aralık operasyonu . Ardından poliste ve yargıda büyük tasfiye….
Her
biri siyaset bilimciyi de köşe yazarını
da aşacak, bir değil birden çok polisiye konuları…
*** ***
Bu
satırları yazmakta olduğum Cuma günü,bir yandan da sürmekte olan mahkemeden nasıl bir sonuç
çıkacağını merak ediyorum…
Hukuk ve
ahlâk tersini işaret ediyor olsa da,son andaki savcı değişikliği(ve saraydaki
kişinin adalete parmak sallayışı) olumsuz bir sonucun uzak bir olasılık
olmadığını düşündürüyor…
Polisiye
yazarı değilim…
Sosyal
bilimci ya da araştırıcı köşe yazarı
olarak da göremem kendimi…
Fakat
öncelikle adalet duygusunun ölümsüzlüğüne inanan biri olarak, iyimserliğimi
korumayı sürdürüyorum…
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/260316
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.