Bu köşe
yazılarında arada bir, okuduğum kitaplara; kültüre, sanata ilişkin başkaca
konulara da değinmek istiyorum.
Bunu zaten
yapardım.Fakat ülkeyi giderek yaşanılması daha da olanaksız bir cehenneme çeviren bu siyasal
yönetim yüzünden; siyaset dışı konulardan, sanattan, kültürden, yaşamın başkaca
olgularından söz etmeye hakkımız yokmuş gibi geliyor…
Bu duygumu
aşacak ve cehennemden bir an uzaklaşarak kendimde sanatın, kültürün sevdiğim
dünyalarına açılma hakkını göreceğim.
Böylece
tazelenerek, kötülüğe karşı savaşma gücümüzü de yenilemiş olacağımızı
düşünüyorum…
***
Aynı anda
birden çok kitap okurum. Bu alışkanlığımın ya da gözü doymazlığımın hem olumlu
hem olumsuz yanları var.
Olumlu yan,
okumaktan aldığım tadın çeşitlenmesi. Farklı farklı konulara, üslup ve anlam
dünyalarına girip çıkış…
Olumsuz yan,
gözü doymaz bir oburun aynı anda bir çok yiyeceğe birden saldırıp bu
yiyeceklerden kimilerini yarı yenmiş, didiklenmiş, ısırılmış, bir kenara bırakması gibi; masamda, kitap raflarında, başkaca
yerlerde biraz ya da birazdan daha çok
okunup sayfa aralarında bir ayraçla bir yana bırakılmış kitapların mahzun
görünümü…
Goethe’den söz edecekken sözü uzattım… Fakat Goethe engin hoşgörüsüyle
inanıyorum ki beni bağışlayacaktır…
***
Başyapıtı
Faust’un kitaplığımda Sadi Irmak’ın çok yıllar önce yaptığı bir çevirisi, şimdi
elimin altında olmadığı için çevirmenini söyleyemeyeceğim bir başka Türkçe
çeviri, iki farklı Rusça çevirisi ve iri
gotik harflerle dizilmiş, birkaç sözcük
dışında bilmediğim Almanca bir orijinali
var. Basım tarihi pek eski olmasa da, bu kalın, kırmızı bez ciltli kitabın yine de nadir ve özgün bir baskı olduğunu
sanırım.
Sadi
Irmak’ın çevirisi anımsadığımca göz atıp bıraktığım kitaplardandır. Buna
karşılık iki ayrı Rusça çevirisinden okuduğum Faust bende hüzünlü, karamsar
izler bıraktı. (Belki ayıp ama, öteki Türkçe çeviri kapağı açılmadan öylece
kaldı. Fakat şimdi onu ve Goethe’den dilimize çevrilmiş ne varsa- Divan’ı da
içinde olmak üzere belli başlı yapıtlarının hepsinin çevrildiğini sanırım-
edinip okumaya sabırsızlanıyorum. Bende bu sabırsızlık duygusunu uyandıran ise
şu anda hayranlıkla okumakta olduğum “Yaşamımdan Şiir ve Hakikat” adlı
otobiyografik yapıtıdır…
Bu kitabın
sayfalarından taşan kişilik, çocukluğuyla, ergenliğiyle, şimdi okumakta olduğum
üniversiteli dönemiyle,hiç de harika bir çocuk ya da olağanüstü bir genç değil.
Tersine, olağan dışılığı bulunmayan bir çocukluk
sonrasında,zaafları ve acemilikleri olan, dünya zevklerine düşkün bir genç
adam...
Fakat
olağanüstü olan bir şey var… İnanılmaz bir öğrenme tutkusu… Denebilir ki her
şeye, ama her şeye akıl almaz bir merak… Ve aynı ölçüde bir çalışkanlık… Ve
aynı zamanda şaşılası bir sadelik, berraklık. Yine akıl almaz bir bellek gücü…
Çocukluğunda, ergenliğinde gördüğü şeyleri, ilişkileri, ayrıntının ayrıntısına
kadar anımsayıp betimleme becerisi…
Elle tutulurcasına, fotoğrafı çekilmişçesine betimlenen
doğa parçaları ve insan kişilikleri…
…Konuşan, anlatan kişi sanki yaklaşık 180 yıl önce 83 yaşında
bu dünyadan göçmüş biri değil de, bir çağdaşınız, arkadaşınız… Neredeyse
kendisiyle konuşmak, şakalaşmak istiyorsunuz… Öylesine yakın, sıcak, berrak,
akıcı… Adının çevresinde oluşan şaşaa ile ilgisi bulunmayan sade bir insan…
Hayranlık verici olan da sanırım bu özelliği…
Hayranlıktan
söz etmişken kitabın çevirmeni Mahmure Kahraman’ın muazzam emeğine hayranlığımı
belirtmeden geçemem… Goethe’nin sadeliğini, bu sadelik içindeki derinliği yansıtan
büyük çeviri emeği, çevirmenin bilgilendirici, yerinde dipnotlarıyla daha da değer kazanıyor.
Şimdi, bu
kitabı bitir bitirmez, yine aynı çevirmenden, Peter Eckermann’ın “Goethe ile
Konuşmalar” adlı ünlü yapıtını okuyacak olmanın heyecanını yaşıyorum….
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/190316
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.