İçine
bulunduğumuz haftanın 10 Aralıktan başlayarak İnsan Hakları ve
Demokrasi Haftası olarak kutlanacağı dikkatimden kaçmış olmalı
ki bu haftaki yazı başlığını “Kediler ve İnsanlar” olarak
tasarlamıştım.
Sonra
insan hakları konusunda yayınlar başladığında konuyu ve
doğal olarak da başlığını değiştirmeyi düşündüm.
Fakat
bu iki sözcük zihnimdeki varlığını ısrarla sürdürüyordu..
O
zaman bu başlık altında yazmayı tasarladıklarımın da zaten
insan hakları konusundan pek de uzak olmayacağını hissettim ve
içerik biraz değişecek olsa da yazı başlığı ilk düşündüğüm
gibi kaldı.
***
“Kediler
ve İnsanlar” denildiğinde öncelikle bu iki canlı arasındaki
ilişki akla gelecektir.
Yanı
sıra kedinin ve insanın, benzer, karşıt ve özgün özellikleri.
Neden
başka bir ev hayvanı, örneğin akla ilk gelebilecek evcil bir
hayvan türü olarak köpekler değil de, kediler?
Yanıtım
kişisel ve basit: Çünkü birkaç yıldır evimizde gerçek
anlamıyla aile bireyleri gibi yaşamakta olan iki kediyi gözleme
olanağım oldu da ondan…
Onlara
sadece iki kedi demek de haksızlık ve yanlış olur. Çünkü
“Oğluş” ve “Cesur”, aralarında bir kaç yaş fark olan bu
iki sarman, ortak özelliklerin yanı sıra ve belki ondan da çok,
kişisel karakter özelliklerine , özgün kimliklerine sahipler.
Ben
evimizin bu iki kedi bireyinde hem kedi türünün ortak
özelliklerini, hem de ne kadar farklı özellikleri olabileceğini
gördüm.
Yazımın
konusu bizim kediler olmadığından, sadece ortak özellikleri
sıralamakla yetiniyorum:
İnanılmaz
bir çeviklik, “kedi yürüşü” denilen o çapraz manken
yürüyüşüne örnek oluşturan eşsiz bir zarafet; bir yerde
sessizce, kımıltısızca ve üstelik uyanıkken de sanki bir
“tefekkür” içindeymişçesine saatlerce durmak; kendini
istediği zaman sevdirmek, canı istemiyorsa seslenmelerinizi
duymazdan gelmek, hiç beklemediğiniz bir anda kucağınıza
tırmanıp dokunuşları ve hırıldamalarıyla sımsıcak bir
yakınlık sunmak…
Bunlar,
kedi nankördür türünden kaba ve yakışıksız yakıştırmayı
ve benzer yakıştırmaları değersizleştiren asil özelliklerdir…
Kedi
nankör değil, kimliklidir.(Bununla köpeğin bağlılığını
küçümsediğim sanılmasın. O bambaşka bir konu. Köpek öncelikle
hiperaktivitedir…)
***
Yukarıda
saydığım özelliklerin tümüne sahipken,sokaktaki kedinin
yalnızlığı, yoksunluğu, suskun çaresizliği bana acı veriyor.
Buna
karşın yine de,kendini kendi varoluşu içinde ayrı tutuşuna
hayranlık ve saygı duyuyorum…
Bu
olağanüstü fiziksel,kimliksel, duygusal var oluşun, insan
artıklarının atılı olduğu çöp yığınlarının içinde,
çevresinde ,eşinmek, dolanıp durmak zorunda kalışı bana
varoluşun kendisine karşı bir büyük haksızlık, güzellik
olgusunun ve kavramının kirletilip aşağılanması olarak
görünüyor…
***
Bir
doğa harikasının ve aşağılanmasının farkında bile
olmayanlar da, istisnalar dışında biz insanlarız.
Bütün
tarihi süresince sayısız türdeşini katleden, zulmeden, akıl
almaz işkencelerin mucidi biz insan soyu.
Yaşanmış,
yaşanmakta ve yaşanacak olan kötülükler, türümüzün
başarıları için duyduğum sevinci karartıyor, övüncü
anlamsızlaştırıyor.
Bütün
güzel sanatlar, bilimsel buluşlar, felsefi derinlikler anlamını
yitiriyor.
***
İnsan
kendi türdeşine karşı duyarsız ve acımazken bir başka canlı
türü için duyulan kaygı aşırı görünmesin.
Çünkü
insan hakları için savaşım, güzellik algısının ve merhamet
duygusunun bütün varoluşu kucaklamasıyla başarıya
ulaşmış olacak.
Ataol
Behramoğlu/Kültür ve Siyaset/121218
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.