Türkçemizin
özelliklerinden biri de bir sözcüğe pek çok anlam yüklenmesidir.
İyi
mi kötü mü bilmem, ama bence çok da iyi değil.
Örneğin
bir sözcüğün İngilizcesine baktığınızda karşınıza sayısız
seçenek çıkıyor.
Bunun
bir dil zenginliği olduğunda kuşku yok.
Keşke
biz de böyle yapsak…
Tek
bir sözcüğe yükleneceğimize Hhr ayrı durum ya da kavram için
ayrı ve farklı bir sözcük üretmeyi denesek…
“Dönmek”
fiili de kendisine pek çok ve farklı işlevler yüklenen
sözcüklerimizden biri…
Bir
noktanın çevresinde çember çizerek dolaşmak anlamına geliyor.
Bir
öteki anlamı, geriye dönmek, çıktığı noktaya geri gelmek
demektir.
Başım
dönüyor, zenginlik başını döndürdü, gözü döndü,
kararından döndü vb. deyim ya da deyimsilerde de kullanıyoruz…
Dönüşüm
sözcüğü genel olarak olumlu anlamda bir değişimi
adlandırırken yine dönmek fiilinden türettiğimiz “dönek”,
düşüncesini ve konumunu değiştirip tam karşısında yer alan
kişiyi nitelemek için kullanılıyor…
Dil
konusuyla başladımsa da tam burada duruyor, yazıya başlarken
zihnimdeki asıl konuya dönüyorum…
Konu,
sevgili arkadaşım, , değerli yazı emekçisi ve ustası Mustafa
Mutlu’nun “İktidar-Medya İlişkilerinin Perde Arkası” alt
başlığı ile yayınladığı, “Dön Kardeşim!” başlıklı,
bir solukta okuduğum gazetecilik anıları…
***
Mustafa
Mutlu’yu “Vatan” gazetesindeki köşesinde ilgiyle okuduğum
yazılarıyla tanıdım.
Kitabına,
“bitirirken” başlığını koyduğu işten çıkarılma öyküsü,
daha doğrusu haberiyle başlıyor…
İlerdeki
sayfalarda başlangıçtan bu günlere gazetecilik yaşamını
anlatıyor…
Kitabın
sonuna yaklaşırken ise asıl bombayı patlatıyor…
Bu
sayfalarda, dün Vatan’ı ve Milliyet’i satın alarak yok ettiği
gibi bu gün de Hürriyet’i satın alarak merkez medyanın az çok
bağımız son yayın organını yok etme operasyonunu başlatan
Erdoğan Demirören’in ibret verici bir portresi çiziliyor…
Meğer
kitaba adını veren “Dön Kardeşim!” sözü de bu çakma medya
patronun aitmiş…
Mustafa
Mutlu bu sözün söylendiği karşılaşmaları anlatmayı
kitabının sona bırakmakla okuyucuyu gerçekten de romancı
ustalığıyla şaşırtmayı başarıyor…
***
Etkileyici
bölüm Erdoğan Demirören’in “kontrolü ele aldıktan sonra”
Kanlıca’daki yalısında gazetecilere verdiği yemekle başlıyor…
Yalının,
kabul ve yemek salonlarının tasvirlerini en iyisi kitaptan okumak…
Bu
davetten sonraki günlerde Mustafa Mutlu’yu kahve içmek için
bürosuna çağıran büyük patronla bu köşe yazarı arasındaki
diyalog ise kitabın en ilginç ve etkileyici bölümü…
“Kahvelerimizi
içerken gözlerimin içine bakıp, Gelelim seni davet etmenin
nedenine,dedi. (……) ‘Beyefendi beni üç haftada bir Dolmabahçe
Sarayı’nda kabul eder.(Beyefendiden kastettiği
Başbakan,’Dolmabahçe Sarayı’ ise buradaki Başbakanlık
Çalışma Ofisi’ydi.) Her defasında önüme bir dosya atıyor ve
‘Erdoğan Bey, Erdoğan Bey, sen bu gazeteleri aldı ama , henüz
patronları olamadın’ diyor. Neden biliyor musun?’ (…)’Çünkü
o dosyaların içinde kendisini rahatsız eden haberler ve makaleler
var. Milliyet’te ve Vatan’da yayınlananlar. Son zamanlarda bu
dosyaların içinden yirmi kupür çıkıyorsa, en az yarısı sizin
yazdığınız makalelerden oluşuyor…’ (….) ‘Biraz da güzel
şeyleri yaz kardeşim. Sağlıkta yapılanları yaz, duble yolları
yaz.(…) Ekonomi çok iyi gidiyor, onu yaz! Beyefendi dünya lideri
oldu, onu yaz! (….) Dön kardeşim, herkes nasıl dönüyorsa sen
de dön!”
****
Bu
“Dön kardeşim!” sonraki birkaç telefon görüşmesi ve
yazı işleri müdürüyle iletilen uyarılarla da devam ediyor…
Ayrıntıları
ve patrona ironik yanıtıyla“dönme organı çalışmayan”
gazetecinin onurlu duruşunun öyküsünü kitabından okursunuz…
“Dön
Kardeşim!”i okumanın ve hep birlikte sesimizi yükseltmenin tam
sırasıdır:
Dönmeyeceğiz
kardeşim! Sen ve senin gibiler de “beyefendi” de bunu iyi
bilin!
Ataol
Behramoğlu/Cumartesi/24.03/18
Gece
yarısı 01.00’de Halk TV’de Haluk Çetin’le, yine
Cumartesi-Pazar Bursa Kitap Fuarındayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.